Ayşe Türemiş: 'Yeryüzündeki cehennem' dediğim Mecidiyeköy'de çölde bir vaha buldum

Ayşe Türemiş: 'Yeryüzündeki cehennem' dediğim Mecidiyeköy'de çölde bir vaha buldum
Ayşe Türemiş, “İstanbul: Bitmeyen Resim” sergisinde kentin gözden kaçan mimari detaylarını suluboya ile görünür kılıyor. Sanatçıyla, İstanbul’un hafızasına bakan bu üretim sürecini ve serginin arka planını konuştuk.

Mecidiyeköy’ün gölgesinde kaybolan eski apartman cepheleri, silinmeye yüz tutmuş süslemeler ve gündelik koşuşturma içinde gözden kaçan ayrıntılar… Ayşe Türemiş, “İstanbul: Bitmeyen Resim” sergisinde kentin mimari hafızasını suluboya üzerinden yeniden görünür kılıyor. Gerçekçi tekniğiyle İstanbul’un sessiz tanıklarını resmeden Türemiş’le, bu sergideki yaklaşımını, kentle kurduğu kişisel bağı ve yıllara yayılan üretim yolculuğunu konuştuk.

istanbul-bitmeyen-resim-9.jpg

“İstanbul: Bitmeyen Resim” sergisi, kentin görünmeyen mimari ayrıntılarını öne çıkarıyor. İstanbul’un bu ‘gözden kaçan’ detaylarına ilginiz ilk ne zaman ve nasıl başladı?
Sanırım üniversite yıllarında başladı. Sahne tasarımı eğitimi aldım. Dekor tasarımının temeli, öykünün geçtiği dönemin kapsamlı bir etüdüdür. Mesela 1930’larda geçen bir filmi düşünün; mimari detay, doku, renk, ölçüler, oranlar… Hepsini araştırmanız ve dönemin ruhunu yansıtabilmeniz gerekir. Bir proje için İstanbul’u araştırmaya başlayınca görsel kaynakların çok zayıf olduğunu fark ettim. Bu şehri belgelemek gerekiyordu. Resimli bir günlük şeklinde başladığım çalışmalarım, büyük bir arşive dönüştü.

12.jpeg

Suluboya gibi sabır ve zaman isteyen bir teknikle çalışıyorsunuz. Bu gerçekçi üslubun İstanbul’un mimari belleğini aktarmada size sağladığı özel imkânlar neler?
Hiçbir teknikte bulamadığım bir büyüsü var suluboyanın. Şeffaflığı, hafifliği bana çekici geliyor. Hızla değişen ve izlerini sürekli kaybeden İstanbul için en uygun teknik gibi geliyor bana. Hızlı çalışmaya olanak veriyor. Işık ve gölge oyunlarını çok güzel yansıtıyor; estetik bir haz yaratıyor.

55.jpeg

Sergide farklı dönemlerden eserler bir araya geliyor. İstanbul’a bakışınız, 22 yıllık üretim sürecinizde nasıl değişti? Değişmeyen neler kaldı?
Benim için değişmeyen tek şey İstanbul’a olan sevgim sanırım. Dolayısıyla İstanbul’a bakışım duygu gözüyle olduğundan bazen biraz hüzünleniyorum. Anlamı olan, tarihi olan yapıların kimi zaman yok olması, kimi zaman anlamsız müdahalelere maruz kalması acımasızlık gibi geliyor. Dönüşüm sürecinin dokuyu koruması gerektiği inancını taşıyorum. Dokudan kastım çok geniş anlamlı. Belki biraz romantik bir bakış açısı ama bu efsunlu şehre her birimiz gereken değeri vermeliyiz diye düşünüyorum. Ben elimden geleni sanatımla ortaya koymaya çalışıyorum.

whatsapp-image-2025-11-27-at-14-35-59.jpeg
Ayşe Türemiş

Serginin küratörü Özgür Bükülmez, serginin kavramsal çerçevesini zaman, hafıza ve mekân üzerine kuruyor. Bu üç kavram sizin için ne ifade ediyor ve İstanbul’u resmederken nasıl şekilleniyor?
Dokunun korunması meselesiyle alakalı bir yaklaşım aslında. Doku derken zamanla oluşan, hafızamızda hep olan, yani içten içe de olsa hepimizin bildiği günlük yaşam pratikleri silsilesinden ve bu yaşamın içinde mekânların öneminden bahsediyoruz. Mekânlar hayatlarımızı şekillendiriyor. Evimiz, her gün arşınladığımız yollar, okullarımız, iş yerlerimiz, sosyal faaliyet alanlarımız… Hepsi ama hepsi mekân demek. Mimarlık bu yüzden çok anlamlı bir insan faaliyeti. Toplumsal hafızamız böyle oluşuyor. Bir ahşap pencere, bir taş duvar ya da bir yapının işlevi değiştirildiğinde bireysel hafızamızda çatlaklar oluşuyor ve bunun sonucunda toplumsal belleğimizi kaybediyoruz. Çalışmalarımda mekânlar yaşamayı sürdürsün, çatlaklar onarılsın istiyorum en azından.

istanbul-bitmeyen-resim-3.jpg

Sergideki eserler, izleyiciyi kenti yavaşlamaya ve yeniden bakmaya davet ediyor. Sizce günümüz İstanbul izleyicisi bu ‘yavaş bakış’a ne kadar hazır?
Aslında, 20 yıl öncesine göre elimizdekileri koruyamadıkça belki tarihsel kente bilinçli bir merak oluştu. Teknolojinin gelişmesiyle güzel fotoğraflar çekmek ve sosyal medyada paylaşmak insanlara artık keyif veriyor. “Yavaş şehir”, “yavaş yemek” gibi kavramların ortaya çıkması, aslında yavaşlamaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Eserlerim yavaşlamaya davet ederken aslında görmeye davet ediyor. Bakmak yetmiyor; bakmak bir anlamıyla hız demek. Ama görmek, işte o apayrı bir konu. Yavaşlamak, görmeye bir çağrı benim için.

istanbul-bitmeyen-resim-sergisi-20.jpeg

Mecidiyeköy Sanat’ın Meydan’daki konumu, günde yüzbinlerce insanın geçtiği bir noktada bulunuyor. Eserlerinizin böylesi yoğun bir kamusal akışla buluşması sizin için ne ifade ediyor?


Mecidiyeköy yıllarca benim için “yeryüzündeki cehennem” diyebileceğim bir yerdi. Bir gün buraya işim düştüğünde bu alan düzenlemesini ve Mecidiyeköy Sanat’ı keşfettim. Çölde bir vaha bulmuş gibi inanılmaz bir mutluluk duydum. Bir İstanbullu vatandaş olarak, emeği geçen herkese böylesi bir kamusal alanı kazandırdıkları için teşekkür etmek isterim öncelikle. Ben burayı ilk gördüğümde öylece geçip gidemedim; bir süre oturdum. Kaosun, korna ve siren seslerinin az ötesinde, dinginliğiyle sizi çağıran bir köşe burası. “Dur, soluklan; hayata bir de bu gözle bak” diyen… Sanat gibi… Benim derdimle çok örtüşen bir enerjisi olduğunu düşündüm açıkçası. Kişisel sergimin böyle bir alanda gerçekleşmesi konusunda önerileri ve İstanbul’un kültür yaşamına katkıları nedeniyle de İBB Miras ve İBB Kültür’e sonsuz teşekkürlerimi bu vesileyle iletmek isterim.

Kaynak:Nilay Can

Öne Çıkanlar