Çocuklara açılan bir opera evreni: Papagenolar
Yüz yıllardır sahne sanatlarının en büyüleyici formlarından biri olan opera, yalnızca sesin ve müziğin değil, aynı zamanda hikâyenin, kostümün ve ışığın da sanata dönüştüğü bir alan. Bu sanat formu, kimi zaman çocuklar için ağır ve ulaşılmaz bir tür gibi algılansa da tarih boyunca pek çok önemli yapım çocukların dünyasına seslenmeyi başardı. Humperdinck’in Hansel ve Gretel’inden Britten’ın The Little Sweep’ine, Ravel’in hayalperest evreninden Brundibár’ın umut dolu direnişine kadar birçok eser, çocuklara sahnenin dönüştürücü gücünü tanıttı.
Papagenolar, bu evrensel geleneğin izinden giden yerli bir çocuk operası. Duende Global tarafından hayata geçirilen ve 14 Haziran’da Zorlu PSM’de bir kez daha çocuklarla buluşacak olan bu renkli yapım, Mozart’tan ilham alıyor ama özgün hikâyesi, rejisi ve müzikal diliyle günümüz çocuklarının hayal gücüne sesleniyor. Arka planda ise hem bir anne hem de bir sanat üreticisi olarak projeyi hayata geçiren Begüm Başbuğ’un tutkusu var. Onunla, bu yolculuğun çıkış noktasını ve Papagenolar’ın büyüleyici evrenini konuştuk.
Papagenolar fikri nasıl doğdu? Nereden çıktı bu çocuk operası hayali?
Aslında bu fikir, günlük hayatın içinden filizlendi. Rejisör arkadaşım Caner Akın’la sık sık çocuklarımızla nereye gidebiliriz, ne izletebiliriz diye konuşuyorduk. Bizler hem anne-baba hem de sanat üreticisi olarak, çocuklarımıza izletebileceğimiz kaliteli etkinliklerin peşindeydik. Fakat bu arayış bir noktada bizi şu soruya getirdi: “Neden biz yapmıyoruz?” Ve işte o andan itibaren, sadece bir çocuk oyunu değil; estetik, içerik ve müzikalite açısından güçlü bir yapısı olan içeriği üretme işine kolları sıvadık.
Mozart, bu sürecin en doğal buluşma noktasıydı bizim için. Onun müziği evrenseldi ama bir o kadar da çocuklara hitap edebilecek saflıktaydı. Süreç boyunca kendi çocuklarımızla çok yakın temas hâlindeydik. Anlattık, dinledik, sorduk. Onlarla birlikte gösteriler izledik, tepkilerini gözlemledik. Renklerden karakterlerin mizacına kadar pek çok unsuru çocukların hayal dünyası şekillendirdi. Bizim görevimiz, o hayallere en doğru biçimde sahnede karşılık verebilmekti.
Başta kendi çocuklarımız için çıktığımız bu yolda, bir baktık ki binlerce çocuğun kalbine konuk olmuşuz. Şimdi en büyük isteğimiz, bu yolculuğun her adımda çoğalması, daha çok çocuğa ulaşabilmek.
Projenin sahneyle buluşma süreci nasıl ilerledi?
Bu süreci, bizim için yalnızca teknik bir üretim takvimi olarak değil, duygusal olarak da oldukça yoğun bir yolculuktu. Her bir detayın, bir çocuğun gözünden nasıl algılanacağı üzerine düşündük. Mozart gibi bir dâhinin müziğini çocukların hayal gücüyle buluşturmak hem ilham verici hem de sorumluluk gerektiren bir işti.
Bu sezon daha da büyüyen bir kadroyla sahnedeyiz. Reji koltuğunda Caner Akın yer alıyor, müzik direktörlüğünü ise genç yaşına rağmen oldukça olgun bir müziksel yaklaşımı olan Ramis Sulu üstleniyor. İstanbul Gençlik Orkestrası, Tan Sağtürk Akademi Genç Bale Topluluğu ve birbirinden yetenekli çocuk oyuncularla çalışıyoruz. Sürecin başında orkestra, dansçılar ve oyuncular kendi alanlarında ayrı çalıştı; daha sonra tüm unsurlar tek bir anlatıda birleşti. Tıpkı Papageno’nun doğayla, müzikle ve iyilikle kurduğu ilişkiler gibi biz de sahnede bir bütünlük aradık. Ama bunu öğretici bir dille değil; eğlenceli, renkli ve özgür bir atmosferle anlatmak istedik. Sevgili, kendi küçük yüreği kocaman izleyicilerimizin tepkilerinden bunu başardığımızı düşünüyorum.
Çocuk operası yetişkin operasından özellikle hangi noktada ayrışıyor?
Çocuk operası, aslında tüm sanatsal öğeleri bünyesinde barındırıyor. Ancak bu unsurlar çocukların estetik algısına göre yeniden biçimleniyor. Eserin süresi genellikle daha kısa, temposu daha yüksek, anlatımı ise çok daha enerjik ve renkli. Müzikal olarak baktığınızda, melodilerin daha akılda kalıcı, ritimlerin daha net olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu bir basitleştirme değil; çocuklara sanatın niteliğinden ödün vermeden, onları anlayabilecekleri bir dille ulaşma çabası.
Bana göre en büyük fark çocuk operasının katılıma açık bir alan olması. Çocukları oyunun, müziğin, duygunun içine çekiyor ve onların eşlik etmesine izin veriyor.
Ülkemizde çocuklarımızın operaya ilgisi hakkında ne düşünüyorsunuz? İzleyici profili değişiyor mu, genişliyor mu?
Kesinlikle değişiyor ve üstelik bu değişim umut verici bir hızda gerçekleşiyor. Eskiden opera çocuklar için neredeyse ulaşılmaz bir form olarak görülürdü. Fakat artık salonlarda pırıl pırıl gözlerle, soluksuz izleyen çocuklar var. Rakamlar da bunu doğruluyor tabi ama bu sadece bir istatistik değil; her biri kalbe dokunan, bir çocuğun dünyasında iz bırakan anlar demek.
Papagenolar’da biz de bu ilgiyi sahneden doğrudan hissediyoruz. Salonlar dolup taşıyor, çocuklar kahkahalarla izliyor. Gösteri sonrasında “Ben de sahnede olmak istiyorum!” diyen çocuklarla karşılaşıyoruz. İşte bu yüzden, çocukların içindeki potansiyele inancımız tam. Önemli olan, onları sanatla doğru zamanda ve doğru biçimde buluşturabilmek.
Yapımcısı olarak Papagenolar ile ilgili hayalleriniz neler? Yurtdışına da açılmak gibi arzunuz var mı?
Papagenolar’ı hayal ederken sınırları hiç dar tutmadık. Çünkü bu proje sevgi, müzik ve hayal gücü gibi evrensel bir dil konuşuyor. Elbette yurtdışında da sahnelenmesini çok isteriz. Bugün Avrupa’da çok başarılı çocuk operaları var, biz de Papagenolar’ı o platformlarda görmekten büyük heyecan duyarız.
Ancak bizim için en kıymetli hedef, bu oyunu Anadolu’nun farklı şehirlerine taşımak. Büyük prodüksiyonların ulaşamadığı, hatta belki tiyatroyla hiç tanışmamış çocuklara ulaşmak istiyoruz. Küçük bir okul salonunda, belki kasabada… Bir çocuğun kalbine düşen o ilk nota, belki de hayatının yönünü değiştirebilir. O notalardan biri belki Papagenolar’la olur ki bu tarif edilemez bir duygu olur.
Kaynak:Haber Merkezi