Deniz Doğruyol'dan dönüşüm ve hatırlama sergisi: “Bir Kere Oldum, Bin Kere Doğdum”
17
Hikâyesi 18. yüzyıla uzanan “Baruthane-i Âmire" binası Osmanlı döneminde askerî ve lojistik alanlarda hizmet vermek için inşa edilmişti. Kent içindeki barut patlamaları nedeniyle o dönemlerde şehrin dışında kalan ve bugünkü yeri olan Ataköy’e taşınmıştı. 324 yıllık binalar uzun süre atıl kaldıktan sonra İBB Miras tarafından restore edildi ve şu an müze, kütüphane ve etkinlik alanı olarak İstanbul'un kültür rotasında yeni bir durak.
Deniz Doğruyol’un, küratörlüğünü Ceylan Önalp’ın üstlendiği “Bir Kere Oldum, Bin Kere Doğdum” sergisi de bu tarihi binada 25 Ocak 2026'ya kadar pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.
27
Baruthane'deki binanın serin taş duvarlı salonuna adım attığınızda girişte sizi üzerinde "Doğduğum benden olduğum bana" yazılı bir mesaj karşılıyor. Duvarlara asılı kağıt hamurundan heykeller, sanatçının el yazısı ile yazdığı cümleler, geri dönüştürülmüş figürler mekanın ortasına yerleştirilmiş dilek ağacı ve sürekli kulağınızda olup sizi sakinleştiren o kalp atışı sesi ile bu dönüşüm sergisinin bir parçası oluyorsunuz.
37
Sanatçının dönüşüm yolculuğunu merkezine alan sergi; malzemeyle, mekanla ve izleyiciyle kurduğu ilişkiyle, bir nevi yeniden doğum ritüeline dönüşüyor. Papier-mâché yani kâğıt hamuru tekniği kullanarak çalışan Deniz Doğruyol bunun sebebini; "Kâğıt hamuru da kendi içinde de dönüşen bir malzeme. Yani dönüşümü orada da aslında devam ediyor" diye açıklıyor. Sergide kullanılan bütün malzemeler aslında dönüştürülmüş malzemeler. Papier-mâché ve duvarlarda gördüğünüz bütün eşyalar hayatın içinden sanatçının topladığı objeler.
47
Serginin en dikkat çekici yönlerinden biri de klasik sergi formatının dışına çıkması. Küratör Ceylan Önalp, "Sanatçıyı özgür bırakmak istediğini bu yüzden normalde alıştığımız sergi kurma teknikleri ve diğer kürasyon tekniklerinden bağımsız olarak ona da kendi dönüşme alanını bırakmak istedim" diye açıklıyor bu durumu. Serginin merkezinde yer alan iki güçlü cümle, izleyiciyi durmaya ve düşünmeye davet ediyor:
“Ben bana emanetim” ve “Hayata sırtımı yaslarım.” İlki, güveni dışarıda değil, içeride aramayı hatırlatıyor. İkincisi ise, hayatın her halini kabullenmeyi... Bu iki cümle, serginin ruhunu oluşturan o içsel yolculuğun temelini oluşturuyor. “Kendimizi bir başkasına değil, kendimize emanet etme fikri bana hep çok iyi geldi” diyor Doğruyol. “Çünkü bu, gerçek güvenin başladığı yer.”
57
Dileğinizi yazmadan geçmeyin...
Sergi salonunun ortasında bir dilek ağacı var kökü tülle sarılmış ve alt kata doğru uzanıyor. Bir de tuzluklar var kaselerin içinde. Kimi tuzlukta “şükret”, kimisinde “kutla” yazıyor. İsterseniz bu kağıttan tuzlukları kullanın, isterseniz gönlünüzden geçeni yazıp ağacı asın. Tercih size kalmış. Bu mistik ortamda belli mi olur neye niyetlenirseniz onla karşılaşabilirsiniz.
67
Sergi alt katta da devam ediyor, merdivenlerden inerek mahzene giriyormuşsunuz hissi veren alçak tavanı takip ettiğinizde karşınıza gemiler çıkıyor. Küçükten büyüğe doğru yine geri dönüştürülmüş malzemeden hayat bulan bu gemilerin sonundaki ışığı 'güneş' olarak tanımlıyor Deniz Doğruyol. Ve gölgeler.. Sergi boyunca izleyiciye eşlik eden fikirlerden biri de “gölge”. Yani kendimizle yüzleşemediğimiz yanlarımız. Doğruyol’a göre, gölgeyi fark edip kabullenmek de bir doğum biçimi: “Kabul, en büyük dönüşüm. Gölgeni fark ettiğinde, hayatın sana ‘ters köşe’ yaptığını zannettiğin anların bile bir anlamı olduğunu görüyorsun. Her şey geçiyor. Her şeyin geçmesi de hayatın bir parçası.”
77
Sergiyi ziyaretimiz sona ererken "Yüzlerce yıl önce savaşmak için hammadde üretilen bu mekan şimdi sevgi ile kabulü temsil eden bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla bu da çok büyük bir dönüşüm" dedi Doğruyol. Sergi de hayatımız gibi hiç durmadan dönüşüyor, değişiyor. İzleyiciye düşen, bu renkli duvarların arasında bir an durmak, nefes almak ve kendine hatırlatmak: “Ben her mevsim yeniden doğarım.”