“Solcu” Değil “Projeksiyoncu”

“Solcu” Değil “Projeksiyoncu”
Paul Thomas Anderson’ın yönettiği, 83’üncü Altın Küre'ye 9 dalda aday olan ‘One Battle After Another (Savaş Üstüne Savaş)’ bu yıl ödül sezonunun favorileri arasında. Filmin başrollerinde Leonardo DiCaprio, Sean Penn ve Benicio del Toro var.

Gazete Pencere- İsmet Erdi Somuncuoğlu

"Savaş Üstüne Savaş” içinde bulunduğumuz dönemin kaygıları ve siyasi dinamikleriyle derinden ilişkili bir film. Paul Thomas Anderson; hem sürükleyici bir aksiyon filmi hem de keskin bir toplumsal eleştiri niteliği taşıyan, isyan, aile ve tarihin kalıcı etkisine dair bir hikâye işliyor. Filmi merakla bekleyenler çoktan izlemiş, izlemeye niyeti olmayanlar da zaten konuyla ilgilenmeyeceğinden, spoiler hassasiyetine takılmadan filmin üzerinden geçelim.

Paul Thomas Anderson uzun zamandır ‘Amerikan ruhunun’ kronikçisi olarak anılır; bunu da çoğunlukla geçmişin merceğinden yapar—ister There Will Be Blood’daki embriyo dönemindeki petro-dolar kapitalizmi olsun, ister The Master’daki savaş sonrası manevi bunalım. One Battle After Another ise daha çok “spiritüel projeksiyon” gibi; bu ince ama önemli ayrım, filmin kelimenin tam anlamıyla bir öngörü sunmaktan ziyade 2020’lerin psişik/ruhsal gerçekliğini yakaladığını gösteriyor. Bu “spiritüel projeksiyon, “askerî güçler ile kolluk kuvvetlerinin otokratik bir toplumda birlikte devriye gezdiği” bir polis devletinde somutlaşmaktadır.

Sinematik Bağlam ve Güncel Yankılar

Filmin gücü, basit bir alegorinin ötesine geçerek günümüz gerilimleriyle bilinçli bir şekilde kurduğu angajmandan kaynaklanıyor.

Distopik Bir "Ya Şöyle Olsaydı?": Anderson, Thomas Pynchon'ın Vineland romanını serbest bir şekilde uyarlıyor ancak romanın 1980'ler ortamını, tüyler ürpertici, yakın gelecek Amerika'sına taşıyor. Film, şimdiki zamanın bir belgeseli olmaktan ziyade, ordunun ve kolluk kuvvetlerinin otokratik bir toplumu ortaklaşa denetlediği bir polis devletini tasvir ederek, ülkenin nereye gidebileceğine dair "ruhsal bir projeksiyon" işlevi görüyor. Bu spekülatif yaklaşım; göçmen baskınları, askerileşmiş polis gücü ve aşırı sağcı gizli cemiyetler gibi temaları, sinir bozucu bir inandırıcılıkla yeniden keşfetmemize olanak tanıyor.

"Solcu" Etiketinin Ötesinde: Film, siyasi duruşu hakkında tartışmalara yol açtı. Bazı eleştirmenler filmi "solcu" bir manifesto olarak etiketlese de daha yakından bir okuma, bunun daha ziyade otoriterliğin kendisine yönelik bir eleştiri olduğunu öne sürüyor. Zaten Amerika’da her zaman için sol-sağ tartışmasından ziyade tartışılan boyut daha çok hak ve özgürlüklerdir. Bunu kısıtlayanın solu ve sağıyla pek ilgilenmez. Filmin devrimcileri yüceltilmiş kahramanlar değil; kusurlular ve ilk baştaki öncü (vanguardist) taktikleri, etkisiz ve toplumdan kopuk olarak resmediliyor. Filmin gerçek düşmanı, baskıcı bir iktidar sistemidir; bu da temel çatışmayı partizan bir siyasetten ziyade faşizme karşı direniş haline getirmektedir.

Sinema Salonunun ‘Cansiperane’ Savunusu: VistaVision kameralarıyla çekilen film, Leonardo DiCaprio’nun da iddia ettiği üzere en iyi ancak sinema salonunda deneyimlenebilen, "sıcak" bir görsel kalite sunuyor. Film, kendisini büyük ekran için yapılmış, iddialı ve yaratıcı işlere ilişkin bir yerde konumlandırıyor.

Uyarlama ve Anlatı Yaklaşımı

Anderson, Pynchon'ın eserine karşı liberal ve "esinlenilmiş" bir yaklaşım benimsiyor.

Pynchon'ın Absürdizmini Zemine Oturtmak: Pynchon'ın romanının arketipsel, avangart ve belirsiz bir notla bittiği yerde, Anderson daha yere basan, karakter odaklı bir kurtarma anlatısı işliyor. Temel önermeyi ve karakter dinamiklerini koruyor ancak daha net duygusal izlekler ve daha geleneksel, sürükleyici bir olay örgüsü yapısı sağlıyor. Yönetmenin de belirttiği gibi, daha makul ve eğlenceli bir deneyim yaratmak için "gerçekten yankı uyandıran kısımları bir anlamda “uçuruyor”.

"Prolog" Yapısı: Filmin ilk 45 dakikası, "French 75" grubunun ateşli devrimini kurarak neredeyse kendi başına bir film işlevi görüyor. Ardından gelen 16 yıllık zaman atlaması hikâyeyi sıfırlıyor; dağılmış bir Bob (DiCaprio) ve artık genç bir kız olan kızı Willa'ya (Chase Infiniti) odaklanıyor. Bu yapısal tercih, isyanın uzun süren sonrasını güçlü bir şekilde resmediyor; devrimci coşkuyu ebeveynlik, travma ve sürdürülebilir, toplum temelli direniş temalarıyla takas ediyor.

whatsapp-image-2025-12-12-at-22-19-33.jpeg

Eleştirel Analiz: Güçlü Yönler ve Eksiklikler

Filmin iddialı unsur karışımı, kayda değer tavizlerin yanı sıra önemli başarılar da ortaya koyuyor.

  • Karakter ve Performanslar: DiCaprio, yer yer hüzünlü komikliği, paranoyayı ve derin babalık sevgisini dengeleyen incelikli bir Bob performansı sergiliyor. Sean Penn, kötü niyetli Albay Lockjaw'ın korkutucu, kara mizah yüklü tasviri bir taraftan akılda kalıcılığıyla övgü toplasa da, Anderson'ın geçmiş kötü adamlarının insani derinliğinden yoksun, karikatürize bir kötü adam olarak değerlendirmek mümkün. Yeni yetenek Chase Infiniti, filmin duygusal kalbini oluşturan Willa rolünde yıldızlaşan, kararlı bir performans sunuyor.
  • Tempo ve Stil: Kurgucu Andy Jurgensen, başlığı yansıtan nefes kesici, amansız bir ivme yaratıyor. Kurgu, karmaşık ve iç içe geçen aksiyona ayak uydurması konusunda izleyiciye güveniyor. Jonny Greenwood'un müziği, kaygıyı artırmak için minimalist piyano ve uyumsuz enstrümanlar kullanan bir gerilim ustalık sınıfı. VistaVision kullanımı, özellikle çöl manzaralarında ve doruk noktasındaki araba kovalamacasında klasik, geniş bir görsel güzellik sağlıyor. Diğer taraftan bu hummalı tempo, psikolojik derinlik ve anlatı netliği pahasına olabiliyor. Bir inceleme, karakterlerin içsel bir aciliyetten ziyade senaryo talep ettiği için hareket ediyor gibi hissettirdiğini ve ilk izleyişte bir keyfilik hissine yol açtığını belirtiyor. Film "ilginç duraklarla" o kadar meşgul ki, yolculuğun daha derin anlamı ikincil kalabiliyor

Puanla Galibiyet

"Savaş Üstüne Savaş", acil ve çağdaş bir mesaj vermek için klasik Hollywood'un araçlarını kullanan önemli, cüretkâr bir film. En büyük başarısı, sistemik baskı ve direniş hakkındaki bir hikâyeyi duygusal olarak dolaysız ve gerçekten ilgiyi diri tutarak hissettirmesidir.

Anderson’ın bu hırsı aynı zamanda filmde bir sınırlılığa dönüşüyor. Sürükleyici aksiyona, kinetik stile ve genişleyen bir anlatıya öncelik verirken film, bazen Anderson'ın en iyi işlerini işaret eden daha derin karakter keşfini ve incelikli siyasi felsefeyi feda ediyor. Film, onu sürdüren karmaşık ruhlardan ziyade "savaş"ın kendisine daha fazla yatırım yapıyor.

Netice itibariyle film, dönemin önemli bir kültürel eseri olarak karşımızda duruyor; yaklaşan otoriterlik karşısında topluluğun ve ısrarın gücünü savunan ve bunu gövde gösterisine çevirerek yapan bir film. Bir başyapıt mı yoksa ıskalanmış bir fırsat mı sayılacağı, izleyicinin onun tematik derinliğine karşılık heyecan verici yapısına ne kadar ağırlık verdiğine bağlı olacaktır. Anderson bizi nakavt edemese de puanla galibiyet cepte.

Mevcut sinema külliyatındaki yerini daha iyi anlamak için, Amerikan huzursuzluğunu ele alan, daha distopik ve kurgusal bir yaklaşım benimseyen İç Savaş (Civil War, 2024) ile karşılaştırmak ufuk açıcı olabilir.

Kaynak:Haber Merkezi

Öne Çıkanlar