MAĞDURİYETLERİ YARIŞTIRMAMALI

Anayasa ve yasalar raflarda kaldığı sürece hiçbir derde deva olmuyor. O çok eleştirdiğimiz Anayasa’nın 2. Maddesi “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir”, 10. Maddesi “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”, 24. maddesi de “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir… Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” diye yazar.

Anayasa’da yer alan bu maddeler günlük hayatımızda uygulansa ve devlet bütün inançlara eşit mesafe dursa, hakem rolü oynasa Türkiye’de inançsal ya da etnik kimlikler üzerinden ne bugünkü gibi bir tartışma ne de kutuplaşma olur, tam tersine eşit yurttaşlık öne çıkar!

Nitekim bugüne kadar yaşananlarda gördük ki, kimlikler üzerinden demokrasi inşa edilemez, hangi din olursa olsun, dinden, hele hele siyasallaşmış bir dinden asla demokrasi çıkmaz!

Yaşayarak gördük ki, etnik ya da dini kimlikler “eşit yurttaşlığın” yerini aldıkça kutuplaşma, gerilim, şiddet ve savaş kaçınılmaz oluyor; Türkiye’de çok bilinen örneklerin yanı sıra Ortadoğu’da ve Balkanlarda yaşananlar gibi, şimdilerde de Slavlar arasında, yani Ruslarla Ukraynalılar arasında yaşanan savaşta olduğu gibi…

Kimlikler aşılmadan, eşit yurttaşlık; sokakta, fabrikada, okulda, bürokraside içselleştirilmeden, mağduriyetler bitmez, Türkiye asla ilerlemez ve kimlik tartışmalarının içinde kaçınılmaz olarak sürekli geriler!

Dünyanın bir bölümü yüksek teknolojiyi, yapay zekâyı, akıllı kentleri, süper akıllı toplumu konuşurken, aklı ve bilimi “unutan” 2022 Türkiye’sinde bizim halen inançlar ve kimlikler üzerinden bir tartışma yürütüyor olmamız da bu “geriliği” gösteriyor!

21. Yüzyıl’ın ilk çeyreği biterken, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına aylar kalmışken kimliksel sorunları çözmek ve artık geride bırakmak gerekirken, çözüm gibi sunulan ama aslında çözümsüzlüğü öne çıkaran ve dünü temsil eden yaklaşımlar, tartışmaları bitirmek bir yana derinleştirdiği için bu aklı başında olan herkes için bir züle dönüşüyor, başörtüsü ve cemevi tartışmasında olduğu gibi…

CEMEVİ İBADETHANEDİR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kahraman edasıyla “Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde” kuracağını ilan ettiği “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” tam da böyle bir örnektir. Erdoğan hep yaptığı gibi, sorun çözer gibi yapıyor ama ilk düğmeyi bilerek ve isteyerek yanlış ilikliyor. Böyle olunca da ondan sonraki adımların hiçbir hükmü kalmıyor!

Türkiye’de Alevilerle ilgili sorunu çözüp tartışmayı bitireceksen öncelikle Alevileri gerçekten eşit yurttaş olarak göreceksin.

Bunun birinci ve belirleyici adımı da istisnasız bütün Alevilerin ve de yargının (hem Yargıtay’ın, hem de AİHM’nin) ibadethane olarak gördüğü cemevini tıpkı cami, kilise, sinagog ve havra gibi bir ibadethane olarak kabul etmekten geçer!

Yargıtay’ın “bir mekanın ibadet yeri sayılıp sayılmaması, münhasıran o inanca tabi insanların takdirinde bulunmalıdır” belirlemesine ve “Alevi inancına mensup insanlarının inanç ve ibadet merkezlerinin cemevleri olduğu, Alevilerle birlikte tüm toplum kesimleri tarafından kabul edilmiş bir olgu ve gerçekliktir” kararına rağmen cemevini bir ibadethane olarak değil, bazen “kültürevi” bazen de “cümbüşevi” olarak görürsen, “İslam’da cami ve mescit dışında başka bir ibadethane yok” dersen, sorunun çözülmesi mümkün olmaz!

Nitekim Erdoğan tam da bunu yapıyor ve bu yüzden bilerek ve isteyerek cemevi ile ibadethane kavramını yan yana getirmiyor, Aleviliği de sanki “turistik bir kültürmüş” gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bir “daire başkanlığı” olarak görüyor, cemevlerinin aydınlanma, su ve bakım giderleri gibi giderlerinin de kamu kaynakları kullanılarak karşılanmasını da bir lütuf gibi sunuyor.

Oysa Alevilerin birincil sorunu, ne cemevlerinin elektrik ve su sorunu, ne de imar sorunudur.

Alevilerin birincil sorunu hem yasalar hem de günlük yaşamın her alanında eşit yurttaş kabul edilme sorunudur! Bu dayatmacı, dikte ettirici ve “tarif edici” yaklaşım bitmeden Türkiye normalleşmez, tartışmalar bitmez…

NORMALLEŞMEK İÇİN
Türkiye normalleşecek, hukuk ve demokrasi yeniden ayakları üzerine dikilecekse, atılacak adımlar bellidir:

1) Herkesin inancını ve kimliğini olduğu gibi kabul etmek. Kimseye kendi inancını ve kimliğini tarif etmemek!

2) Neredeyse “cüzzamlı” bir hale getirilen laikliği yeniden hatırlamak ve devletin hakem rolünü üstlenerek bütün inançlara eşit mesafede durmasını sağlamak!

3) Türkiye’de “farklı olan”, eşit yurttaş görülmeyen herkesin mağduriyetler ve acılar yaşadığını unutmadan, mağduriyetleri ve acıları yarıştırmak yerine ortadan kaldırmanın yollarını bulmak!

4) Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak için dini değil aklı ve bilimi kullanma cesaretini göstermek!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necdet Saraç Arşivi