Almanya’nın Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye

Almanya’nın Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye
Almanya Federal Cumhuriyeti Hükümeti (Bundesregierung) Haziran ortasında yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni kamuoyu ile paylaştı. En son 2016 yılında Federal Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Federal Hükümet tarafından...

Almanya Federal Cumhuriyeti Hükümeti (Bundesregierung) Haziran ortasında yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni kamuoyu ile paylaştı. En son 2016 yılında Federal Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Federal Hükümet tarafından kabul edilen Beyaz Kitap (Weissbuch) adlı güvenlik belgesi ortaya konmuştu. Daha önce de, 1994 ve 2006 yıllarında aynı başlıkla çıkarılan ve Almanya’daki güvenlik politikaları için kılavuz olagelmiş olan Beyaz Kitaplar, güçlü bir askeri referansa sahiptiler. Güncel Ulusal Güvenlik Stratejisi ise sadece Federal Savunma Bakanlığı’nca değil, hem birçok bakanlık tarafından ortaklaşa hazırlanmış olması hem de dar askeri bir yaklaşımın ötesine geçen kapsamlı bir strateji ortaya koyması bakımından bir ilki oluşturuyor.

Bütüncül Güvenlik Anlayışı

Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi bütüncül bir güvenlik anlayışına dayanıyor. Bütüncüllük, ülke güvenliğinin sağlanması ilgili tüm aktörlerin katılımıyla değişik imkân ve araçların aynı anda seferber edilmesi koşuluna tekabül ediyor. Bütüncül güvenlik anlayışı aynı zamanda, krizlerin önlenmesi ve barışın korunmasında, sivil, askeri, istihbarat bilgileri ve polisiye araçların eşgüdümlü kullanımı anlayışını ve ön alıcı önlemlerin; yani güvenliğin sosyal adalet, sosyal güvence ve adil bölüşüm boyutlarıyla birlikte ele alınması anlayışını da içeriyor. Bu güvenlik anlayışının merkezinde üç temel hedef bulunmaktadır: Birincisi, Almanya’nın savaştan, bireylerin şiddetten korunması ve yaşamın dokunulmazlığının güvence altına alınması. İkincisi, Almanya halkının; demokrasinin korunması ve siyasi, sosyal ve ekonomik düzenle ilgili kararlarda özgürce kendi kaderini tayin etme hakkının teminat altına alınması. Üçüncüsü, insanlığın ve dünyanın doğal yapısının korunması.

Ulusal Güvenlik Stratejisi oldukça geniş bir yelpazeye tekabül eden konuları içeriyor. Ekonominin güvenliği, küresel sağlık, iklimin korunması, tedarik zincirlerinin yeniden düzenlemesi gibi başlıklar ise Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Özellikle Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin, Almanya ile ikili iş birliğinin geleceğiyle ilgili ipuçları taşıması bakımından son derece önemli. Söz konusu güvenlik belgesi önümüzdeki yıllarda -mevcut hükümetin değişmesi durumunda dahi- Almanya’nın dış ve güvenlik politikaları için bir nevi pusula işlevi görecek, bu politikalara yön verecektir.

Federal Hükümet’i yeni ve kapsamlı bir güvenlik stratejisi ortaya koymaya iten nedenlerin başında ise küresel ve bölgesel güvenlik ortamının köklü değişimi, uluslararası sistemin daha belirgin bir şekilde çok kutuplu bir yörüngeye oturması, demokrasiye, çoğulcu toplum anlayışına ve ekonomiye yönelik çeşitlenerek artan tehdit ve iklim krizinin etkileri gibi gelişmeler geliyor. Daha somut olarak iki gelişmeyi gösterebiliriz: Birincisi, koronavirüs salgını ile mücadelenin yol açtığı ekonomik şok, yani ekonominin durma noktasına gelmiş, tedarik zincirlerinin aksamış, sonrasında ise bütün bu salgın ile gelen risklerin de sonucu olarak krizden çıkışın gecikmiş olması. İkincisi ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının yol açtığı askeri-iktisadi meydan okuma sonucu güvenlikle ilgili risklerin ve toplumda ve karar vericiler arasında risk algı ve hassasiyetinin artmış olması. Ulusal Güvenlik Stratejisi, bu meydan okumalara kapsamlı bir yanıt verme iddiasını taşıyor.

Kural Temelli Çok Taraflı Dünya Düzeni

Bir hedef olarak açıkça belirtilmese de Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde sıkça çok kutupluluğa atıf yapılması, iki kutupluluğa karşı mesafeli bir duruşu sergiliyor. Bir taraftan kural temelli, çok taraflı bir dünya düzenine bağlılık vurgusu, aynı zamanda uluslararası sistemde reform ihtiyacının dillendirilmesi, statüko ile değişim arzusu arasındaki gerilime işaret ediyor. Bu durum; kural temelli dünya düzeni söyleminin Batı dünyası dışında olumlu bir referans noktası olmadığı, hatta tek kutupluluğu savunmanın ideolojik bir perdelenmesi olarak algılandığı göz önünde bulundurulduğunda, olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Çok kutupluluk vurgusu, ayrıca sistemik farklılıkların kabullenildiği, büyük güçler arasındaki rekabetin devam edeceğinin varsayıldığı ve siyasal sistemlerin dışarıdan değiştirilemeyeceğinin anlaşılmış ve kabullenilmiş olduğu şeklinde de yorumlanabilir. 

Almanya’nın nasıl bir uluslararası düzeni tercih edeceği muğlak bırakılarak, dünya siyasetinde söz sahibi olma iddiasının altı çiziliyor. Ancak strateji belgesinin cevabını veremediği bir soru, bu hedefe nasıl ulaşılacağı, bir başka soru ise küresel kuralların nasıl ve kimler tarafından belirleneceği. Bu kurallara riayet edilmesini hangi büyük güç teminat altına alacak? Küresel kuralların belirlenmesi ve uyarlanması sürecinde Çin ve Hindistan’ın tam olarak nasıl bir rol oynaması öngörülüyor? Özetle, Ulusal Güvenlik Stratejisi birçok açık noktalara sahip. Örneğin toplam 129 eylem alanının arasında hangilerinin öncelikli olacağı, bunların hangi araç ve kaynaklarla gerçekleştirileceği gibi konulara da açıklık getirilmemiş.

Transatlantik İttifakının Öne Çıkarılması

Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni, güvenlik politikalarının yeniden düşünüldüğü, yeni koşullara uyarlandığı tamamlanmamış bir süreç olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Önemli bir zihniyet değişikliği ise askeri güç kullanımı konusunda kendini gösteriyor. Uzun bir süre siyasi ve güvenlik faktörü olarak ihmal edilen Alman Silahlı Kuvvetleri (Bundeswehr), yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Almanya’nın ve Avrupa’nın konvansiyonel savunmasının “temel köşe taşı” olarak nitelendiriyor. Ukrayna savaşının Berlin’deki bazı karar alıcıların Almanya’nın güvenliğine daha gerçekçi bir gözle bakmasını sağladığını söyleyebiliriz. Güvenlik politikalarında artık öncelik NATO odaklı askeri savunmaya verilecektir. Yeni güvenlik belgesi aynı zamanda Almanya’nın nükleer silah politikasına yönelik tutumundaki değişikliği de yansıtıyor. Örneğin 2021 yılında nükleer caydırıcılık ve nükleer savunma sistemine katılımın çağın ihtiyaç ve gereklerine uygun olup olmadığı tartışılıyorken, yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde NATO’nun nükleer caydırıcılık kabiliyetinin Avrupa güvenliğinin vazgeçilmez bir unsuru olduğunun altı çiziliyor.

Ulusal Güvenlik Stratejisi, Almanya’nın transatlantik ittifaka bağlılığının artacağına işaret ediyor. Almanya’nın, AB’nin öz savunma çabalarının önemli bir destekçisi olmakla birlikte artık AB’den çok NATO’ya bel bağlayacağı anlaşılıyor. Örneğin Fransa’dan farklı olarak Almanya, muhtemelen çok fazla bağımsızlıkçı ve anti-Amerikancı algılanabileceği kaygısıyla, “Avrupa Stratejik Otonomisi” terminolojisini benimsemedi, onun yerine daha ılımlı “Avrupa egemenliği” terimini tercih etti.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde sadece beş devlet anılıyor: Rusya’dan bir kez, Çin ve İsrail’den iki kez, ABD’den üç kez, Fransa’dan ise beş kez bahsediliyor. Rusya baş tehdit, Çin hem ortak hem rakip ve sistemik hasım olarak tanımlanırken, İsrail’in güvenliğinin Almanya’nın güvenlik meselesi olduğuna vurgu yapılıyor. Fransa’ya yönelik övgü dolu bir dil kullanılmakta, ancak bunun iki ülke arasındaki görüş ayrılıklarının dengelenmesi için kullanıldığını söyleyebiliriz. Zira Berlin’in Avrupa öz savunması konusundaki tutumunun, Avrupa’nın özerkliğine vurgu yapan Paris’te pek hoş karşılanmadığı biliniyor. Mevcut Fransız-Alman ilişkileri, savunma konusundaki görüş ayrılıkları da dahil olmak üzere, birçok siyasi ve iktisadi konuda (örneğin nükleer enerji konusunda) ayrışmayı içeriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Ukrayna’nın NATO üyeliği için bastırırken Almanya Şansölyesi Olaf Scholz bu konuda suskunluğunu koruyor. 

Almanya’nın ortaklarından sadece ikisinin -AB içinde Fransa, NATO’da ise ABD- özellikle vurgulanması, Almanya’nın gücünün sadece bu iki ülkeyle iş birliğinde yatmadığı gerçeğinin göz ardı edilmesi anlamına geliyor. Aynı derecede önemli olan İngiltere, Polonya ya da İtalya’nın yanı sıra Hollanda ile -ekonomik anlamda- ve Baltık ülkeleriyle -örneğin Rusya’nın dış ve güvenlik politikası bağlamında- ilişkilerin konu edilmemesi, Ulusal Güvenlik Stratejisi ile ilgi -bizim de katıldığımız- bir başka eleştiri konusu.

Türkiye’ye Bakış

Aynı şekilde Türkiye’den de bahsedilmemesi, ülkenin askeri gücü ve bölgesinde oynadığı rol göz önünde bulundurulduğunda, güvenlik belgesi için büyük bir eksik. Ancak güvenlik belgesinde özellikle iki konu Türkiye’yi ilgilendiriyor. Bunlardan ilki AB entegrasyonu ve genişlemesi konusu. AB’nin bütünleşmesi, uyumu ve genişlemesi ile ilgili hedefler -ilk etapta Batı Balkan ülkelerinin, Ukrayna ve Moldova’nın, gelecekte ise Gürcistan’ın Birlik’e alınması konusundaki kararlılık vurgulanıyor- yakın gelecekte Türkiye’nin AB üyeliğinin düşünülmediğini gösteriyor. Buradan Almanya’nın önceliğinin Doğu Avrupa ve Balkanlar olduğunu, Kafkasya’yı da dikkate aldığı çıkarımı yapılabilir. Kafkaslara olan ilgi, Berlin’in Azerbaycan ile Ermenistan arasında arabuluculuğa soyunmasıyla tescilleniyor. Berlin’in arabuluculuğu, Bakü’de Fransa’nın Ermenistan yanlısı tutumunu dengeleyeceği beklentisiyle olumlu karşılanıyor. Dolayısıyla, Almanya’nın Türkiye’nin coğrafyasında etkinlik göstereceği öngörülebilir.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Türkiye’yi ilgilendiren bir başka konu ise demokrasi ve hukuk vurgusu. Örneğin silah ihracatı kararlarında alıcı ülkedeki insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularının özellikle dikkate alınacağına, Almanya’nın ölçütünün insan haklarının evrensel geçerliliğine ve insan haklarına bağlılığın etik bir zorunluluk olduğuna dair vurgusu ikili ilişkileri etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye-Almanya ilişkilerinde -Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları sağlanmadığı sürece- atılım beklenilmemeli. Örneğin Gümrük Birliği, vize muafiyeti ve AB ile üyelik müzakerelerinin devamı konusunda iyimser olmak için bir neden yok.

Tedarik zincirlerinin güvenliğine vurgu yapılması ve yeniden düzenlenmesinin öneminin dillendirilmesi de Türkiye ekonomisi açısından hayati önem taşıyor. Tedarik zincirlerinin -şirketlerin sorumluluğunda olduğu söylense de- yeniden düzenlenmesinde siyasi kıstasların da rol oynayacak olması, Türkiye ekonomisi için birçok zorluğu beraberinde getiriyor. Örneğin, 2023 yılında yürürlüğe giren Tedarik Zincirleri Yasası, üretim süreçlerinde çevrenin korunması, hava kirliğine sebebiyet verilmemesi, toprağın ve su kaynaklarının kirletilmemesi ve atıkların çevreye zarar verecek şekilde taşınmaması gibi hükümleri içeriyor. Üretimini ve ihracatını artırmak isteyen Türkiye’nin Almanya ile olan ticari ilişkilerini geliştirmek için artık iş sağlığı ve güvenliği, çocuk işçiliğiyle mücadele ve çevre koruma alanında da adımlar atması gerekecek.

Sonuç olarak, Türkiye-Almanya ilişkilerinin son 20-30 yılda olduğu gibi yoğun bir gündeme sahip olacağı, ancak masadaki dosyaların kısa hatta orta vadede sonuçlandırılmasının gerçekçi olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.