Cinsellik kötü bir sırra, bir tabuya dönüşmüş bu memlekette!

Cinsellik kötü bir sırra, bir tabuya dönüşmüş bu memlekette!
Benim için derinlikli duyguları evrensel bir çizgide anlatan farklı bir sinemacı. Çok iyi bir senarist ve unutulmaz filmlerde onun hikayeleri var. Karakterleri geçmişinden kopuk anlatmıyor ve insanda geçmişten bugüne kalan hayat...

Benim için derinlikli duyguları evrensel bir çizgide anlatan farklı bir sinemacı. Çok iyi bir senarist ve unutulmaz filmlerde onun hikayeleri var. Karakterleri geçmişinden kopuk anlatmıyor ve insanda geçmişten bugüne kalan hayat izlerinin peşine düşüyor. Filmlerinde karakterlerin psikolojik çözümlemesini ve duygusal gelgitlerini bir nakış gibi işliyor. Ümit Ünal, Yeşilçam sinemasında başlayan yolculuğundan bugüne edindiği tecrübelerle kendi hikayelerinin peşinden giderek bağımsız ve tek başına olmayı seçti. Senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı son filmi ‘Aşk, Büyü Vs.’ İstanbul Film Festivali’nden en çok ödülle çıkan yapım oldu. Haberi alır almaz kendisini tebrik ederek bir röportaj yapmak istedim. İskoçya’da olduğu için ödül törenine katılamayan Ümit Ünal ile mail üzerinden bir röportaj gerçekleştirdik.

◼ Ümit Bey 39. İstanbul Film Festivali’nin galibi sizsiniz En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu dallarında ödülleri Aşk, Büyü Vs. filminiz aldı. Tebrik ederim. Böyle bir sonuç bekliyor muydunuz, heyecanınızı ve duygularınızı paylaşır mısınız?
Bir yarışmaya giren her yönetmen gibi ben de film ödül kazansın istiyordum elbette. Ama daha önce festival sonuçlarından çok canı sıkılmış bir yönetmen olarak beklentimi düşük tutmaya çalışıyordum. Kendimi “Sosyal medyada seyirci tepkisi çok güzel oldu, asıl ödül bu” diyerek avutuyordum. En İyi Senaryo ve oyuncu ödülleri değil ama En İyi Film Ödülü gerçekten sürpriz oldu. Jüriye çok teşekkür ederim, cesur bir karardı. Bu zor günlerde festivali düzenleyen IKSV’ye ve festival direktörü Kerem Ayan’a da çok teşekkür ederim elbette. Tabii ki yapım ortağım Tayfur Aydın, ortak yapımcımız Fuat Volkan, Görüntü Yönetmeni Türksoy Gölebeyi, Sanat Yönetmeni Elif Taşçıoğlu ve maddi karşılık beklemeden gelip destek olan tüm ekip ve tüm oyuncularımız olmasa bu filmi yapamazdım. Bu başarı aynı zamanda onların başarısı.
Peki aşk bir büyüye bağlıysa, aşk ne
kadar gerçek?
◼ ‘Aşk, Büyü Vs.’ filminin hikayesi nasıl ortaya çıktı?
İnanç meselesi benim yıllardır kafamı kurcalayan bir konu.‘Nar’ da biraz bunun üzerineydi. Hayatımızı yöneten şeylere duyduğumuz inanç ya da inançsızlık. Batıl bir inanç, bir saçmalık olarak gördüğümüz büyü gerçek olabilir mi? Peki aşk bir büyüye bağlıysa, aşk ne kadar gerçek? Bunları düşündüm hikayeden önce. Günümüz koşullarında, çok az oyuncu ve ufak bir ekiple adada geçen bir hikaye tasarlamak istedim. Ufak bir bütçe ve az çekim günü ile hareket etmek zorundaydım. Bahsettiğim fikirlerle hayatın gerçekleri kesişince bu hikaye ortaya çıktı.
◼ Hikayede aşkı iki kadın arasında işlemeyi neden tercih ettiniz? Diğer filmlerinizde de görülüyor bu durum sebebi nedir?
34 yıl önceki ilk senaryomdan beri ezilen, azınlıkta ve kenarda kalan, Türkiye’nin baskın çoğunluğunu oluşturan erkek “normal”in dışındaki karakterler ilgimi çekti. En büyük azınlık olan kadınların ya da LGBT bireylerin hikayelerini onlara dışarıdan bakarak, kalıplaştırarak değil, içeriden anlatmayı istedim. Bunun tek bir sebebi var mı bilmem ama kendimi hayatta koyduğum yerle, hayata bakışımla ilgisi vardır herhalde.
◼ Oyuncularınızı nasıl seçtiniz, filmin atmosferi ve çekimlerinden bahseder misiniz?
En baştan beri Ece ve Selen vardı, senaryoyu onlar için yazdım ve senaryo biter bitmez, hatta daha yazım aşamasında paylaştım. Ayşenil ve Emrah çok sevdiğim oyuncular, teveccüh gösterip birer günlük roller için filme misafir oyuncu oldular. Uygar ile ilk kez bu filmde tanıştık ama tanımaktan ve çalışmaktan çok mutlu olduğum bir oyuncu oldu. Adada, geçen yaz, beklenmedik bir şekilde serin ve ferah günlerde çektik filmi. Ben 2016’dan beri Büyükadalı’yım. Yaz kış orada yaşıyorum. Filmi adaya göre yazdım, her gün yürüdüğüm sokaklar, dışından gördüğüm evlere göre… Adanın çok sevdiğim sokakları, doğası, martıları, kedileri, köpekleri… güzel mimarisi filmin fonunda yaşayan oyuncuları oldu.
Ahlak, iktidar vb.
ne derse desin doğa bildiğini okuyor
◼ Aşk aşktır ve bir duygudur kimle kimin arasında yaşanacağını ve duygunun ne olduğunu bilemezsiniz. Neden bu kadar sınıflandırıyoruz aşkı ve her şeyi… Aşk bununla yaşanır, bununla yaşanmaz gibi neden kurallar koyuyoruz?
İnsanların, güç sahiplerinin koydukları kuralların hepsi kaygan, geçici. Zaman içinde, toplumdan topluma değişiyor. Cinselliğe ve aşka karşı tavrımız yaşadığımız çağın ve ülkenin, hatta şehrin önyargıları ve şartlanmalarıyla şekilleniyor. Toplumun yaşam biçimi, geçirdiği travmalar, yönetenlerin tutumu ve daha bir sürü etken ahlak anlayışını şekillendiriyor. Ama bir de insan doğası var. Ahlak, iktidar vb. ne derse desin doğa bildiğini okuyor. Bir kadın bir erkek, iki erkek, iki kadın, kısaca iki insan bir araya gelmek istiyorsa, çevrelerine duvar da örseniz, dikenli tel de çekseniz her şeye rağmen bir araya geliyorlar. Aşk dünyanın en baskıcı toplumlarında bile kurallara, inançlara, cezalara hatta ölüme bile meydan okuyor. Bu, insanlığın başlangıcından beri böyle. O yüzden sansür acıklı, sonuçsuz bir şey.
Bir insanın içinde doğduğu ve yetiştiği sınıf şartları bütün hayatını belirler
◼ Sınıfsal çatışmalar bütün filmlerinizde belirgin bir şekilde var. Sınıfsal farklılıklar aşkı hissetme ve yaşama duygusunu ne kadar etkiliyor?
Bir insanın içinde doğduğu ve yetiştiği sınıf şartları bütün hayatını belirler. Eğitimini, hayattan aldığı zevki, kültürünü, sağlığını, hatta nasıl öldüğünü sınıfsal koşulları dayatır. Cinsel sınırlar da sınıfsaldır. Türkiye gibi ülkelerde “sınıf” sadece gelir derecesine de bağlı değil bir şekilde. Sınıflararası geçiş daha mümkün, yoksulluktan gelip çeşitli mekanizmalara uyarak çok çabuk “sınıf atlamak”, zengin olmak mümkün. Utanmaktan vazgeçmek ve yırtıcı olmak yeterli gibi. Ama yeni zengin insanlar, eski sınıf alışkanlıklarını olduğu gibi yeni hayatlarına taşıyorlar. Bir kültürleri yok, okumuyorlar. Lüks sitelerde yaşayıp, milyonlarca liralık arabalar kullanıyorlar ama hala mağdur, ezik hissettiklerini gözlemek mümkün.
LGBT temalı filmler sinemada iş yapmaz
TV’ye satılamaz
◼ Ülkemizde eşcinseller üzerinde devletin ve toplumun ciddi bir baskısı var. Dijital platformlar bu tarz içeriklerden dolayı uyarılar alıyor hatta projeler iptal ediliyor. Bu baskılar sinema sektöründe ne durumda ve siz bu baskıyı hissediyor musunuz?
Yani bu film için büyük bir yapım şirketine gitmememin, hatta gitmeyi düşünmememin sebebi elbette bu. Burada ahlaki bir baskıdan çok ticari bir çekinceden bahsedilebilir. LGBT temalı filmler sinemada iş yapmaz TV’ye satılamaz. Çünkü bizim toplumumuz ikiyüzlü bir toplum. Hem her tür yaramazlığı yapmak hem de uslu çocuk gibi görünmek istiyor herkes. Yaşanabilecekler yaşansın ama konuşulmasın, görülmesin. Cinsellik kötü bir sırra, bir tabuya dönüşmüş bu memlekette. Bu kadar kadın cinayetinin, bu kadar çocuk ve hayvan tecavüzünün olması şaşırtıcı değil.
◼ Türkiye’den ayrıldınız mı, nerede yaşıyorsunuz ve nasıl bir dünya kurdunuz, nereye ait hissediyorsunuz kendinizi?
Kendimi en çok kitapların ve filmlerin dünyasına ait hissediyorum. Memleket, köken olarak soruyorsanız Ege’de doğdum büyüdüm, oralara, zeytinlere, incir ağaçlarına, taş evlere aitim. Türkiye’den ayrılmadım. Biraz memleket gündeminden uzakta kafa dinlemek, biraz da iş konusunda yeni bir açılım sağlarım umuduyla üniversiteden arkadaşımın davetiyle İskoçya’ya geldim. Üniversite yakınında 1+1 bir öğrenci evinde kalıyorum. Aslında bir ayağım İstanbul’da olacaktı, iş durumlarına göre sık sık gelip gitmeyi planlıyordum. Ama salgın şartları yüzünden kalışım altı ayı geçti. Evimi, kedimi, adayı özledim.
Yaratıcı kontrolün tamamen bende olduğu işlerde daha başarılı oluyorum
◼ Yeşilçam’da başlayan sinema yolculuğunuzdan bugüne kendinizi hangi çizgide ve nasıl bir yönetmen-senarist olarak tanımlarsınız?
İnişli çıkışlı bir meslek hayatım oldu. Her yönetmen gibi iyi filmler de yaptım, kötü filmler de. Bence hikaye aşamasından itibaren kendi geliştirdiğim, yaratıcı kontrolün tamamen bende olduğu işlerde daha başarılı oluyorum. 9, Ara, Nar, Anlat Istanbul, Sofra Sırları ve şimdi Aşk, Büyü vs en sevdiğim işlerim. Bütün işlerimde seyirciyle dürüst, manipülasyona değil karşılıklı bir ilişkiye “dertleşmeye” dayalı bir ton tutturmaya çalıştım. Bir kısım seyirci, o dürüstlükten anlamıyor, samimiyeti ağır buluyor, başka filmlerde alıştığı yalan dünyaya kaçmak istiyor. Ama sanırım ne demek, ne yapmak istediğimi anlayan bir grup seyirciyle çok iyi anlaşıyoruz.