Modern Dünyanın ve İnsanın İhtiyacı: Sosyal Sermaye ve Kalkınma
* HALİL İBRAHİM AYDIN
İnsanlar her daim çevresinde ve yaşadığı coğrafyada olup bitenlerle ilgilenmek ve mümkünse katkı sağlamak için çalışmalıdır. Gerçekleşen olayların ya da yaşanılan sorunların bireysel gayret ile çözülmesi çok kıymetlidir. Ancak, birlik ruhu ile güven ekseninde değer sağlamak gelişme sürecine daha büyük katkı sunacaktır. Söz konusu güvene dayalı birlik ruhunu en iyi açıklayan kavramların başında sosyal sermaye gelir. Farklı disiplinlerin odağında olan bir kavram olmasına karşın özellikle ekonomik kalkınma ekseninde düşünmek ve değerlendirmek muhtevası itibarıyla daha anlamlıdır.
Meslek hayatımın henüz başlarında ülkelerin ve bölgelerin gelişmişlik farklılıklarına dair kütüphanede araştırma yaparken, masamın üstündeki kitapları gören bir arkadaşım sessizce “Kalkınma, ekonominin şiiridir” diyerek bana bambaşka bir pencere açmıştı. Bilinçli bir söylem miydi yoksa edebi bir saikle mi ifade edildi bilemiyorum ancak çok anlamlı olduğu aşikâr. Kalkınma süreci en az şiir kadar hassas ve incelik isteyen bir meseledir. Özünde insana dokunması hasebiyle toplumların, firmaların ve devletlerin ana gündemlerindendir.
Geçen zaman içerisinde büyüme, kalkınma, modernleşme, sanayileşme gibi kavramlar eşanlamlı olarak kullanılmış olsa da aslında aralarında önemli farklılıklar söz konusudur. Bilhassa büyüme ve kalkınma arasındaki farklılıkların belirtilmesi elzemdir. İktisadi büyüme en yalın haliyle, fert başına reel hasılada meydana gelen sürekli artış ve nicel bir değişim şeklinde açıklanabilirken, kalkınma ise büyümeyi de içine alan siyasi, sosyal ve kültürel parametrelerdeki değişim, gelişim olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda kalkınma, nitel ve daha kompleks bir olgudur. Herhangi bir ülkede kalkınma süreçleri tam olarak gerçekleşmeden büyüme yaşanabilir ama kalkınma için belli bir düzeyde büyümenin olması şarttır. Tersten açıklamak gerekirse, her kalkınmış toplum mutlaka belirli bir düzeyde büyümüştür ancak iktisadi olarak büyüyen her ülkenin kalkındığı söylenemez. Hiç şüphe yok ki bütün ülkeler tam anlamıyla büyümek ve kalkınmak ister. Çünkü kalkınma ile hedeflenen, insanların hayat seviyelerini daha anlamlı ve iyi bir noktaya ulaştırmaktır. O halde bu yolda ilk olarak iktisadi büyüme, akabinde ise bilhassa kalkınma için çaba gösterilmelidir.
Her ülke kalkınma noktasında bazı avantajlara ya da dezavantajlara sahiptir. Kimi ülkeler zengin doğal kaynaklara sahipken, bazı ülkelerin ise genç dinamik nüfusu vardır. Bu noktadan hareketle kalkınma süreçlerini; sermaye, nitelikli insan kaynağı, teknoloji ve doğal kaynaklar gibi unsurlar belirler. Kalkınma, muhtevası itibarıyla geniş bir olgu olduğu için ekonomiden siyasete hatta kültürel hususlara değin tüm unsurlarla etkileşim içindedir. Özelleştirmek gerekirse, piyasa büyüklüğü, fiyat ve finansal istikrar, bilimsel gelişmeler, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve hatta diplomasiye kadar birçok alanla yakından ilişkilidir. Nobel Ekonomi Ödülü’nü (1998) alan Amartya Sen’in Özgürlükle Kalkınma isimli eserine burada ayrıca vurgu yapmak isterim. Sen’e göre, kalkınmanın en etkin aracı özgürlüktür ve asıl amacı da özgürlük olmalıdır. Çünkü özgür insan önce kendi dünyasına sonra da yaşadığı dünyaya ve insanlara katkı sunar. Özgür doğan insanın onuruna yakışır bir hayat yaşaması gelişmişlik meselesidir. Kalkınmanın odağı ve özü insandır. Doğal olarak insana dair acıların, yoksulluğun, yoksunluğun, eğitim, sağlık gibi tüm sorunların giderilmesi de buna dahildir. Öznenin öneminden dolayı tıpkı şiir gibi kalkınma süreci de ince işçilik gerektirir.
Kalkınma insanlık için son derece anlamlı ve değer dolu bir kavramdır. Özellikle geçinebilirlik, onur ile özgürlük en önemli hususlardır. Herhangi bir toplumda kişinin özgür bir şekilde ve net olarak kendini ifade edebilmesi de gelişmişlik meselesidir. Yaşam süresi, okuryazarlık, işsizlik, kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasıla, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, eğitim, sağlık, teknoloji, gelir dağılımı gibi çok sayıda gösterge kalkınma için önemli ve anlamlıdır. Gelişmiş bazı ülkeler incelendiğinde, bir gelişmişlik göstergesi olarak çalışma saatlerinde ve günlerinde revizyona gitmek kaydı ile vatandaşlarına boş zaman oluşturdukları görülür. Hafta içi mesai gününün beşten dörde düşürülmesindeki maksat, insanların sosyal ve kültürel hayatlarına katkı sunmaktır. Çünkü kalkınma, iktisadi büyümenin, matematiğin ve rakamların ötesidir. Bir nevi kültür, ahlak ve yaşayış biçimidir. Yeşil ormana ilgi, mavi sulara sevgi, doğayla ve insanla olan ilişkidir, filhakika şiirin özü, sanatın resmidir.
Ülkelerin kalkınma düzeylerini ölçebilmek adına zaman içerisinde farklı ölçümler ve yöntemler geliştirilmiştir. Kalkınma düzeyinin ölçülmesi noktasında kişi başı gelir düzeyi, fiziksel yaşam kalite endeksi ve insani kalkınma endeksi açıklayıcı değişken olarak kullanılmıştır. Bu göstergeler içerisinde en anlamlı sonucu veren Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan insani gelişme endeksidir. Bu endeks hem ekonomik hem de sosyal kalkınma süreçlerini göz önüne alan çok boyutlu bir yapıdadır. İnsani gelişme endeksinde üç temel kriter vardır. Bunlar; uzun ve sağlıklı bir ömür, eğitim ve bilgi birikimi, insana yakışır hayat koşullarıdır. Konunun biraz daha netleşmesi için bu göstergenin alt parametrelerinin irdelenmesi de elzemdir. Doğumda yaşam beklentisi, yetişkin okuryazar oranı, okullaşma oranı, kişi başına reel gayrisafi yurtiçi hasıla gibi faktörler de ülkelerin gelişmişlik sıralamasının yapılmasında rol oynarlar. UNDP tarafında en son yayımlanan İnsani Gelişme Raporu 2023/2024 Genel Bakış isimli metnin alt başlığının “Tıkanıklığı Aşmak: Kutuplaşmış Bir Dünyada İşbirliğini Yeniden Şekillendirmek” olması dikkat çekicidir. Küresel düzlemde kutuplaşmalar nedeniyle içe dönen ülkeler, jeopolitik belirsizlikler ve dünyada giderek derinleşen eşitsizlikler, ülkeler arasındaki dengesizliklere etki etmektedir. Hiç şüphe yok ki bu sorunlar ancak insanların, ülkelerin bir araya gelerek, işbirliği içerisinde çözebilecekleri konulardır.
Sosyal Sermaye
Tüm bu sorunların kısa özetini şair, “İnsanlar, insanların içinde, insana hasret yaşarlar” şeklinde ifade eder. Bu hasretin bitmesi, küresel sorunların çözülmesi, tıkanıklıkların aşılması, belki de en önemlisi eşitsizliklerin, adaletsizliklerin bertaraf edilmesi için güvene dayalı ilişkilerin, iletişimin artırılması gereklidir. Bu durumu en iyi açıklayan kavram sosyal sermayedir. Bu olgu ülkelerdeki sosyal yapıları tutkal misali güçlü kılarken, kalkınma sürecine de katkı sunar. Müreffeh bir toplum ve dünya için kritik rol üstlenir. Bu kavramı ilk defa Lyda J. Hanifan, insanların yaşamındaki iyi niyet, dostluk, sempati gibi durumlar ile toplumsal ilişkiler perspektifinden ele almıştır. Sonraki zamanlarda ise Bourdieu, Coleman, Putnam ve Fukuyama gibi isimler sosyal sermaye olgusunu detaylandırarak kaleme almışlardır. Sosyal sermaye, insanların bir başlarına yapabileceklerinden fazlası olarak düşünülmelidir. Ortak bir şekilde yapılacak faaliyetlere önem atfeder. Bu olgu ile sosyal ilişkiler ön plana alınırken, bu ilişkilerin sosyo-ekonomik etkilere sahip olmasının altı çizilir. Bu minvalde, sosyal sermayeyi etkileyen unsurlar güven, ağlar ve normlardır. Burada özellikle güven hususuna ayrı bir pencere açılmalıdır. Zira toplumdaki güven düzeyinin yüksekliği kalkınma için hayatidir. Sosyal yapıda güven düzeyi yükseldikçe daha özgür ve müreffeh bir toplum oluşur. Bu noktada, kalkınma için sosyal sermaye son derece değerli bir olgudur. Herhangi bir ülkede sosyal sermaye düzeyi yükseldiğinde o ülkede işlem maliyetleri düşer, bürokrasi azalır, yolsuzluk sorunu çözülür, yoksulluk azalır, hatta yatırımlara en nihayetinde topluma, insanlara olumlu katkı sunar. Ayrıca demokrasi noktasında da değer sunarak bir bütün olarak toplumsal ve ekonomik faydalar sağlar. Özellikle beşerî sermaye ve sosyal sermaye birbirlerini tamamlayarak kalkınma sürecine değer sunarlar. Sosyal sermaye, sosyal yapıyı adeta tutkal gibi bir arada tutar ve güven, birlik beraberlik hissiyatı ile ortak çalışmaya imkân tanır. Özetle, sosyal sermaye ile anlatılmak istenen güvene dayalı iletişimin değerli bir kazanım ve kalkınma için de elzem olduğudur. Bu bağlamda, sosyal sermaye bölgelerarası dengesizlikleri gidermek suretiyle kalkınma sürecine katkı sağlarken, küresel anlamda ise dünyada yaşanan tıkanıklıkları aşmak ve kutuplaşmış dünyada işbirliğini yeniden şekillendirmek adına son derece anlamlıdır. Hâsılı kelâm, makro ölçekte yaşanan küresel tüm sorunların, mikro ölçekteki tezahürleri de dahil olmak üzere, eşitsizlikler ve adaletsizliklerin son bulması için dünyanın ihtiyacı olan şey sosyal sermaye ve kalkınmadır. İnsanların yaşadıkları topluma, kurallara, kurumlara olan güvenini besleyici, destekleyici politikalar geliştirilmeli ve sosyal sermayenin toplumsal rolü ile kalkınma serüvenine katkı sunulmasının yolu açılmalıdır.
Kemal Tahir’in Kurt Kanunu isimli eserinde belirttiği ve adeta modern zamanda doğal düzen haline gelmiş olan “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” sözüne karşı bir direniştir sosyal sermaye ya da Kemal Sayar’ın “İnsan insanın kurdu değildir, bizim irfanımızda. İnsan insanın yurdudur” ifadesinin karşılığıdır. Sosyal sermaye, kutuplaşmış dünyada işbirliği içinde sorunları çözmenin yoludur. Güven içinde ilişki ve iletişim kurarak refah içinde yaşamanın yol haritası, kalkınmanın kilit ve kritik aşamasıdır. Bu manada, insanların ihtiyacı olan sosyal sermaye ve kalkınma için gayret gösterilmeli, çalışılmalı, insanlar ve ülkeler arasındaki eşitsizlik ve adaletsizlikler giderilmelidir. Sözün özü, modern zamanın, dünyanın, insanların ihtiyacı güvene dayalı ilişkiler, sosyal sermaye ve kalkınmadır.