NATO’nun Genişlemesi ve Jeopolitik Yansımalar

NATO’nun Genişlemesi ve Jeopolitik Yansımalar
Finlandiya’nın ardından İsveç’in de NATO’ya katılması, ittifakın yeteneklerinde önemli bir artış sağlayacaktır. Ancak NATO için bunlardan daha önemlisi, bu devletlerin jeopolitik konumlarıdır.Rusya’nın Ukrayna’da 24...
Finlandiya’nın ardından İsveç’in de NATO’ya katılması, ittifakın yeteneklerinde önemli bir artış sağlayacaktır. Ancak NATO için bunlardan daha önemlisi, bu devletlerin jeopolitik konumlarıdır.

Rusya’nın Ukrayna’da 24 Şubat 2022’de başlattığı savaşla birlikte değişen Avrupa güvenliği, İsveç ile Finlandiya’nın yıllardır devam eden askeri tarafsızlık stratejilerinden vazgeçmelerine ve NATO’ya katılım yönünde politika izlemelerine neden oldu. Bu noktada Finlandiya Nisan 2023’te NATO’nun yeni üyesi olurken, Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Ocak 2024 tarihinde İsveç’in NATO’ya katılımına onay veren protokolü kabul ederek ittifak için yeni bir süreci başlattı. İsveç’in üyeliği konusunda Ankara’nın var olan çekinceleri 20 ay boyunca devam eden çok boyutlu siyasi müzakerelere yol açsa da artık bu sürecin olası jeopolitik yansımaları çok daha önemli hale geldi.

Türkiye’nin NATO’daki Konumu

Türkiye’nin aylarca İsveç’in üyeliği konusunu geciktirmesi ve çok boyutlu müzakereler yürütmesi, Ankara’nın NATO içerisindeki konumunu tekrardan gündeme getirdi. ABD ve Avrupa Birliği yasalarına göre de bir terör örgütü olarak tanımlanan PKK’nın İsveç’te rahatlıkla faaliyet göstermesi, Türkiye’nin itirazının ana sebebiydi. Türkiye’nin vurguladığı nokta, NATO’nun her üyesinin birbirlerinin güvenlik kaygılarını ciddiye alması gerektiği ve İsveç’in de NATO’da yer alabilmesi için Türkiye’nin kaygılarına yönelik bir hamle yapmasıydı. İsveç’in geçen yıl yürürlüğe giren yeni terörle mücadele yasası da dahil olmak üzere aldığı bir dizi karar ve düzenleme, Ankara’yı tam olarak tatmin etmese de bazı endişelerini hafifletmeyi başardı.

Ankara açısından bir başka kazanım ise silah ambargolarının kaldırılması oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2019’da Suriye’ye düzenlediği askeri harekâtın ardından hem Finlandiya hem de İsveç, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamıştı. Ortadoğu’daki güvenlik denkleminden uzaktaki bu iki devlet, benzer bir tehditle karşılaştıkları dönemde politikalarını da değiştirdiler. Bu iki ülkenin NATO’ya katılım süreci, Türkiye’nin savunma tedariki konusundaki seçeneklerini artırmasına yol açtı. Önceki yıllarda İsveç ile yaşanan gerilim ise aynı ittifak içerisinde tersine çevrilebilir. İsveç’in terör örgütleriyle arasına mesafe koymaması ve Ankara’nın aleyhine eylemlerine devam etmesi halinde, NATO içerisinde İsveç lehine alınabilecek kararlar Türkiye tarafından engellenecektir.

Kore Savaşı’nda ağır bedeller ödeyerek 1952’de NATO üyesi olan Türkiye, bu geniş güvenlik ittifakının en önemli ortaklarından biridir. Askeri imkân ve kabiliyetleriyle NATO plan ve operasyonlarına oldukça önemli katkılar sunmaktadır. İttifakın en büyük ordularından birine sahiptir. Batılı ülkelerdeki güvenlik bürokrasisi yahut doğrudan NATO askeri çevresi Ankara’nın bu önemine zaman zaman vurgu yapsa da Batı kamuoyu ve çeşitli siyasi aktörler Türkiye’ye haksız eleştiriler getirmektedir. Avrupa’daki Türkiye karşıtı grup ve lobiler, farklı bir ülke profili oluşturmaktadır. Bu konuda Türkiye’nin lobi faaliyetlerini artırarak, kendisini daha iyi anlatma ve tanıtma ihtiyacı giderek önem kazanmaktadır.

Sürecin Jeopolitik Sonuçları

Soğuk Savaş’ın bitmesinden günümüze kadar, 2023’te gerçekleşen Finlandiya’nın üyeliğiyle birlikte, NATO altı kez genişleme süreci yaşadı. 1999’da Macaristan, Çekya ve Polonya; 2004’te Litvanya, Letonya, Romanya, Slovakya, Bulgaristan, Slovenya ve Estonya; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan NATO üyesi olarak ittifaka dahil oldular. Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’daki genişleme dalgası 2017’de Karadağ’ın, 2020’de Kuzey Makedonya’nın ve 2023’te Finlandiya’nın üye yapılmasıyla devam etti. Macaristan’ın onay verme süreci işleri bir süre daha geciktirecekse de bu yıl içerisinde İsveç’in 32’nci NATO üyesi olması beklenmektedir.

Hem Finlandiya hem de İsveç, modern ve iyi donanımlı silahlı kuvvetlere sahipler. Özellikle deniz kuvvetleri ve havacılık konusunda iyi durumdalar. Ayrıca her iki ülke de 2022’den itibaren yüksek askeri harcamalar yaparak ordularını geliştirmeye devam etmektedir. Özellikle İsveç’in ittifaka somut fayda sağlayabileceği iki güçlü alan olduğu tahmin edilmektedir. Birincisi, NATO’nun askeri-endüstriyel kapasitesini artıracak olan İsveç’in gelişmiş savunma sanayiidir. İkincisi ise İsveç’in özel sektördeki yüksek düzeydeki teknolojik şirketleridir. Bu sebeple Finlandiya’nın ardından İsveç’in de NATO’ya katılması, ittifakın yeteneklerinde önemli bir artış sağlayacaktır. Ancak NATO için bunlardan daha önemlisi, bu devletlerin jeopolitik konumlarıdır.

NATO’nun önceki yıllarda geliştirdiği projeksiyonlarda Estonya, Letonya ve Litvanya, ittifakın stratejik “aşil topuğu” olarak görülmekteydi. Bu üç Baltık ülkesi doğuda Rusya, güneydoğuda Belarus, batıda ise Rusya’nın eksklavı olan Kaliningrad arasında sıkışmış durumda olarak tasvir edildi. Rusya’nın konvansiyonel bir saldırısı durumunda, bu Baltık devletlerinin diğer NATO müttefikleriyle bağlantısının kesilebileceği öngörülmekteydi. Bu tarz bir senaryoda NATO derin bir ikilemle karşı karşıya kalacaktır. Bu noktada ya Moskova’nın oldubittisini kabul ederek tüm güvenirliğini kaybedecek ya da nükleer silahları kullanma tehlikesi de dahil Rusya ile geniş çaplı bir savaş riskini göze alacaktır. Ancak Finlandiya’nın ittifaka katılımı ve İsveç’in yaklaşan NATO üyeliğiyle birlikte, kuzeydoğu Avrupa’daki askeri stratejisini kapsamlı şekilde değiştirecektir.

Rus ordusunun Ukrayna’daki başarısız operasyonu göz önüne alındığında, Baltık ülkelerine dair bu tarz bir senaryonun gerçekleşmesi oldukça zor olsa da NATO açısından artık bu zayıflığın da ortadan kalktığı belirtilebilir. Baltık Denizi, fiilen ittifakın kendi iç denizi haline gelecek ve ‘NATO gölü’ olarak adlandırılacaktır. Yeni dönemde Finlandiya ve İsveç’in Baltık savunmasının ana sorumluluğunu üstlenmesi beklenmektedir. İsveç’in Baltık Denizi’nde bulunan stratejik Gotland Adası, NATO’nun bölgedeki kontrolünü kolaylaştıracaktır. Bölgedeki en büyük ada olan Gotland, sıklıkla ‘batmaz bir uçak gemisi’ olarak tasvir edilmektedir. Böylelikle Estonya, Letonya ve Litvanya’yı savunmak çok daha elverişli hale gelecektir. Ukrayna’nın ardından Moskova’nın Baltık ülkelerine yönelik bir operasyon ihtimaline karşı güçlü bir set çekilmiştir.

Bunlarla birlikte Kuzey Denizi’ni Baltık Denizi’ne bağlayan ana boğaz da tamamen NATO üyeleri tarafından kontrol edilecektir. Ayrıca ittifak için Kuzey Kutbu bölgesinde de bir stratejik kazanım elde edildi. Stockholm NATO’ya dahil olduğunda, Kuzey Kutbu’ndaki Rusya hariç sekiz ülkeden yedisi aynı ittifakın üyeleri olacaktır. İklim değişikliğinin yeni deniz yolları açması, değerli mineraller gibi kaynakların çıkarılmasına yönelik olanaklar, bölgeyi hem ticari hem de askeri açıdan giderek daha önemli hale getiriyor. Moskova’nın bölgeye yönelik artan jeopolitik ilgisi, NATO üyeleri arasında daha fazla işbirliğini getirecektir.

Rusya’nın Muhtemel Tepkisi

Vladimir Putin’in agresif genişleme politikası, başlangıçtaki amacının tam tersini ortaya çıkardı. Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş, Baltık bölgesindeki askeri güç dengesinin NATO lehine değişmesine yol açtı. Bölgedeki gelişmeler göz önüne alındığında Moskova, savunma pozisyonuna sokuldu. Ayrıca yeni dönemle birlikte Kaliningrad eksklavı, Rusya açısından daha problemli bir yer haline gelecektir. Sürecin en ilgi çekici sonucu ise Finlandiya’nın katılımıyla birlikte Rusya’nın NATO ile olan sınırının iki katından fazla genişlemesidir. Moskova’nın Ukrayna’da gerçekleştirdiği stratejik hata, onlarca yıllık bağlantısızlık geleneğine sahip ülkeleri bile NATO şemsiyesi altına girmeye sevk etti.

Sürecin başından itibaren Moskova, hem Finlandiya’nın hem de İsveç’in NATO’ya katılımını provokatif bir adım olarak nitelendirdi. Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev, Rusya’nın bölgedeki askeri gücünü artırarak karşılık vereceğini belirtti. Önemli deniz kuvvetlerinin Finlandiya Körfezi’ne konuşlandırılma potansiyelinden ve bölgedeki kara kuvvetleri ile hava savunmasının güçlendirilmesinden bahsetti. Baltık bölgesi için artık nükleer silahlardan arınmış bir statüden söz edilemeyeceğini belirtmesi, Rusya’nın hissettiği kaygıyı göstermesi açısından değerlidir. Ancak Baltık ülkelerinin temsilcileri Kaliningrad bölgesinde zaten nükleer silahların bulunduğunu hatırlatarak, Moskova’nın tehditlerini gereksiz bulduklarını açıkladılar.

Sonuç olarak Rusya’nın NATO’nun genişlemesine yanıt olarak yürüttüğü eylemlerin niteliği ve kapsamı henüz tam olarak belirlenmedi. Moskova, NATO’nun genişlemesini ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak görüyor ve buna karşılık güvenlik tedbirlerini artırabileceği uyarısında bulundu. 2014 yılında Kırım’ın işgalinin ardından Karadeniz’de yaptığı gibi Baltık Denizi’nde de askeri envanterlerini artırması muhtemel bir seçenek olarak gözükmektedir. Ancak ikinci yılını dolduran Ukrayna’daki savaş, Rusya açısından istediği yahut planladığı gibi gitmiyor. Bu sebeple Baltık’ta ya da herhangi bir bölgede yeni bir cephe açması olası gözükmüyor.