34. Ankara Film Festivali'nin ardından

Sinema gibi yaşamı anlatan ve geniş kitleler nezdinde büyük etkisi olan bir sanatın derinlikli ürünlerinin ifade ortamı olan film festivallerinin desteklenmesi, kültürel gelişme ve sanatın öneminin kavranması açısından da önemli. Ankara Film Festivali ekonomik ve konjonktürel zorluklarla baş ederken, Dünya Kitle İletişim Vakfı Başkanı İrfan Demirkol ve Festival Başkanı İnci Demirkol, yol arkadaşlarıyla beraber bu önemli festivalin seyirciyle buluşmasını sürdürüyorlar.

Ülkemizin başkenti Ankara’nın kurumsallaşmış film festivali 34. yılını geride bıraktı. İlk kez 1988 yılında gerçekleştirilen festivalin harcında, ülkemizin önemli aydınları Mahmut Tali Öngören ve Aziz Nesin’in önemli payları var. Aslında kısa filmin ve belgesel sinemanın en önemli festivallerinden olan, başlangıcını bu kategorilerde yapan Ankara Film Festivali’ne; süreç içinde Ulusal Sinema Bölümü de eklendi ve AFF’den ödül almak prestijli bir olgu oldu.

Sinema gibi yaşamı anlatan ve geniş kitleler nezdinde büyük etkisi olan bir sanatın derinlikli ürünlerinin ifade ortamı olan film festivallerinin desteklenmesi, kültürel gelişme ve sanatın öneminin kavranması açısından önemli. Ankara Film Festivali, ekonomik ve konjonktürel zorluklarla baş ederken, Dünya Kitle İletişim Vakfı Başkanı İrfan Demirkol ve Festival Başkanı İnci Demirkol, yol arkadaşlarıyla beraber bu önemli festivalin seyircisiyle buluşmasını sürdürüyor.

Ankara Film Festivali Kısa Film Yarışması’nda önceki yıllarda filmleriyle yarışıp daha sonra,  sinemamızın tanınan yönetmenleri olan pek çok sanatçı, filmleriyle AFF Ulusal Uzun Metraj Film Yarışmasında da yarıştılar. Bu yıl 34. AFF anlamlı bir günde 10 Kasım’da yapılan ödül töreniyle sona erdi ve kazananlara ödülleri verildi. Ayrıca festivalin 2 Kasım’daki açılış töreninde, “Aziz Nesin Emek Ödülü” Nur Sürer’e, “Sanat Çınarı Ödülü” Mustafa Ayaz’a ve “Kitle İletişim Ödülü” de Cahit Berkay’a takdim edildi. Bu yıl ikincisi verilen Vakıf Özel Ödülü ise, 76. Cannes Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü alan Merve Dizdar’a ve özgün, bağımsız yapıtlarıyla dikkati çeken genç yönetmen Burak Çevik’e verildi.

Bu yıl Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda 7 film yarıştı. Aslında seçici kurul 12 film belirlemiş, bu filmlerin beş tanesinin yönetmeni, çeşitli gerekçelerle festival başlamadan önce ulusal yarışma seçkisinden filmlerini çekmişlerdi. Başka yönetmenlerin yarışma şansını da engelleyen bu tavır, gerek festival gerekse de sinema yazarları tarafından eleştirildi.  Bu yıl yarışan ulusal yarışma filmleri hakkındaki izlenimlerimize aşağıda yer verelim.

CAM PERDE

Fikret Reyhan sinemamızın yeni kuşak yönetmenleri arasında öne çıkan bir sanatçı. 34. AFF’nin Ulusal Yarışma filmlerinden ve Reyhan’ın filmografisindeki üçüncü film olan “Cam Perde”, olgun sinema dili, etkili oyunculukları ile dikkati çeken bir yapım. 42. İFF’de En İyi Erkek Oyuncu ödülü ve Jüri Özel Ödülü de alan “Cam Perde”; AFF’de Jüri Özel Ödü ile yetinmek zorunda kaldı. Reyhan, ülkemizin kara deliği olan kadına şiddet olgusuna kamerasını çeviriyor “Cam Perde” ile... Muhafazakarlık adı altında kadına şiddeti cesaretlendiren olgulara her gün bir yenisinin eklendiği ülkemizde, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından sonra, kadınlarımız için kırmızı çizgi olarak kabul edilen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair yasanın da askıya alınması konuşulur oldu.

Fikret Reyhan, sürekli bir nabız gibi yükselen ve ayrıldığı kocası Ömer’in şiddet uyguladığı eşi Nesrin ile arasındaki ilişkiyi merkezine aldığı filminde, kadına yönelik şiddetin sürmesinde kolektif bilinç altının desteğinin de altını çiziyor. Reyhan, sürekli yükselen bir ivmeyle finale sürüklediği filminde, seyircide yarattığı patlama beklentisini karşılamazken; palyatif bir katarsis yerine, bu yıkıcı olgunun süreceği hakkındaki algıyı diri tutuyor. Filmin başarısında özellikle oyunculuk performansları öne çıkarken, özellikle Nesrin karakterinde Selen Kurtaran’ın ve Ömer karakterinde Alper Çankaya’nın başarısına vurguda bulunalım.

YÜZLEŞME

34. AFF’nin Ulusal Yarışma bağlamında ilginç filmlerden birisi “Yüzleşme” idi. Hızır’ın uzun süredir karısı Halime yoğun bakımdadır. Büyük kızı Hatice, annesinin hastalığı boyunca özverili bir şekilde yardımcı olan hasta bakıcı Evren’in itirafıyla, annesinin acısına son vermek için ona yanlış ilaç zerk ederek ölümüne sebep olduğunu öğrenir. Hatice (Asiye Dinçsoy), annesinin ölümü sonrasında bir süredir kendisiyle kalan babasına öğrendiği kahredici gerçeği hissettirmemeye çalışır. Ama bu yakıcı ve yıkıcı  sırrı içinde daha fazla tutamaz ve bir süre sonra  kız kardeşi Kader (Nilay Erdönmez) ile paylaşır. Hatice ve kız kardeşleri, Evren (Okan Urun) ile yüzleşmeye gittiklerinde onun babaları hakkında söylediklerine inanmak istemezler ve abileri ile birlikte üç kız kardeş, baba evinde yedikleri akşam yemeğinde yüzleşmeye karar verirler.

“Yüzleşme” yaşamın içinde barındırdığı trajediyi, sıradan insanların yaşamını odak noktasına alarak anlatan bir film. Yönetmen Filiz Kuka, bir kadın filmi olan yapımında gündelik yaşamda pek çok kişinin başına gelebilecek bir olguyu, sıradan insanların gündelik yaşamının içine yediren bir kurguyla seyircinin karşısına çıkarırken; benzeri durumla karşılaşsak nasıl tepki verirdik sorusunun da aklımıza çakılmasına neden oluyor. Güçlü bir oyuncu kadrosuyla öyküsünü durağan bir sinema dilinin sarmalına dolayarak anlatan yönetmen Kuka,  bağımsız sinemanın öne çıkardığı “durumları anlatma” olanağını filminde başarıyla kullanmış.

SANKİ HERŞEY BİRAZ FELAKET

Festivalde özellikle üniversite öğrencisi genç seyircinin en çok ilgi gösterdiği film “Sanki Herşey Biraz Felaket” olmalı... Neredeyse bütün seyircinin üniversite öğrencisi olduğu bir kitleyle bu filmi seyretmek, benim için de bir bakıma laboratuvar işlemi gördü. Uzun süredir akademisyen olarak çalışan birisi sıfatıyla gençlerin bu filme olan ilgileri ve tepkileri ilginçti. Muhtemelen fısıltı gazetesi bu filmin onları anlattığını yaymış olmalı...

Aynı şeylere gülmesek de, günümüz gençliğini umutsuzluğa, kimilerini ise tatminsizliğe düşüren yaşam koşulları hakkında yönetmen Umut Subaşı’nın öyküsü zekice gözlemlerden beslenen, yaratıcı nitelikler taşıyan bir yapım. Diğer yandan fragmanlar halinde ilerleyen film, iyi bir öğrenci filmi etkisi vermekten kurtulamayan bir özellik de taşıyor. Diğer yandan filmin Adana Altın Koza Film Festivali’nde bu yıl “En İyi Film Ödülü”nü aldığını da vurgularken; özellikle görüntü yönetimi açısından zayıf kaldığını da ekleyelim.

ANNESİNİN KUZUSU

Festivalin, anlattığı öykü, mekan yaratma ve karakter oluşturma açılarından ilginç filmlerinden birisi hiç şüphesiz “Annesinin Kuzusu” idi. Yönetmen Umut Evirgen, takıntılarını salt biçime yüklenmeden ve dramatik yapısı daha tutarlı bir filme dönüştürse; “Annesinin Kuzusu” nun, En İyi Müzik Ödülü dışında başka kategorilerde de ödüle ulaşması işten bile değildi.

Filmden akılda kalan ise güzel ve farklı rollerin altından başarıyla  kalkan oyuncu Selin Şekerci’nin, çığlık çığlığa bağırışları oldu. Yönetmen, genç kuşağın başarılı oyuncularından Kubilay Aka’yı takıntıları bağlamında harcarken, babası karakterinde Necip Memili’nin ise kendisini tekrar eden oyunculuğu heyecan vermiyordu. Filmin atmosfer yaratma bağlamında görüntü yönetmenliğinin ve film müziklerine imza atan Saki Çimen’in performanslarının öne çıkan sinematografik unsurlar olduğunu vurgulayalım.

KÖR NOKTADA

Ülkemizde yavaş yavaş yükselen bir ivmeyle özellikle 1990’larda JİTEM’e atfedilen faali meçhul cinayetler ve namı diğer “Yeşil”, ülkemizin hafızasına kazınmıştır. Bu ürkütücü ve tehditkar süreç, yönetmen Ayşe Polat’ın başarılı sinematografik anlatımıyla beyaz perdeye taşınmış.

Ayşe Polat, filminde herhangi bir ismi zikretmeden öyküsünü anlatmış. Buna karşın özellikle yaşanılan sürece tanıklık edip, o dönemi yaşamış biriyseniz, isim zikretmenin gereksiz olduğunu da anlarsınız. Ön yargılı, acımasız bir infaz timinin güney doğudaki cinayetleri sergilenirken; Polat’ın öyküsü politik bir yörüngeden çıkmaya başlayıp bir av ve avcı öyküsüne dönüşüp, seyircisini adeta bir korku filmi atmosferine sokuyor.

Ayşe Polat, salt politik bir sinema yapmadan insanın içinde varolan kötücül yanı sergileyerek; acımasızca katliam yapan kişilerin, evlerinde çocuklarına gösterdikleri sevginin oluşturduğu paradoksu yorumlamayı ise seyirciye bırakıyor. Filmin oyunculuk performanslarına da vurguda bulunurken, özellikle En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Ahmet Varlı’nın, Zafer karakterini bir elbise gibi üzerine giydiğinin altını özenle çizelim. Filmin 34. Ankara Film Festivali’nde neredeyse ödülleri süpürdüğünü, En İyi Film haricinde yedi dalda pek çok önemli ödüle uzandığını da ekleyelim.

KARGANIN UYKUSU

“Kör Nokta”nın başarısına karşın, cesur ve denemeci yaklaşımıyla Tunahan Kurt, “Karganın Uykusu” filmiyle aradan sıyrılarak, 34. AFF’de En İyi Film Ödülü’ne ulaşmayı başardı. Toplumun  ötekileştirdiği uyurgezer bir adamın, uykusu sırasında karısını öldürüp, aynı kaderden oğlunu korumaya çalışmasının öyküsünü cesur ve denemeci bir sinema diliyle anlatan Kurt; aynı zamanda 34. AFF’de ilk kez verilmeye başlanan Fono Film Post Prodüksiyon Ödülü’nün de sahibi oldu. 34. AFF’de ödül alan filmleri de okuyucularımıza anımsatalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi