“Bazı sahnelerde ağlamaktan oynayamadım"

“Bazı sahnelerde ağlamaktan oynayamadım"
1993 yılının Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en zorlu ve çetin şartlarında askerlerin hikâyelerini konu alan, Hakan Evrensel’in romanından yine yazar tarafından uyarlanan, gerçek hayat hikâyelerini çarpıcı bir kurguyla anlatan...

1993 yılının Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en zorlu ve çetin şartlarında askerlerin hikâyelerini konu alan, Hakan Evrensel’in romanından yine yazar tarafından uyarlanan, gerçek hayat hikâyelerini çarpıcı bir kurguyla anlatan ‘Nefes-Yer Eksi İki’ filmi bu hafta vizyona girdi. Yapımını Orgino Media Production’ın, yapımcılığını Mustafa Cihat Durmuş’un üstlendiği TRT Ortak Yapımı yönetmenliğini Ozan Uzunoğlu’nun yaptığı film, 2000 metre yükseklikteki bir karakolda geçen ve bölgede görev yapmış birçok gerçek kahramandan izler taşıyor. ‘Nefes - Yer Eksi İki’ her ne pahasına olursa olsun görevini bir an bile bırakmayan Mehmetçiklerin hikâyesi… Oyunculuğunu her projede ayrı ve farklı sevdiğim, bu filmde savaş muhabirini canlandıran İlker Aksum ile filmden yola çıkarak sohbet ettik.

Sizin için filmin önemi ve anlamı nedir?

Senaryoyu okuduğum zaman etkilendim ve duygulandım. Terörün en üst düzeylerde olduğu 80’li 90’lı yıllar, hepimizin hayatını derinden etkileyen zamanlar. Her yerde patlamalar ve olaylar vardı. Senaryoyu okuduğumda babamın, bizim, ailemin hayatını gördüm ve filmi öyle kabul ettim. Benim babam savaş pilotu, bütün o ortamlara şahit olmuş ve yaşamış bir askerin çocuğuyum. O helikopterleri kullanan benim babamdı. Bütün o zamanların cefasını çeken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aileleri… Yaşananları çok iyi biliyorum, bir asker çocuğu olarak bildiğim olaylar hepsi. O yüzden böyle bir filmin içinde yer almak benim için çok anlamlı. Üstelik oynadığım rol bambaşka... Bir askeri değil gazeteciyi canlandırıyorum.

“Bir mucizeydi babamın hayatta kalması”

Geçmiş zamana dönersek, babanız neler anlatırdı ve o döneme dair neler hatırlıyorsunuz?

Her şeyi hatırlıyorum. Bir kere babamın döneminden 17 kişi mezun olmuş, hayatta kalan 3 kişi, hepsi şehit olmuş. Babamı görev sonrası eve dönüş bekleyişi çok farklı duygular barındırıyor içinde. Çünkü lojmanlara eğer siyah flamalı bir jip girerse biliniz ki şehit var. O jip gelir ve bir apartmanın önünde durur, içinden görevliler elinde Türk bayrağı ile çıkarlar ve apartmana girerler. Apartmana girdiği anda bu sefer hangi dairenin önünde duracak? Çığlık kıyamet, çok şahit oldum, çok yaşadım bunları. Sarıkamış, Erzurum, Erzincan, Ankara’da görev yaptı babam özellikle havacı olmak çok zor. Savaş pilotusun zaten ölümle burun burunasın. Bir de terör işin içinde olunca... Filmde de gördüğünüz sahnelerin hepsini babam yaşadı. Yani bir mucizeydi babamın hayatta kalması. Ben babamın helikopterini gördüğümde şaşırmıştım, neden delikler var dedim. Alttan ateş edilen, gelen mermiler ve babama isabet etmiyor. Allah’ımın takdiri, babamı bize bağışlamış. Biz subay aileleri özellikle kara ve havacılar çok fazla şehit veriyoruz. Teröre karşı sınır ötesi operasyonları havadan oluyor genelde. Özellikle babamın döneminde teknoloji de zayıftı, uçtuğu uçağa “uçan tabut” deniyordu düşünün. Onunla gidip geri dönebilenleri alkışlıyorlardı. Zaten terörün de en zirvede olduğu dönemlerdi. Her gün şehit haberleri ile uyanıyorduk. Öyle hikâyeler var ki... Şehit olanların esas acısını aileleri çekiyor ve ateş düştüğü yeri yakıyor. Biz ülke toprakları için çok şehit verdik, çok acılar yaşadık, maalesef yaşamaya da devam ediyoruz.

“Babamın bütün arkadaşları şehit düşmeye başlayınca anladım her şeyi”

Babanızla çok vakit geçiremediğiniz ve görev dönüşü tedirginlikle yolunu gözlediğiniz yıllarmış…

Asker çocuğu olmak böyle bir şey. Asıl annemdi bütün fedakârlığı yapan, vefalı olan ve cefasını çeken. Sene 1980 yer Sarıkamış. Annem tek başına üç çocukla, benden beş yaş küçük ikiz kardeşlerim var. 24 yaşında annemin üç çocuğu vardı. Baba yok, görevde... Şimdi öldü mü, kaldı mı, gelecek mi, gelmeyecek mi? O zaman normal haberleşme de böyle yok, sadece ankesörlü telefon var. Bekliyorduk, bekliyorsun ne olacak ne bitecek? Zorlu kısım aslında evin içi, aileler. Ben küçüktüm, o sıralar anlamıyordum ama sonra sonra babamın bütün arkadaşları şehit düşmeye başlayınca anladım her şeyi. O yüzden Türk Silahlı Kuvvetleri bu ülke için çok önemli bir kurum.

“Babam emekli olunca savaş pilotluğundan sivil pilotluğa geçiş yaptı”

Babanız pilotluğu bıraktı mı?

Uçmak onun için bir tutku, emekli olduktan sonra sivil pilotluğa geçti. İş insanlarının özel pilotluğuna başladı.

Asker olan aileler çocukları da asker olsun ister siz pilot olmayı istemediniz mi?

İstemem mi, ben de pilot olmak istedim ama Harp Okulu’na girmek çok zordu. Lise ortalamasının yüksek olması gerekiyordu, puanım yetmedi, tutturamadım, yoksa babamın mesleğini yapmak istiyordum. Pilot olmayı başarmış olsaydım da büyük ihtimal bırakıp oyunculuğa geçiş yapmıştım yine. Ben babam savaş pilotu diye hava atmaya devam edeyim, o da benimle oyuncu oğlum diyerek…

“Mehmetçik’in dağlarda neler çektiğini bu halk unutmasın ve bilsin”

Sizin için bu film duygusal bağınızın farklı olduğu bir proje adeta babanızın anlattıklarını oyuncu oğlu olarak filmde yaşadınız ve canlandırdınız. Bu da güzel bir tesadüf ve duygulu bir şey olmuş.

Aynen dediğiniz gibi çok duyguluydu, bazı sahnelerde ağlamaktan oynayamadım. Senaristimiz Hakan Evrensel de bir asker emeklisi ve o kadar iyi biliyor ki o dünyayı... Çok gerçek ve iyi yazılmıştı. O duygusallığı hep beraber yaşadık, günler geçtikçe bütün ekip o duygunun içine girdi. Filmde kullanılan teknoloji en üst düzeydeydi, gerçek bombalar en gerçek teknikle verildi. Niğde dağlarında çekimler yapıldı. Aşağısı 30 derece yukarıya bir çıkıyorsun titriyorsun. Dolayısıyla Mehmetçik’in dağlarda neler çektiğini bu halk unutmasın ve bilsin. Biz yataklarımızda rahat rahat uyurken Mehmetçik bizim için dağlarda, o soğukta nöbet tutuyor. Biz filmi yazın ortasında çekmemize rağmen donduk, bittik, öldük. Duygusu çok ağır olan bir film oldu, gözyaşlarınızı tutamayacaksınız.

“Savaş muhabiri olmak çok zor”

Savaş muhabiri olmak, bir gazeteciyi oynamak nasıldı?

Beni heyecanlandıran bir şeydi ama bir taraftan da hakikaten çok zor da bir şey. Savaş muhabiri olmak çok zor. Gazeteci olarak onların içinde olmak bir taraftan görev var, mesleki sorumluluk var ama bir taraftan insani sorumluluk var ve bir ikilemde de kalıyorsun. Nitekim her insanın kalması normal ve benim oynadığım karakter de kalıyor. Gazeteci Ufuk artık sıkılmış cephelere gitmekten ve iki fotoğraf çekeyim gideyim modunda. Ve aslında bu çelişkiyi anlatıyor benim karakterim. Yıllardır savaş muhabirliği yapıyor ve o kadar çok şeye tanık olmuş ki mutsuz aslında.

Aslında hayatla bağını kopartmış yani o kadar acıların içinden geçmiş ki neden düzelmiyor diyerek hep hikâyenin içinde olan karakter.

Aynen ama ilk defa bu kadar savaşın ortasında kalıyor. Kendi milletinden ve kendi ülkesinde üstelik bu kez. Kendi dünyasında savaşın ortasında kalıyor ve gerçekler o zaman ortaya çıkıyor zaten. Savaş muhabirliği üzerine bunu çalıştım, okumalar yaptım, babamın dönemindeki gazeteci hikâyelerini hatırladım. Savaş muhabiri olmak ölümle burun buruna yaşamak demek. Gazeteciler hayatlarını kaybediyorlar, savaşın ortasında kalıyorlar. Şu anda bile İsrail- Filistin çatışmasında 7 tane gazeteci hayatını kaybetti. Hatta bizim medyamızdan savaş bölgesine giden birçok kadın gazeteciyi görüyorum ne kadar cesurlar, cesaretliler, tebrik ediyorum onları. Ben bu kadar cesaretli olamazdım. Düşünsenize Gazze’ye Hiroşima'ya atılan atom bombasının 4 katı bomba atılmış... Böyle bir şey olamaz, korkunç. 52 yaşındayım ben ilk defa böyle bir savaş görüyorum, buna savaş mı denir?

Güney Afrikalı fotoğrafçı Kevin Carter'ın 1993 yılında Sudan'da çektiği ''çocuğun başında bekleyen akbaba'' fotoğrafının hikâyesi var sanırım herkes duymuştur. Çocuğun fotoğrafını çekmek yerine ona yardım etmeliydi hikâyesi hep tartışıldı. Hatta bu psikoloji gazetecinin peşini bırakmadı ve yıllar sonra intihar etti. Ama gazetecilikte bu çok sorgulanır ve fotoğrafı çekmek mi yoksa o çocuğu kurtarmak mı?

Yani o anki psikolojin ne yapar bilinmez bu... Fotoğrafı da çekse, keşke çocuğa yardım da edebilseydi. O sırada büyük ihtimalle o psikolojiye dayanamadı ve kaçmak istedi. Filmde, bende de oluyor çelişki ve o hisler. O an o psikolojiyle ne yapacağını bilemeyebilir insan.

Ödül törenleri ve yapılan konuşmalar…

Peki, bir oyuncu ödül törenlerinde duyarlılık kasmak zorunda mı ve orada yaptığı konuşma çok önemli mi sizce?

Hollywood, dünyanın yıldızları konuşma yapmasına rağmen bu durum İsrail’in hiç umurunda değil. Altın Kelebek'te ya da diğer ödül törenlerinde konuşma yapmanın çok değerli olmadığını düşünüyorum. Bir film yap orada anlat derdini daha kalıcı ve değerli, kişisel sosyal medyandan sesini çıkart daha doğru.  Ödül törenlerinde konuşulabilir ama konuşmayana da niye bu konu hakkında konuşmadın ya da konuştun denmemeli.

Savaş muhabiri olmak ister miydiniz?

Asla istemezdim, benim yüreğim kaldırmaz ayrıca o panikle ne yapacağımı bile bilemem, yolumu bulamam. Ben en sevdiğim meslekteyim bak savaş muhabiri bile olabiliyorum. Bugün savaş muhabiri, yarın bambaşka bir rolde ve meslekte yine bambaşka biri...

“Gırtlağıma kadar oyuncuyum ben”

Evet ya mesleğiniz o yüzden çok güzel ne isterseniz o olabiliyorsunuz… Peki, neden oyuncu oldunuz?

Onun nedeni yok, o içgüdüsel bir şey. İlkokulda biliyordum oyuncu olacağımı.

Nasıl içgüdüsel?

Baya hissediyorsun işte önce taklitle başlıyor her şey. Oyunculuk taklittir. Sonra kulağını, sesini, bedenini hissetmeye başlayarak oyuna dönüştürüyorsun. Sonra herkes beğeniyor, alkışlıyor. Anlatmak çok zor hani âşık olduğunda hissedersin ama anlatamazsın ya öyle bir şey demek istediğim. Oyuncu olmayı hissettim ve yaşıyorum diyebilirim. İlkokuldan beri hissettiğim şeydi oyunculuk, gırtlağıma kadar oyuncuyum ben.

“Bakın savaş ne kadar korkunç bir olay…”

Film neyi anlatıyor, sizde bıraktığı duygu nedir?

Burada terörü anlatıyoruz. Terör ile 40 yıldır uğraşan bir ülkeyiz. Anlatmak istediğimiz terörün ne kadar lanet, dehşet verici bir şey olduğudur. Umarım bundan bir an önce kurtuluruz. Bu film aslında neyi anlatıyor biliyor musunuz? İnşallah savaş çıkmaz, inşallah hep barış yoluyla gideriz. Terör olayından artık bıktık biz. Bence dünyada terörden en çok etkilenen ülke Türkiye. Terörün bitmesini isteyen bir film, savaşın olmamasını isteyen bir film ve misyonu insanlara bunu anlatmak; “Bakın savaş ne kadar korkunç bir olay...” Allah hiçbir ülkeye savaş göstermesin hele ki orantısız güç yani şu anda İsrail- Filistin'de olduğu gibi.