Her şeye rağmen psikolojik olarak sağlam kalmak mümkün mü?

Her şeye rağmen psikolojik olarak sağlam kalmak mümkün mü?
Gelişimsel psikoloji profesörü Ayşe Bilge Selçuk, ‘Çocuktan Yetişkine Her Yaşta Psikolojik Sağlamlık’ isimli kitabında bambu örneğinden yola çıkarak her canlı için esnekliğin önemli olduğunu vurguluyor. Kitabında “İnsanım...

Gelişimsel psikoloji profesörü Ayşe Bilge Selçuk, ‘Çocuktan Yetişkine Her Yaşta Psikolojik Sağlamlık’ isimli kitabında bambu örneğinden yola çıkarak her canlı için esnekliğin önemli olduğunu vurguluyor. Kitabında “İnsanım bazen kırılıyorum, bazen parçalara ayrılıyorum ama sonra tekrar, tekrar birleşiyorum” diyen Selçuk’la yetişkin ve çocukların psikolojik olarak nasıl sağlam kalacağını konuştuk.

Yaşamımızı zorlayan, düştüğümüzde ayağa kalkmakta güçlük çektiğimiz durumlarla karşılaşıyoruz. Hele Türkiye gibi gündemin sabahtan akşama değiştiği, ekonomik krizin derinleştiği, siyasal baskının arttığı, hukuksuzluğun sıradanlaştığı, belirsizliğin yaşandığı bir coğrafyada özellikle gençler umutsuz, karamsar. Tüm bu karamsar tabloda psikolojik olarak nasıl sağlam kalırız? Düşsek de kalkıp yeniden yürümeye devam etmek mümkün mü? Bu soruların yanıtını arayan bir kitaba bugün sayfamızı ayırıyoruz. Gelişimsel psikoloji profesörü Ayşe Bilge Selçuk, ‘Çocuktan Yetişkine Her Yaşta Psikolojik Sağlamlık’ isimli kitabında bambu örneğinden yola çıkarak her canlı için esnekliğin önemli olduğunu vurguluyor. Kitabında “İnsanım bazen kırılıyorum, bazen parçalara ayrılıyorum ama sonra tekrar, tekrar birleşiyorum” diyen Selçuk’la yetişkin ve çocukların psikolojik olarak nasıl sağlam kalacağını konuştuk.

‘Psikolojik Sağlamlık’ üzerine bir kitap yazdınız. Öncelikle tanımı tam anlamaya çalışalım. Nedir psikolojik sağlamlık?

Yaşamımızda zorlayıcı olaylar olabilir, tüm bunlarla baş edebilecek ve yola devam edebilecek güce sahip olmaktır psikolojik sağlamlık. Yani bunlar olacak diye hayattan uzak durmamak gerekiyor. Hayattan uzak durduğumuzda pozitif olan, mutluluk veren şeyleri de kaçırmış oluyoruz. Psikolojik sağlamlık bir anlamda hayattaki belirsizlikle baş edebilecek güce sahip olmaktır, kaygımızı yönetebilmek, güçlüklerin üstesinden gelebilecek gücü içimizde bulabilmektir.

Bu kişiden kişiye değişen bir özellik midir? Yoksa sonradan öğrenilebilir mi?

Kişiden kişiye de değişebilir, sonradan da öğrenilebilir. Genetik yapısı var mı diye soruyorsanız hiç şüphesiz her şeyin genetik bir yapısı var. Bu fiziksel özelliklerimiz için geçerli olduğu kadar psikolojik özelliklerimiz için de geçerli ama geliştirilebilir. Bunda ebeveynlerin, çocuğun erken çevresinin, okulun da rolü var. Çocuk biraz büyüdükten sonra, çocukluğun ileri yaşlarında, ergenlik ve yetişkinlikte de kendisi çaba göstererek psikolojik olarak daha sağlam olmasını sağlayabilir. İnsanın iradesi var. Bu irade önemli bir güç. Kitapta da sözünü ettiğim öz düzenleme becerisi; duyguyu, dikkati yönetebilmek, dürtüyü kontrol edebilmek için bunları yapmamızı sağlayan öz düzenleme becerisi 25 yaşına kadar gelişiyor. Sonra da gelişir ama o yaşa kadar beynin gelişimden sorumlu bölgesi oldukça esnek. Çocukluk deneyimin ne olursa olsun kendimiz farkındalık geliştirip çaba göstererek psikolojik sağlamlığımızın temelini oluşturan öz düzenlemeyi geliştirebiliriz.

  • Türkiye’de zorlu süreçlerden geçiyoruz. Siyasal baskının yanı sıra ekonomik sorunlar, deprem, eğitim gibi çok temel meselelerimiz var. İyi eğitim almış gençler yurtdışına gitmeye çalışıyor. Psikolojik problemlerimizin temel sebebi toplumsal sorunlardan kaynaklı değil mi?

Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Bireysel sorunlarımızın toplumsal sorunlardan etkilenmemesi mümkün değil! Dış dünya iç dünyayı etkiler. Dışarıda kaotik bir durum varsa bu iç dünyamızın da yansıması olabiliyor, diğeri de geçerli. Öz düzenleme becerisi ne kadar güçlü bir insan olursak olalım üst üste olumsuzluklar yaşıyorsak, deprem, artan işsizlik, yaşamın pahalanması gibi buna artık dayanmakta zorluk çekebiliriz. Bir sandalyenin ya da masanın kaldırabilme gücü vardır. Bunun üzerine sürekli yük bindirirsem taşıma gücü zayıflar. Psikolojik dayanıklılığı da böyle düşünmemiz lazım. Peki o zaman ne yapabiliriz? Ben bunların hangisini kendi alanıma alacağım, hangisi almayacağım. Dikkatimizi nasıl yönettiğimiz çok önemli. Evet pek çok olumsuzluk oluyor ama şöyle söyleyeyim: Gazze’de katliam gibi bir savaş oluyor. Bir yandan da şöyle istatistikler var. Her gün sadece açlık nedeniyle ölen çocuklar, çocuk fuhşu, organ mafyasına kurban giden çocuklar… O kadar çok olumsuzluk var ki… Tecavüze uğrayanlar, ensest… Saymakla bitmez. Onun için dikkatimizi nereye yönelttiğimiz ve nasıl yönettiğimiz çok önemli. Bu, iyi olmak için bunları görmezden geleceğimiz anlamına gelmiyor ama dönem dönem buna ihtiyaç duyabilirim. Bir de tabi insanın kendisini bilmesi çok önemli. Kırılgan bir dönemdeysem yapmam gereken şey, gerçekten kendimi korumak. Yani o dönemi geçirmeye bakmak. Ben iyi olmazsam bu kimseye iyi gelmez.

Fakat herkes çok net duygusunu da ifade edemeyebilir

Duyguları yönetebilmek veya kontrol edebilmek için duyguların farkında olmak gerekiyor. Biraz evvel sözünü ettiğim pratiği uygulayabilmek için nerede kendi alanımı daha fazla korumam gerektiğini bilmem gerekiyor.

Örneğin yorgunum, gerginim, uykularım bozuldu, tepkilerimi kontrol etmekte zorluk çekiyorum, işimi bitirmekte, dikkatimi toplamakta güçlük çekiyorum. Bunlar önemli işaretlerdir. Demek ki alanımı korumam gerekiyor. Duyguları fark edebilmek için duygular hakkında konuşmak gerekiyor. Daha ağır, travmatik olayların yaşandığı coğrafyalarda duyguların ifade edilmediğini görüyoruz. İnsanlık tarihinde çok fazla savaşların olduğu Ortadoğu, Akdeniz gibi coğrafyalarda duygular hakkında konuşulmuyor.

Türkiye’de insanların ruh haliyle ilgili izlenimleriniz neler? Nasıl görüyorsunuz?

Ciddi zorluklarla baş ediyoruz. Oldukça uzun zamandır psikolojik iyilik için risk faktörü oluşturan pek çok şeyle bir arada uğraşıyoruz. Mizaç özelliklerine göre kişilerin verdiği tepkiler değişiyor. Bazısı kaçınarak baş ediyor bazısı yok sayıyor. Çünkü baş edebilecek durumda değil! Bu tabi bilinç düzeyinde. Bilinçaltında veya bilinç dışında neyi yok saydığının da farkında. Örneğin iş bulma konusundaki zorluğun farkında, hayatını zar zor geçindirdiğinin farkında. Artan kiraların ya da güvencesiz olduğunun farkında. Bunlar yok sayarak baş etmeye çalıştığı şeyler… Bu tür durumlar insanların sinirli olmalarına sebep oluyor. Bu bazen öfke şeklinde bazen de depresyon olarak kendini ortaya koyuyor. Depresyon insanın kendine zarar vermesidir, öfke ise saldırganlık, dışarıya zarar vermedir. Her iki durumda da yıkıcılık var. Bu koşullar altında yine de iyi baş ettiğimizi düşünüyorum. Psikolojik sağlamlığın en önemli parçalarından biri uyumlanabilmek, gerekeni yerine getirebilmektir. Covid-19 salgını sırasında da bunu yaşadık, uyumlanabildik.

Kitapta psikolojik sağlamlığı pek çok konu başlığında ele alıyorsunuz. Esneklik önemli bir kavram, bambu örneğini veriyorsunuz. “Canlı olan esnektir” ifadeniz var. Esnek olmanın önemi nedir? Bu bakış açısı bizi nasıl sağlam kılar?

Psikolojik sağlamlıkta öz düzenleme becerisi çok kritik dedik. Neden önemli? İnsanı esnek hale getirdiği için önemli. Bir sorunum var, bu sorunu nasıl çözeceğim? Alternatif bir davranış geliştirebilir miyim? Örneğin mevcut kaynaklarıma bakıp bu donanımla başka bir iş yapabilir miyim? İnsanlardan iş beklemek yerine alternatifleri düşünüyor insan. Takıntılı bir zihin daha önce öğrendiği baş etme yöntemlerini bugün için de uygulamaya çalışıyor ama bugün işlevsel değil o. Bugün kaynaklarımı, sosyal ilişkiler de olabilir her ne donanımım varsa bunlar benim kaynaklarım. Bunları nasıl hayata geçirebilirim, bu esnekliğe dair bir örnektir. Diğer türlü üzüntüden hiç çıkamam çünkü hep aynı şekilde düşünüyorumdur.

Öz düzenlemeyi de konuşalım. “İnsanı esnek hale getirdiği için önemlidir” dediniz. Tam olarak nedir öz düzenleme?

Örneğin iş yerinizde birine günaydın dediniz ve cevap alamadınız. Buna öfkelenebilirsiniz. Bir, “Yalnız olduğum için bana günaydın demedi” diye düşünebilirsiniz. “Başkaları olsaydı onlara iyi görünmek için yanıt verirdi” diyebilirsiniz. “Beni yok sayıyor, küçümsüyor” deyip üzülebilir ve kendinizi değersiz hissedebilirsiniz. Hangi duyguların tetiklendiği geçmiş yaşantınızla bağlantılı. Farklı düşünebilir, alternatif açıklamaları akla getirebilirsiniz ya da acaba aklı başka bir yerde mi, beni duymadı. Belki ekonomik sıkıntıları vardır, eşiyle, çocuğuyla problemi vardır.” Veyahut da “Bu böyle bir insan, onun bu hali benimle ilgili değil” diye düşünebilirsiniz. Tüm bu davranışların hepsi, ilişkiyi, ruh halinizi, o gününüzü de değiştirecektir. Diğer insanlara olan davranışınızı da değiştirecektir. Buradaki öz düzenleme ve esneklik; kendi bakış açımdan “bu aklına geldi ama bunu bir kenara koyalım” demektir. Dikkatimi yönetiyorum ve yönlendiriyorum. Bu bakış açısını değiştirmek temel mesele. Dünya ile ilişkimiz de çoğunlukla budur. O anda bir duygu tetikleniyor, o duygu yoğunluğumu yatıştırabildiğimde alternatifleri düşünebiliyorum.

Peki çocuklar için de önemli olan ve çalışma hayatında da konuşulan temel iki kavram var. Biri kırılganlık, diğeri de yaşama açıklık.

Evet, kitapta da söz ettim. İnsanım, parçalara ayrılıyorum ama tekrar birleşebiliyorum. Bu öz yeterlilikle ilgili. Kendimi yeterli hissetmek ve yapabileceğime olan inancımla ilgili. Bunun için de bazen ileriye değil de geçmişe bakmam gerekiyor. Bu durum hayatta ilk kez karşılaştığım, üzüldüğüm bir şey mi? Hayatta zor şeyler yaşadım mı? Peki o zaman onlarla nasıl baş ettim? Bu bize iki şey sağlıyor: Geçiciliği, her şeyin değiştiğini ve olumluya doğru değişebileceğini hatırlatıyor. Diğeri de bende var olan, sahip olduğum kaynaklarımı hatırlatıyor. Bunları hatırlayarak kırılma ihtimalime, öfkelenme ihtimalime rağmen bir ilişkinin içinde yer almaya karar verebiliyorum. Bu yaşama açıklık. İnsanı duygusal olarak daha dayanıklı ve psikolojik olarak daha sağlam hale getiren şeylerden biri. Hayatta pek çok şey olabilir ama pek çok iyi şey de olacak. O iyi şeyleri yaşamak için hayattan kaçmıyorum, bunun içerisinde yer almaya gönüllüyüm.

Psikolojik dayanıklılıkta sanatın, edebiyatın nasıl bir rolü var?

İnsanın zihni her zaman belirsizlikle baş etmeye odaklanmıştır. Belirsiz olanları ne kadar belirli hale getirirsem kaygım azalır, onun için zihnimde şemalar var, kategorize ediyorum her şeyi. Böyle olunca da zihnimiz hep takıntılı, saplantılı bir şekilde dünyaya bakıyor. Bu anlaşılabilir bir şey. Zihnimin dünyayla ilişki kurarken geliştirdiği bir eğilim bu. İşte böyle olduğunda da daha kaygılı oluyoruz. Aklımdaki şemalara uymayan pek çok şey var, hayatta değişimler var. “Ne güzel yaşayıp gidiyordum, deprem oldu, Covid oldu, ekonomik zorluk var, ne yapacağım?” Şimdi oralarda alternatif çözüm yollarını akla getirebilmek yaratıcı düşünmeyle mümkün. Sanat da bunu sağlıyor. Sanat olmayanı hayal edebilmemizi mümkün kılan bir şey. Bu eğitim sistemi maalesef çoktan seçmeli sorular, testler bizim daha takıntılı ve tek doğru cevabı arayan bir bakış açısı geliştirmemize sebep oluyor ve yaratıcılığı öldürüyor.

Dijitalleşen dünyada sağlam kalmak mümkün mü? Ekranlarımızdan önümüze düşen görüntüler sanal ve gerçekliğin karıştığı bir dünya sunuyor. Bu kadar sosyal medyayla, dijital teknolojilerle iç içe olmak sağlığımızı, psikolojimizi nasıl etkiliyor?

Şu anda ‘Dijital Çağda Çocuk Yetiştirmek’ isimli bir kitap yazıyorum. Psikolojik sağlamlık kitabım ‘Neden bu çağda psikolojik olarak sağlam olmak her zamankinden daha önemli?’ diye başlıyor. Her zaman değişim vardı ama hiç bu kadar hızlı değildi. Hayatımızın içine almamız gereken, uyumlanmamız gereken değişiklikler oluyor. Bir yandan sürekli bir şeyleri bilmediğimiz ya da bir şeylere yetişmemiz gerektiği için kaygımız artıyor, yetersizlik hissi oluşuyor. Bir böyle tarafı var. Yorucu ve stresli. Hiç bu kadar yeni şeyleri öğrenmek zorunda kalmamıştım. İkincisi belirsizlik iyice arttı. Kiminle iletişim halindeyim, sanal bir dünya var. Aldığınız yanıtlar da gerçek olmayabilir. İnsan tehlikeleri fark edemediğinde kaygısı yükseliyor. Öz düzenleme becerisi henüz olgunlaşma dönemindeyken bu kadar hızlı değişen, bu kadar talepkâr bir dünyada yer almak öz düzenleme becerisi için de risk oluşturuyor.

Anne babalara çok rol düşüyor, çocuklarla çatışmalar artabilir. Anne ve babanın çocuğa gerektiği kadar alan tanıması ve sınır koyması gerekiyor. Bu denge önemli. Bir yandan da anne ve babanın, öğretmenlerin dijital okur yazar olması gerekiyor. Şu anda yazdığım kitap için Finlandiya’dan bir öğretmen ve bir anneyle mülakat yaptım. Finlandiya’daki eğitim sistemi örnek gösterilir. Telefon çok küçük yaştan itibaren çocukların hayatının bir parçası. Kaç yaşından itibaren anne-babalar çocuklarına telefon almak zorunda kalıyorlar ve okul bunu kaç yaşından itibaren talep ediyor? Siz çocuğunuzun çikolata yemesinden endişe ettiğiniz için eve hiç çikolata almazsanız, dışarıda onu gördüğünde çikolataya saldırır. Çikolata gördüğünde saldırmaması ve dengeli yiyebilmesi için ona erişimi olması lazım. Dürtüsellik olabilir bizde, bu her şey için geçerli ama uygun bir şekilde kullanmayı beceremediğimde dürtüsellik olabiliyor. Bunların hepsinin temeli çocuklukta. Anne babalar kendi endişelerini yasaklayarak kontrol etmeye çalışıyorlar ama çocuk arkadaşında gördüğünde kontrolsüz bir şekilde içine girmiş oluyor. Yasaklamak değil yönlendirmek, rehberlik etmek önemli.

Filtrelemeler, fotoğraflarla oynama veya yaşamın her anının yayımlanması insanın kendisine yabancılaşmasına da neden olmaz mı? Özellikle kız çocukları ergenlikte bundan nasıl etkileniyor?

Kızlar da erkekler de etkileniyor. Erkeklerde de beden farkındalığı artmış durumda. Çene, burun estetik ameliyatı, kaslı olma isteği, ek gıdalara, takviyelere olan talep artmış durumda. Yetmediğinde de estetik operasyon yaptırıyorlar. Bu durum sürekli ideal olan modellere maruz kalmaktan kaynaklanıyor. Böyle insanların dünyada sayıca fazla olduğu düşünülüyor. Çoğunluk bunlardan oluşuyor, ben eksik kalıyorum gibi düşünülüyor. Görünürlük insanın kendini değerli hissetmesi için önemli, öyle olduğu için de estetik operasyonlara ilginin yaşı düşmüş durumda. Diğer taraftan insanın yaşam süresi uzadı. Ortalama yaş ömrü 78. İnsanın hayatta en zorluk çektiği konu ölümlü olduğu gerçeğidir. Yaş süresinin uzaması yetişkinlik ve yaşlılığın uzaması anlamına geliyor. Çocukluk uzamadı. Giderek zayıflayan, güçsüzleşen bedenimle yaşamam gereken süre 30 yıl daha arttı. Beynim iyi çalışamaz hale gelebilir. Depresyona girmeden, kaygı bozukluğu geliştirmeden bu hayatı sağlıklı bir şekilde tamamlamam bekleniyor. Dış görünüşe yapılan müdahalelere ilginin artışının sebebi de bu. Aşırıya kaçmadığı sürece iyi olma halimizi destekleyen bir şey.

Peki görüntünün bu kadar hâkim olduğu dijital dünyada çocuğun güçlü olmasını sağlamak zor değil mi?

Eğer dikkatinizi oraya veriyorsanız yetersizlik hissinde artışa sebep olabilir. Onun için dijital dünyayı sınırlandırmak ve çocuğa oradaki deneyimine dair rehberlik etmek gerekiyor. Çocuk kusurlu olanları günlük hayatta da görüyor. Bunların farkında ama bu örnekleri belki sosyal medyada da çoğaltmak gerekiyor. Başarı örneklerinin belirli bir şemaya kısılıp kalmamış kişiler tarafından da elde edilen bir şey olduğunu görmeleri gerekiyor. Çok güzel olmasanız da iyi bir şarkıcı olabilirsiniz gibi. Bunları çocukla konuşmamız lazım ve çocuğun dikkatinin buralara yönelmesini sağlamamız gerekiyor.