“Herkes ayrı şekilde yaşasa da aslında belirgin bir döngünün ya da tekrarın içinde”

“Herkes ayrı şekilde yaşasa da aslında belirgin bir döngünün ya da tekrarın içinde”
2000’lerin başında kurulan ve her çalışmasına yenilikçi bir bakış açısıyla yaklaşarak bugünlere kadar gelen Plastic, yeni teklisi “Her Gün”ü On Air Music etiketiyle yayınladı. Zamanımızın günlük rutini haline gelen...

2000’lerin başında kurulan ve her çalışmasına yenilikçi bir bakış açısıyla yaklaşarak bugünlere kadar gelen Plastic, yeni teklisi “Her Gün”ü On Air Music etiketiyle yayınladı. Zamanımızın günlük rutini haline gelen teknoloji ve tüketim meselesine kendilerince değinen grupla, kaseti başa aldık, ortalarda derinlere daldık, “Her Gün”den çıktık…

Grubun ismi, Radiohead’in “Fake Plastic Trees” şarkısından geliyormuş. Şarkıda her şey “çakma” ve “plastik” olarak geçer. Sizin “Plastic”te hangisi öne çıkıyor? Ya da ikisi de mevzuya dahil mi?

Aslında “çakma” veya “plastik” terimlerinden çok, şarkının anlatmaya çalıştığı büyük resim mevzuya dahil diyebiliriz. Belki de şarkının çıkış döneminden çok bugünü ve hatta yapay -plastik- bir geleceği öngören bir hikâye gibi. Kusursuz servis edilen ya da edilmeye çalışılan bir imajın ardında aslında çok daha karmaşık, kompleks ve belki de görünenden çok daha zayıf bir benliğin gizlenme çabası ile ilgili. Bu alt metnin bizi etkilediğini söyleyebiliriz.  

2000’lerin başında bir araya gelmişsiniz. Grup ilk kurulduğunda cover yapıp barlarda mı çalıyordunuz?

Evet o dönemde Adana ve ara ara İstanbul’da (o zamanlar Pulp diye bir mekân vardı Beyoğlu’nda orada çalardık) sadece cover yapıyorduk.

Aslında o dönem, tam da sizin yaptığınız müziğin yükselişte olduğu zamana denk geliyor. Ancak ilk şarkınız “Bozuk Radyo”yu, 2016 yılında yayınlamışsınız. O aradaki boşluğu “hayat gailesine” mi bağlayalım?

Tam da öyle bir dönemdi. Aradaki zaman kaybını hayat gailesinden çok grup içi anlaşmazlıklara bağlıyoruz. Çünkü bugüne kadar, yani On Air ile çalışmaya başlayana kadar, bağımsız olarak yayınlamış olduğumuz şarkıların büyük bir çoğunluğu tam da o zaman aralığında yapıldı. Fakat bu şarkıları kaydetmek, yayınlamak, prodüktörler ile görüşmeler yapmak vb. konular ciddi bir zaman ve emek gerektiriyor. Bizim o dönemki grup üyelerimizin öncelikleri maalesef bu doğrultuda değildi. Kolay para kazanma hesabı yapanlar sadece müzikte değil hemen her alanda niteliğin yitirilmesine sebep oluyor. Ortak paydada buluşabilmiş olsaydık o dönemde, bugüne kadar birden fazla albüm yapmış olurduk. Bunu bizden bekleyen, yapmamış olmamıza şaşıran ve hatta eleştiren çok da dinleyicimiz var hâlâ ama hiçbir şey için geç kalınmış değil…

Biyografinizde, “Başlangıç gününden itibaren salt bir performans grubu olmak yerine çok daha fazlası olmaya çalıştı,” yazıyor. Bunu biraz açabilir misiniz?

Buna çok çalıştık, hâlâ da çalışıyoruz. Diğer tüm sanat dallarında olduğu gibi, müziğin de sanatçının her zeminde düşüncelerini ifade edebildiği ve bunu yüzlerce, binlerce kimileri için milyonlarca insan ile özellikle günümüzde kolayca paylaşabildiği çok önemli bir alan olduğunun farkındayız. Bir kitabın, filmin, resmin veya tiyatronun ulaşabilmekte zorlandığı kitlelere müzik aracılığıyla oldukça rahat bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Biz elimizde bu kadar etkin bir aracın olduğunun bilincindeyiz. Dolayısıyla sadece herhangi bir parçayı düzenleyip onu çalmak, sahnede sadece eğlence amaçlı performans sergileyen bir grup olmak yerine, üzerinde yaşadığımız dünyanın her bir parçası ile her birimizin birer bireyi olduğu toplumla da ilgileniyoruz. Bu meseleleri şarkılarımız aracılığı ile sahneden veya böyle söyleşiler aracılığı ile mümkün olduğunca dile getirmeye çalışıyoruz. Bu salt bir performans grubu olmak yerine çok daha fazlası olmaya çalıştığımız en önemli konu. Başka bir konu ise hem ekipman hem de sahne disiplini anlamında -yer, maddi koşullar ve seyirci ayırt etmeksizin- Plastic standartlarını korumaya çalışıyoruz. Bu anlamda tartıştığımız ülkece bilinir gruplar bile oldu. Kendi şarkılarımızda bizi dinleyen insanlara ne vaat ediyorsak onu sahnede de -fazlasıyla- yerine getiriyoruz. Seyirciye yalan söylemiyoruz. Bu da fazlası olmaya çalışmak yolundaki ikinci adım.  

2020 yılı sizin açınızdan epey verimli geçmiş. Siz de birçok müzisyen gibi pandeminin “avantajlarından” mı yararlandınız?

Evet. Aslında öyle diyebiliriz. Ama az önce söylediğimiz gibi, o parçaların birçoğu kurulduğumuz dönem ile 2016 arasındaki zamanda yapılmıştı. Mesela “Kötü Şeyler”i 2004-2006 arasında yaptık. “Olduğun Yerde Kal” da hemen hemen aynı döneme isabet eder. Tabii o şarkı bizim için çok üzücü bir hikâyeye dönüştü sonradan. “Hırsızlar” düzenlememiz de öyle. Pandemi bize bu şarkıların sadece elini yüzünü toparlayacak zamanı ve mekânı verdi. Biz de hazır gazı almışken; “Ardına Bakma” ile “Ve Yalnız Kalırsak”ı ve sahnede uzun süredir çaldığımız (biraz da dinleyici baskısı ile kaydettiğimiz) “Duymak İstiyorum” düzenlememizi de kaydedebildik.

“Bozuk Radyo”nun akustik versiyonunu saymazsak; “Ve Yalnız Kalırsak…”tan üç yıl sonra yeni şarkınız “Her Gün” ile yeniden dinleyici karşısındasınız. Şarkı epeydir cebelleştiğimiz ama nedense hiç de şikâyetçi olmadığımız teknoloji ve tüketim hastalığına değiniyor. Siz bu “hastalıklardan” ne kadar mustaripsiniz?

Kaçınılmaz bir biçimde çokça maruz kaldığımız bir mesele bu. Sıkça tartışıyoruz bunu. Öyle sanıyoruz ki sadece biz değil birçok insan bu durumu tecrübe ediyor olmalı. Dolayısıyla artık bu kavramların dışında kalmak çok kolay değil ve uzakta durmaya çalışmanın da yorucu bir mücadele olacağı çok açık. Eğer bir hastalık olarak ifade edilecekse, biz de herkes kadar içindeyiz bu hastalığın.   

“Her Gün” artık rutinimiz haline gelmiş bir noktaya parmak basıyor. Böyle bir şarkı yazıp, tam da şarkının anlattığı noktayla temas halinde bize ulaşırken şarkının ucunun size de dokunduğunu, bir özeleştiri yaptığınızı düşünüyor musunuz? Yoksa, “Biz ‘kötü emeller dahilinde’ değiliz,” mi diyorsunuz?

Az evvel söylediğimiz gibi bundan kaçış yok. 90’lardaki gibi tamamı belirli bir tema çerçevesinde yazılmış bir albüm yapıp kaset-plak vb. araçlarla size ulaşabilmeyi çok isterdik. Ama artık maalesef mümkün değil. Bunu bir özeleştiri değil de daha çok bir mecburiyet olarak değerlendiriyoruz. Bir araç olarak müzik platformlarını bu şekilde kullanmakta ve dinleyicilere bu yöntemle ulaşmakta bir sakınca görmüyoruz. Zaten başka çaremiz de yok. Platformlar adil davrandığı sürece bunda bir sorun da yok. Ama evet, bu tecrübe ettiğimiz dönemin kendini tekrar eden günler, eylemler ve ilişkiler rutinine dönmesi konusunda kendimizi de bu olan bitenden ayrı bir yerde konumlandıramıyoruz.     

Şarkıda “zaman”a özellikle değinmeniz isabetli olmuş zira bu devam eden ve görünüşe göre bir yerden patlayana kadar da devam edecek bir süreç. Maalesef biz de, “Dön baba dönelim” hesabı, içinde dönüp duruyoruz. Fakat şarkıda dikkatimi çeken bir şey var, belki ben öyle anlamışımdır: Aslında bahsettiğiniz döngü, sadece bir “tekrar”dan ibaret ve herkes bunu ayrı şekilde yaşıyormuş gibi hissetse de ben hepimizin aynı çukurda olduğumuzu düşünüyorum. Bu yüzden, özellikle nakarat kısmının herkeste aynı şeyi uyandıracağı hissi uyandırdı. Olduğumuz yerden bakınca hepimiz “aynı yolun yolcusu” değil miyiz sizce de? Siz neler söylemek istersiniz?

Kesinlikle doğru. Herkes ayrı şekilde yaşasa da belirgin bir döngünün ya da söylediğiniz gibi bir tür tekrarın içinde. Tatil günleri, çalışma saatleri, sınav tarihleri ve yemek saatleri bile sanki çoktan belirlenmiş ve hatta bir bakıma kanunlaşmış bir tekrarın, zaman döngüsünün içinde sıkışıyor ve bir bakıma ortaklaşıyor. Dolayısıyla insanlar başka yerlerde, başka zaman dilimlerinde olsalar da aslında bu durum rutinlerin ortaklaşması bakımından, söylediğiniz gibi, “aynı yolun yolcusu” ifadesini karşılıyor. Tabii ki istisnalar var. Ama bunlar düzenin artık katılaşmış döngüsünü değiştirmeye yetmiyor. Belki de gerekmiyor…  

Şarkılarınızda yenilikleri, arayışları seviyorsunuz anladığım kadarıyla. Ancak “Her Gün”ün sound’u için ayrı parantez açmak isterim. Bana göre; sound’unuzun en net, ritmi en yüksek ve söylemek istediğinizi nokta atışıyla söylediğiniz şarkı olmuş. Özel bir derdiniz var mıydı bununla ilgili?

Birçok şarkıda bir öncekinden farklı bir arayış içinde olduğumuz, şarkıların tamamı arka arkaya dinlendiğinde kolayca hissedilir bir durum. Bunu kimi zaman şarkıların sound’ları arasında kopukluğa sebep olabilecek türden bir kararsızlık olarak değerlendirip özeleştiri yaptığımız da oluyor. Bu farklılık, şarkıların beste/kayıt aşamasında bizde yarattığı hissiyata göre değişkenlik yaratıyor olmasından kaynaklanıyor. “Her Gün” ise anlatmak istedikleri bakımından çok daha analog ve sade bir sound’u gerektiriyordu. Özlemi duyulan zaman ve şu an yaşanmakta olan zaman kavramları ve aralarındaki fark bizi tabiri caizse daha eski bir sound üretmeye yönlendirdi. Şarkının yüksek temposu da zamanın özellikle son dönemdeki hızlı akışı ile eşleştirilebilir. Dolayısıyla bütün bir kompozisyon bakımından bu kavramları göz önüne alarak kaydetmek istedik diyebiliriz.

Eren son soru sana: Vokalinin, sound’un üzerine çıkabileceğini, fazla baskın olduğunu düşündün mü?

Bu sanırım genel Plastic sound’u üzerinden bir soru. Biz mix ve mastering işlerini Aykut’a bırakıyoruz. Konusunda oldukça tecrübelidir. Ben kendi şarkılarımızı kayıt bittikten sonra pek dinleyemiyorum. Şarkılarda vokal baskın bir durum söz konusu ise bu eminim bilinçli alınmış bir karardır. Bu konularda kendi işimi bitirip çekilmeyi ve geri kalan teknik meseleleri işi bilene bırakmayı tercih ederim. Kısacası majör konular dışında bu işlere pek müdahil olmuyorum. Ama bu bakış açısı ile şarkıları tekrar dinleyeceğim.