“ÖTEKİ” NİN EN UÇ TEMSİLİ (1): VAMPİRLER

“ÖTEKİ” NİN EN UÇ TEMSİLİ (1):  VAMPİRLER
Kim ya da nedir bu vampirler? Bize ne anlatmak istiyorlar? Beşyüz yıldır haklarında bir şekilde konuşulduğuna göre kendileri gibi söylenceleri de sarsılmaz olmalı! Yoksa onlar insanoğlunun, içindeki kötülüğü fark edip, onu...

Kim ya da nedir bu vampirler? Bize ne anlatmak istiyorlar? Beşyüz yıldır haklarında bir şekilde konuşulduğuna göre kendileri gibi söylenceleri de sarsılmaz olmalı! Yoksa onlar insanoğlunun, içindeki kötülüğü fark edip, onu bir mezara, bir tabuta yatırmak istemesinden mi ibaret? İçimizdeki kötülüğü vampirler yoluyla araçsallaştırıyor da, göğüslerine bir kazık çakıp kötü yanımızı yok etmeye mi çalışıyoruz? İnsanlık var oldukça kötülük de vampir kültü de var olacak gibi duruyor.

Geçen hafta bir dizi mutlu tesadüf karşıma Salim Fikret Kırgi’nin “Osmanlı Vampirleri Söylenceler, Etkiler, Tepkiler” isimli çalışmasını çıkarttı.

Çalışma temelde 15-18. yüzyılda Trakya, Ege, Balkanlar (Osmanlı Avrupa’sı) ve Karadeniz havzasındaki folklorik vampir temsilini ve bu temsilin evrilerek sonuçta vardığı popüler temsile gidiş sürecini anlatıyor. Bunu sistematik bir bakışla ve sosyal bilimlerin kurallarını metnine taşıyarak yapıyor. Ve bilimsel çalışmaların kuru dil ve indirgemeci bakış tuzağından kendini koruyabiliyor. Kısacası elimizde “iyi yazılmış” bir bilimsel çalışma var.

Yazar başlarken önce vampir fenomeninin özelliklerinden söz açıyor. Evet, her doğaüstü ve kötü varlık insanın “öteki”yle olan bağlantısını anlatıyor ama vampirin ötekiliği tıpkı kendi fiziksel özellikleri gibi çok güçlü. Örneğin bilinci olmayan bir zombi değil, kendi iradesini kullanan ve seçimlerinde otonom olan bir figür. Yani bir kurtadam gibi şekil değiştirip içgüdülerinin akışına bırakmıyor kendini. Diğer kötülerle işbirliği yapmasına da gerek yok, keza kötülüğünün kaynağı kendisi. Hatta kötülüğü öylesine kesin ki, diğer iblisler tarafından bile dışlanmış.

Daha şimdiden bu kötü hakkında bazı çağrışımlarımız olmalı. Birazdan bu çağrışımlar netleşecek, en azından benim için.

Çalışma folklorik vampir fenomeninin somut kaynağının “mezarda gömüldükten sonra uzun süre bozulmadan kalmak” ve “vampir olduğundan şüphelenilen bu cesetlerin kafa kesmek, vücuda kazık saplamak, (böğürtlen ağacından yapılmış bir kazık, neden acaba?) kalbini yerinden çıkarmak ve tüm bunlar da işe yaramazsa cesedi yakmak” yoluyla yok edilme yöntemleri olduğunu söylüyor. Ve hemen ardından ekleniyor: “Çünkü ölümden sonra mezarda bozulmadan kalmak pek çok inanç sisteminde bilhassa Hristiyanlıkta, azizlik ya da ermişlik belirtisi”

Bir lanet olarak mezarda sıkışıp kalmak

Tam da burada adli tıbbi bir yaklaşıma gereksinim var gibi görünüyor. En basit tarifle ölünce gömülürüz ve ardından çürürüz. Daha doğrusu çürümemiz beklenir. Çünkü doğa neredeyse felsefik denebilecek bir yaklaşımla herşeyi ilk haline döndürmek ister. Ayrıştırır, yok eder ve sonunda kendine katar.

Ama bazen çürüme süreci kesintiye uğrar ki bu durum genellikle cesedin gömüldüğü coğrafyanın ve bölgenin toprağın özellikleri ya da cesedin kaldığı ortam şartları (donma, buzul içinde kalma) ile ilgilidir. Bu durumda üç sonuç karşımıza çıkar. Ceset sabunlaşır (nemli ortamlara gömülen özellikle yağ oranı yüksek bedenlerde yağ asitlerine ayrışır, yağ asitleri ortam mineralleri ile birleşerek sabun oluşturur ve çürüme durur; Bkz: Turgut Özal vakası) ceset mumyalaşır, (cesedin ileri derecede su kaybetmesi sonucu doğal ya da yapay yöntemler uygulanarak)  ya da ceset salamuralaşır (maserasyon) ki bu sonuç bizim konumuza yakın değil.

Biz tekrar vampirlere dönelim. Zaten yazar da tam burada Amerikalı antropolog Paul Barber’ın “Vampires, Burial and Death: Folklore and Reality” (Vampirler, Defin ve Ölüm: Folklor ve Gerçeklik) adlı çalışmasına atıf yapıyor. Barber, Doğu ve Orta Avrupa’daki iklim koşulları ve toprak türünün ölüm sonrası fizyolojik süreçlere etkisi olmak üzere, gömme gelenekleri, salgın hastalıklara karşı Aydınlanma öncesi yaklaşımlar ve çoktanrıcı dönemden kalma bazı geleneklerin fenomenin ortaya çıkışında etkisi olabileceğini söyleyerek adli tıbbi bilgiyle kesişiyor.

Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm “Folklorik vampir fenomeninin Osmanlı Avrupa’sından Batı Avrupa’ya doğru gidişini ve bu gidiş için hangi araçları kullandığından bahsederken ikinci bölüm Osmanlı tebaasının ve ulemanın folklorik vampirlere verdiği tepkileri anlatıyor.

Son bölümse 18. yüzyıldaki “Vampir Çılgınlığı” ve doğulu cehalet sembolünün (ki yazar burada, Rum Ortodoks Kilisesi ile Slav ve Grek  toplumları merkezli folklorik vampir fenomeninin popüler temsil yolunda Batı Avrupa’ya doğru yol alırken önce şok, küçümseme ve şaşkınlıkla algılanışının arkasında çok kısa bir süre önce insanları cadı olduklarını düşündükleri için diri diri yakan bir zihniyetin, doğaüstü öykülere olan gereksiniminin bir başka kanala yönelmesinin konforu ve “Aydınlanmamış Öteki” yi “Cahil Doğu” yu suçlamanın geçmişin hurafeler ışığında şekillenmiş ilkel uygulamalarını unutmanın etkili bir yolu olduğunu söyleyerek çok yerinde ve parlak bir saptama yapıyor. O meşhur Batılı iki yüzlülük yine karşımızda) baştan çıkarıcı kurgusal vampire nasıl dönüştüğü anlatıyor.

Vampirler mi ötekidir yoksa ötekiler mi vampire dönüşür?

Yaşamları boyunca bir çok günah işleyen kişilerin mezarlarında rahat uyuyamayarak yattıkları yeri terk edip, yaşarken zaman geçirdikleri yere geri dönmeleri gibi bir etyolojisi olduğundan bahisle devam ediyoruz kitaba. (İnsanlığın ortak dili ne etkili, ister kabir azabı deyin, ister arada, arafta kalma, ister vampir olarak sıkışma ya da vicdan yapılanmasının eksiklik ya da yokluğu, bu fenomen ortak bir derdi anlatıyor)

Başka etkenler de var vampire dönüşmek için. Yatkınlık (alkolikler, intihar edenler, büyücüler, diğer dinlerin mensupları – Müslümanlar bu işten biraz azade gibi görünüyor, ama onların arasında da var folklorik vampirler, sadece onların yok edilme yöntemleri biraz daha insaflı sanki- ), kader (nesilden nesile geçen uğursuzluk, üzerinde plasentayla doğmak, gayrimeşru ilişkiden doğmak), yaşanan olaylar (vampir tarafından ısırılmak, vampir tarafından öldürülen hayvanı yemek, cesedin üzerinden kara kedi atlaması) ve son olarak hayattayken bitirilmemiş işler (yakınları tarafından definleri nizami yapılmamış kişiler, yalnız ölenler, ölümleri kimse tarafından görülmemiş kişiler) vampire dönüşme riskini yükseltiyor.

Bıraksanız kitabı buraya yazacağım, bir yerde durmak gerek.

Ama yine de küçük ipuçları vermeden de edemeyeceğim.

Modern Vampir Temsiline Doğru İlerlerken

 “Osmanlı Vampirleri” Müslüman Osmanlıların verdikleri tepkilerle devam edecek. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman döneminin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin vampirlerle ilgili üç fetvası olduğunu, böylelikle aslında vampirizm denen şeyin gerçek kabul edildiğini ve hatta yapılması gerekenlerin dönemin hukuk sistemi içine de girdiğini,  Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde  Karadeniz Havzası’ndaki vampirizm olaylarını ballandıra ballandıra anlattığını, Karakancolos gecesinde Abhaz ve Çerkes oburları (vampirlerin) gökyüzünde cenge tutuştuklarını gözleriyle gördüğünü (doğa takviminde Ocak ayında görülen Karakancolos Fırtına’sının bu olayla bir ilgisi olmalı)  vampir ilmihallerini, Anonim Osmanlı Tarihi’ndeki şaşırtıcı vampir bahsini ve, vampirlerin Kırım ve Kefe şehriyle ve Kara Veba ile bağlantısı okuyacağız.

Modern vampir temsilinin neredeyse Seyahatname’deki vampir metinlerinin temel alınarak oluşturulduğu gerçeği beni şaşırtıyor. Şunu belirtmek gerekiyor ki folklorik temsilden popüler temsile geçiş şüphesiz Bram Stoker’ın Dracula’sı ile oluyor. Peki ya Bram Stoker’ın vampir fenomeniyle ilgili çağrışımının kaynağı?

Arminius Vámbéry’den de biraz bahsedip yazıyı ikiye bölelim o halde.

Bu şahıs Macar bir Türkolog ve seyyah, aynı zamanda muhtemelen Birleşik Krallık adına Doğu Avrupa ve Osmanlı topraklarında çalışan bir casus. Ve ne tuhaftır ki Bram Stoker’a Dracula’nın yazımı sırasında danışmanlık yaparken Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde oburlarla (vampir) ilgili bölümlerin yer aldığı altıncı cildin önsözünü de yazmış. Ne garip bir bağlantı.

Haftaya modern vampirlerden, Bram Stoker’ın Dracula’sından bahsedelim ve şimdiden biraz ilgi çekmek için yazıya ait birkaç ipucu da verelim.

İlk vampir romanının taslağını Lord Byron mı yazdı yoksa özel doktoru Polidori mi? Vampirler neden içeri davet edilmeden içeri giremezler? Vampirler neden aynada görünmez? Lacan’ın bu konuyla ilgili bir açıklaması var mı?

İyi Pazarlar!

  • Osmanlı Vampirleri Söylenceler, Etkiler, Tepkiler, Salim Fikret Kırgi, İletişim Yayınları, 2018

Öne Çıkanlar