PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK EL Mİ DEĞİŞTİRİYOR?

Evet şaşkınlar, evet kurumsal yapılar ortadan kalktı, evet ortada planlama değil deneme yanılma yöntemi ile yürüyen bir iktidar var. Ve bu iktidar, ekonomisiyle, yönetim biçimiyle, dış ilişkileriyle batarken bile çıkıyormuş sorunları çözüyormuş algısı yaratabiliyor. Kurnaz oldukları, iyi pazarlamacı oldukları kesin. Bu yüzden Eylül’den bu yana denedikleri ekonomik uygulamaların sonucu ortaya çıkan başarısızlığı bile zafer havasında sunabiliyorlar.

Erdoğan siyasetinin temel özelliği başarıyı kendisine, başarısızlığı da hedefe kimi koyduysa ona yazmaktır. Öyle ki, kendi döneminde düşen döviz rezervini bile "Başbakanlığım döneminden sonra bir düşüş yaşandı, ben yoktum. Cumhurbaşkanıydım" diye açıklayabiliyor.

“Dolar 10 TL olacak” diyenler hakkında dava açılmasına ve doların 8 liradan 18 liraya çıkmasına sessiz kalanlar, hatta bunu sorgulayanlara vatan haini muamelesi yapanlar, doların 18’den 13’e düşmesiyle neredeyse zil takıp oynayacaklar. İnanılır gibi değil ama 2 ay önce 8 lira olan doların bugün 13 lira olmasından bile ciddi bir başarı öyküsü çıkarıyorlar. AKP kadrolarında esen hava bunu gösteriyor, Malatya’daki “Dolar Halayı” da…

Mevduat geliri dediğin faiz değil mi? Bu uygulama ile TL yerini dövize terk etmedi mi?

Hazinenin ortaya çıkacak bu faizi ödeyecek parası var mı ya da bu parayı kim ödeyecek gibi birçok sorunun cevabı aslında çok açık olsa da, Uğur Gürses, Yalçın Karatepe, Mahfi Eğilmez, Mustafa Sönmez, Hayri Kozanoğlu, Emin Çapa, Ozan Gündoğdu, İbrahim Kahveci, Kerim Rota, Durmuş Yılmaz gibi Türkiye’nin birçok ekonomisti yaşananların çözüm olmadığını Bilal’e anlatıyor gibi” anlatsalar da Erdoğan "kazanan sadece bankada parası olan veya ihracat yapan değil ülkemizin tamamıdır, 84 milyonun her bir ferdidir” yalanını üflemeye devam ediyor.

Bu ekonomi politikayla sermayenin bir bölümün el değiştireceği, oligarşik yapının daha da güçleneceği, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olacağı kesin olmasına rağmen Erdoğan asgari ücretten sonra, memur maaşları, emekli maaşları, öğrenci bursları üzerinden tam bir baskın seçim ekonomisi uygulamaya hazırlanıyor…

“KABAHATİN ÇOĞU SENİN”
Erdoğan’ın bu hamlesi karşısında muhalefetin güçlü bir cevap verememesi, muhalefeti destekleyen geniş seçmen kitlesinde bir demoralize olma halini ortaya çıkarmış gibi duruyor. 2019’dan bu yana muhalefetin yakaladığı psikolojik üstünlük ve inisiyatif, derinleşen ekonomik krizin etkisi ve özellikle Kılıçdaroğlu’nun son birkaç aydır yaptığı doğru hamlelerle (Kürt meselesi, tezkere, TCMB, TÜİK, TOBB, TÜSİAD ziyaretleri gibi) daha da yükselmişti.

Erdoğan’ın son hamlesi siyasette inisiyatifin el değiştirmesini sağlamasa bile AKP-MHP blokundan uzaklaşan seçmen kitlesini yeniden bu blokla yakınlaştırabilir. Çünkü siyaset son tahlilde umut, heyecan ve bir hayalin peşinden gitme işidir. Bu da kaçınılmaz bir biçimde inandırıcılık, sahicilik ve güven gerektirir.

Erdoğan’ın dünkü Erdoğan olmadığı, ciddi irtifa kaybettiği, kendi mahallesinde de sahiciliğinin darbe aldığı kesin. Ancak iktidarda kalmak için her yolu mübah gören Erdoğan’ın halen ciddi bir alıcısı var. Nitekim daha dün “biz Nasa bağlıyız, o yüzden faiz haramdır” diyen Erdoğan, bugün sanki onu söyleyen bir başkasıymış gibi “mevduat geliri” diye hem de yüksek faizi savunabiliyor. Ve bu söylem buna rağmen ciddi bir “alıcı” buluyor. İnsanlar “madem dövizi düşürebiliyordun niye bu kadar yükselmesine izin verdin” diye Erdoğan’a yükleneceklerine, Durmuş Yılmaz’a ve muhalefete yüklenmeyi tercih ediyorlar.

Bütün bunlardan dolayı muhalefetin aslında kendi bildiği bu gerçeklikle daha hızlı yüzleşmesi ve acilen vites büyütmesi gerekiyor. Demokratik bir Türkiye için mevcut iktidarın değil, “ben geliyorum, alternatif benim” diyen muhalefetin ne söylediği önemli.

Erdoğan iktidarının ülkeyi iflasa sürüklediği, sistemin her alanda döküldüğü bir ortamda, asgari ücretle ilgili bile "takdir Sayın Cumhurbaşkanımızın” diyen sendika yöneticilerinin olduğu, derin yoksulluğa rağmen “en alttakilerin” Erdoğan’ın yanında durmaya devam ettiği gerçeğine rağmen fatura seçmene kesilmemeli, ortadaki durum da “Türkiye’nin sosyolojik gerçeği” ile açıklanmaya çalışılmamalıdır.

CHP başta olmak üzere psikolojik üstünlüğün, moral üstünlüğün korunması için haftalardır yazdığım gibi muhalefet partilerinin Genel Başkanları ziyaret trafiğini devam ettirmek yerine, ortak bir bildirgeyle kameraların karşısına geçmeli, “Nasıl Bir Türkiye, Nasıl Bir Ekonomi” sorularına ortak cevap vermeliler hatta “Gölge Bir Kabine” kuracaklarını açıklamalılar ve de el yükseltmek için Mersin mitingi Mersin’de kalmamalı, Türkiye’nin dört bir yanına ortaklaşa taşınmalıdır.

Nazım Hikmet boşuna dememiş: “Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. / Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. / Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necdet Saraç Arşivi