Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“SEN İNSAN OLARAK NE KADARSAN, OYNADIĞIN KARAKTER DE O KADAR”

Kendisiyle tanışıklığımız çok uzun yıllara dayanıyor. Yıllar önce bir röportaj yapmıştık o günden sonra arkadaş olmaya karar verdik ve kendiliğinden iletişimimiz bugünlere geldi. Evet şanslıyım kendisiyle arkadaş olmak bir insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri diyebilirim. O çok özel bir kadın bitmek bilmeyen enerjisi ve sürekli öğrenme merakıyla beni kendisine hayran bıraktırmaya devam ediyor. İnsanı motive eden bir yanı var kendisi de hayata karşı hep öyle duruyor ve yaşıyor. Cesaretli, ilham verici, yaratıcı, oynuyor, yazıyor, yönetiyor ve sürekli yeni bir şeyler denemekten asla vazgeçmiyor. Fadik Sevin Atasoy ile bizim saatlerce süren sohbetlerimiz var ve her sohbetten hayatıma su gibi berrak zenginlik akıyor. İstedim ki bu kez sizler için kendisiyle sohbet edeyim. Fadik Sevin Atasoy ile Amerika’da yaşadığı yılları, oyunculuk hikayesinden yola çıkarak kurduğu hayatını ve projelerini sizler için konuştum. Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar dileriz.  

Yurt dışında kaç yıl kaldın ve nerelerde yaşadın?

11 sene Amerika’da kaldım ama öncesinde Berlin, İtalya, İskoçya var buralarda ise kısa süreli kaldım.  

Gidişim felsefi ve kişisel bir yolculuktu

Yıllar önce gitmeye karar verdin ve bavulunu topladın, o anki gitme duygun neydi bu kadar yıl sonra döndüğünde sende kalan duygu ne oldu?

Gitmek, kişisel bir laboratuvardı kendim olarak dünyanın başka bir yerlerinde iş yapabilir miyim durumunu görmekti. Evet yaparmışım, her yerde de bir üretim yarattım. Benim gidişim gezme ve tozma değildi felsefi ve kişisel bir yolculuktu aslında. İyi ki yapmışım, iyi ki gitmişim. Bu süre içerisinde çok ürün çıktı ortaya bir tiyatro oyunu, bir kitap, bir sinema filmi zamanla da bu gidiş bir bavuldan ‘Rade Case Entertainment’ adıyla bir şirkete dönüştü. Kişisel olarak da tabii giden Fadik’le kovid nedeniyle dönen Fadik arasında çok fark var.

Kendi içimde şamanik bir sıçrama yaşadım

Herkes düzenini bırakıp kolay gidemiyor zor bir karar gibi geliyor düşününce. Ama sen var olan düzenini bırakıp tek bir bavulla gitme cesareti gösterdin. Bu cesareti kendinde nasıl buldun ve gitmeye karar verdin?

Babamın bir deyimi vardır çok severim “Sanat şamanik sıçramalardır” der. Ben kendi içimde şamanik bir sıçrama yaşadım açıkçası. Bir iç sesi yola çıkarmasıydı o, direnmedim, rahata yüzümü koyup da kalmadım. Aslında bir arayıştı ama boş bir arayış değil. Bir şey hissettim, bir şeyin sesini duydum hem sanat yapıtımda hem de kişisel olarak bana daha da bir şeylerin ekleneceği hissi vardı ve bir bilinmezliğin içerisine atladım diyebilirim. Ama yüzeceğime çok eminmişim ki atladım, boğulmayacağımı biliyordum.

Ben çağrıldığım yere yürüdüm

Bu yolculuğun gitmek durumunun içi bir yaratıcılık yolculuğuna dönüştü gerçekten.  

Aslında gitmek gibi de görmüyorum ben bunu. Gitmek bir tepki, bir şeyleri bırakıp buradan kaçmak falan değildi benimki ben çağırıldığım yere yürüdüm sadece. Aslında bir yerden ayrılmadım, çağrıldığım yere yürüdüm.

Amerika bana çok şey kattı

Oyunculuk anlamında Amerika’daki o endüstri sana neler kattı, neleri değiştirdi hayatında?

Çok şey kattı. Daha evrensel standartlarda mevcut olan yeteneğimi nasıl geliştirebileceğimi öğrendim ve donanım sahibi oldum. Amerika’da bir endüstri söz konusu ve endüstrinin de belirli kuralları var, bu kurallar herkesin haklarını gözeten kurallar. Oyunculuk mesleğinin bir de işletme kısmı var, Amerika’da bunu çok net görüyorsun. Önce iyi bir menajerinin olması, sonra bir ajansının olması ve sendikaya üye olman lazım. Bunlar olduktan sonra ancak deneme çekimine girme hakkını kazanıyorsun. Ben bunların hepsini gerçekleştirdim. Amerikalıların çektiği bir bağımsız sinema filminde de oynadım. Dolayısıyla belirli adımlar var ve bu adımları takip etmen gerekiyor.

Türkiye’de doğrum yetiştim, Amerika’da büyüdüm

Macera dolu ve fırsatlar ülkesi Amerika derler ya gerçekten öyle mi, Los Angeles ve New York’ta yaşam nasıldı orayı çok sevdin neden?

Sağlıklı yaşam kısmını çok sevdim. Orada hayat daha erken başlıyor ve daha erken bitiyor. Hiç öyle televizyon filmlerinde gördüğümüz çılgın Los Angeles diye bir şey yok onun tam aksine aslında sağlıklı yaşamı, sporu hatta vejeteryanları çok seven bir coğrafya diyebilirim. Kaliforniya ve Los Angeles o yüzden bana çok hitap etti zaten öyle yaşayan biriydim. Kendini geliştirmek için çok büyük fırsatlar var. Benim en büyük şansım çok doğru zamanda, doğru insanlarla tanıştım endüstrinin içerisinden ve endüstrinin çok güzel ihtisasını yapabildim. Onun için kendi film şirketimi kurabildim, onun üzerinden iki tane prodüksiyon gerçekleştirdim, tek kişilik kadın oyunumu İngilizce yazdım orada sunabilme şansım oldu. Şimdi de yönetmen olarak çekmeye başladığım filmlerimde orada biriktirdiğim bütün birikimlerin karşılığını alıyorum açıkçası. Benim için Amerika şöyle söyleyeyim; Türkiye’de doğdum yetiştim, Amerika’da büyüdüm şimdi Türkiye’den Amerika’ya, Amerika’dan Türkiye’ye üretim gerçekleştiren bir insan oldum diyebilirim.

Daha özgüvenli bir Fadik olarak buradayım şu anda

Bir de şöyle bir durum var; o üretimleri Türkiye’de yapsaydın Amerika’daki endüstri senden haberdar olmayacaktı ya da zor olacaktı değil mi?

O üretimleri burada yapamayacaktım. Eğer o yolu gitmeseydim dünyanın ne istediğini hiçbir zaman anlayamayacaktım ve evrensel bir dilim olmayacaktı. Bu yerel bir dil de bazen evrensele ulaşabilir bunu asla yadsımıyorum. Ama perspektifim çok genişledi ve orada başarılı olduğumu da görünce geçer akçe olduğumu görmek özgüvenimi güçlendirdi açıkçası, daha özgüvenli bir Fadik olarak buradayım şu anda. Yerelden evrensele nasıl bir sentez kurulabileceğini öğrendim. Orada ne kadar özgün olursam o kadar evrensel olacağımı da öğrendim. Amerika’da gerçekten Türk olmayı öğrendim.

İşini iyi yapıyorsan bir fark yaratıyorsun

Orada nasıl karşılıyorlar Türkleri, seni nasıl karşıladılar ve sen kimlerle tanıştın?

İşini iyi yapıyorsan bir fark yaratıyorsan hemen göze batıyor ve takdir alıyorsun. Benim en büyük şansım  Michelle Danner oldu yeteneğime inandı, tiyatrosunu bana açtı. Bir yetenek gördükleri zaman gerçekten sahip çıkıyorlar bu çok güzel bir şey. Warner Bros'un kurucusu Merv Adelson akıl hocam oldu. Ondan sinema nasıl yapılır, uluslararası bir sinema nasıl pazarlanır, kriterler nedir gibi Hollywood’un bütün matematiğini öğrendim. Çok kıymetli insanlar bana destek oldu, bilgi verdi, iyi bir network ağı oluşturdum. Şimdi o bütün heybeme doldurduklarımla Türkiye’den yaptığım üretimleri oraya göndermek ve oraya satmak istiyorum. Yani üretimi burada yapıp pazarı orası olarak kullanmak benim için en doğru yol gibi gözüküyor şu anda. Hayat beni oraya getirdi aslında.

Oyunum ‘Muse’ hemen hemen beş kıtayı gezdi 

Amerika’da İngilizce yazıp oynadığın ‘Muse’ oyununu Türkçe olarak ülkende oynamak nasıldı ve oyun dünyada nasıl bir ilgiyle karşılandı?

Oyun Türkçe’ye çevrildi tekrar uyarlandı ve Türkiye’de de çok güzel karşılandı. Ve uzun süre sonra ülkemde kendi yazdığım bir oyunu oynamak çok heyecanlıydı. Fakat çok oynayamadım çünkü oyun Edinburgh Tiyatro Festivali’ne seçildi oraya gittim, İngiltere’de çok güzel eleştiriler aldı sonrasında kovid girince Avustralya’ya dijital versiyonunu yolladım, Danimarka’da oynadım orada da çok ilgi gördüm ve karşılığını aldım. Hemen hemen beş kıtayı gezdi oyunum. Şu anda heybemde duruyor, kovidin biraz geçmesini bekliyorum.

Oyunumun yolculuğu devam edecek

Oyunu yazarken çıkış hikayende bu kadar etkileyici ve başarılı bir oyun olacağını düşünmüş müydün, anlattığın hikayenin farklı ülkelerde bu kadar karşılığını bulacağını hayal etmiş miydin?

Hayal bile edemezdim. Danimarka’da da çok şaşırdım çünkü Hans Christian Andersen’ın vatanı masal dinlemeye bu kadar alışmış insanlar böyle bir masalı kabul edecekler mi diye düşündüm. Biraz tabii meddah tarzında farklı farklı objelerle karakterin meddah gibi geleneksel bir anlatımı alıp modernize ettiğim için onlara ilginç de geldi bu. Danimarka beni çok şaşırttı inanılmaz bir coşkuyla karşıladılar. Amerikalılar çok sevdiler, onlara hitap eden bir oyun oldu ve oyuna en yüksek tepkiyi Amerikan seyircisinden aldım, Türkiye’de de karşılığını buldu. New York’ta oynayacaktım kovid nedeniyle tiyatrolar kapanınca ertelendi. 2022 yılında Broadway’de oynayacağım onun heyecanı var üstümde ve ertelenen gösterilerle oyunumun yolculuğu devam edecek.

Aslında dönmedim koronanın benim için yarattığı bir seçim oldu

Neden Türkiye’ye döndün?

Aslında dönmedim bir şekilde bu süreci burada geçirmem için hayat beni buraya kapattı diyebilirim. Tam Berlin’e gidiyordum ve önümdeki bir senem turneler üzerine kuruluydu. Önce Avrupa turnesini tamamlayıp en son 42. Cadde Broadway’de oyunumu sahneledikten sonra orada kalacaktım plan buydu. 12 Mart’ta Berlin’e gitmek için bavulu elime alınca birden hadi sizi kapatıyoruz dedikleri zaman bavulla ben İstanbul’da kalakaldım. Bütün tiyatrolar kapanınca planlar değişti ve her şey dijitale dönüştü. Dolayısıyla benim pek planladığım bir şey olmadı kalmak. Benim planıma göre bir sene dünyanın değişik yerlerinde turne yapıyor olacaktım. Hatta Los Angeles’tan sonra New York’ta yaşamaya devam edecektim ama bu plan da ertelendi. Aslında dönmedim koronanın benim için yarattığı bir seçim oldu. Sonrasında dizi projesi gelince de bambaşka bir planın içinde buldum kendimi.

Şengül’ü çok sevdim, renkli ve eğlenceli bir karakter

Kalman ve dönüşün çok güzel oldu. ‘Kardeşlerim’ dizisi senin için nasıl bir proje oldu?

Yapımcı Nazlı Heptürk benim seçimimde etkili oldu. Serkan Birinci gibi usta bir yönetmenin varlığı da etkiliydi. Karakterim Şengül’ü çok sevdim. Şengül benim Amerika’da İngiltere’de ve diğer ülkelerde oynama şansım olmayacak bir karakter. Başka ya da benzer karakterleri oynayabilirsin ama Şengül’ü oynayamazsın. Şengül gerçek bir Anadolu kadını ve bizim bütün geleneksel güzelliklerimizi ama aynı zamanda defolarımızı da taşıyan bir kadın dolayısıyla çok bize ait bir kadın. Böyle bir karakteri benim yurt dışında bulmam söz konusu değildi o yüzden çok heyecanlandım. Şengül çok renkli ve eğlenceli. Şengül’ü oynarken ip cambazı gibiyim gerçekten zor bir karakter, sağı solu belli olmuyor birazcık abartsan fazla oluyor, birazcık karartsan fazla kötü oluyor. Hep böyle ipin üzerinde gibiyim Şengül’le ne çok sevmeliler, ne de nefret etmeliler. Şengül hep insan olarak kalmalı.

Şengül ne iyi ne kötü, her insan gibi bence

İzleyince kızamıyoruz da çünkü Şengül çok eğlenceli, şeytan tüyü de olan bir karakter.

Çok bizden, çok insan bir kadın iyilikleri ve kötülükleriyle. Televizyonda görmeye alışkın olmadığımız bir karakter. Çünkü bir karakter ya bir kahramandır çok iyidir ya da çok kötüdür genelde. Şengül ne iyi ne kötü, her insan gibi bence.

Şengül fenomen oldu tik tok videoları dönüyor her yerde  

Kaç yıl oldu sonra bir Türk dizisiyle ekrana döndün ve neler hissettin?

Herhalde 11 sene kadar oldu. Türkçe oynamak çok keyifli ve güzel Amerika’da böyle bir şansım yoktu İngilizce oynuyordum. Kendi dilinin cambazı olmak güzel. Şengül aksanlı İç Anadolu şivesiyle konuşuyor ve şiveli oynamak çok eğlenceli bir şey. Şengül fenomen oldu tik tokları dönüyor her yerde. Şengül’ü çok sevdiler aslında, bağırlarına bastılar. Şengül hayatı dolu dolu yaşıyor, gündemi de hiç kaçırmıyor. Dizi birinci sezonu birincilikle bitirdi. Bir taksi şoförü aslında bu başarıyı bana özetledi; “abla ben karımla çocuğumla akşam yemek yiyip televizyonu açtığım zaman izleyebileceğim bir şey koydunuz karşıma çok teşekkür ederim.” Ailecek izlenebilecek bir iş olduğu için bence seyirciler o yüzden çok sahip çıktı.

Tamamen bana zıt ve benimle hiçbir ortak noktası olmayan bir karakteri oynuyorum

Arkadaşın olarak Şengül’ü izlediğimde hakikaten sana çok yabancılaşıyorum çünkü senden çok çok uzak bir karakter ve rol. Sen salon kadınısın ve o rollerde olursun ama tam ters köşe rol olmuş bu ve ezber bozuyorsun.  

Aslında evet öyle de biriyim. Tamamen bana zıt ve benim dışımda benimle hiçbir ortak noktası olmayan bir karakteri oynuyorum. Hatta bazen içlikleri iç içe giyiyoruz ki daha Anadolu kadını olsun, toplu toplu görünsün diye hep robadan elbiseler giyiyorum. Bedensel ve duygusal olarak da kendimin dışında bir şey yapıyorum. Menajerim Gülistan bu rolün benden çıkacağına çok inandığı için öncelikle rolü o çok sevdi ve beni de ilk başta o ikna etti. Ve içimden bambaşka bir rol çıktı ve çok sevildi.

Sokaktan hiçbir zaman kopuk bir insan olmadım

Bir role hazırlanmak nasıl oluyor?

Konservatuarın ilk yıllarında bir role hazırlanmak için belirli teknikler falan vardı öğrendik. Ama galiba insan bir süre sonra bu artık senin ikinci doğan oluyor. İnan hiçbir özel hazırlık yapmıyorum. Herhalde arşivde o kadar birikmiş ki artık yeri gelen karakter oradan çıkıyor. Artık hazırlık yapmayan bir süreçteyim hepsi var bende, deneyim belki de böyle bir şey. 4 yaşımdan beri karakter yaratıyor olmanın ve oynuyor olmanın verdiği bir özgüven mi oluştu  ne diyeyim data bankımda hepsi var. Çok ekstrem bir şey olması lazım ki ben ona özel bir hazırlık yapayım. Bu kadınları biliyorum, bu kadınlarla her gün karşılaştım. Şengül’ün farklı versiyonlarını hep gördüm, yaşadım, duyumsadım ve sokaktan hiçbir zaman kopuk bir insan olmadım. Hiçbir zaman sırça köşkünde yaşayan bir insan olmadım. Dışarıdan ne kadar rafine salon kadını gibi görünsem de aslında ben hep sokak çocuğu olarak sokaklarda oldum, izledim, gözlemledim, kendimin oralarda olduğunu hiçbir zaman göstermeden gözlemledim. Dolayısıyla hayatla, yaşamla, sokakla, her kesimden insanla iletişim kuran birisiyim ve o yüzden de bunların hepsi zaten benim havuzumda var.

Oyunculuğun düşünsel olması gerektiğine kesinlikle inanıyorum

Oynamak nasıl bir duygu ve içinde neler barındırıyor, mesleğinin oyuncu olması sana ne hissettiriyor?

Oyunculuğu orana vurduğum zaman bunun yüzde 50’si entelektüel birikim, yüzde 30’u yetenek ise yüzde 20’si de çalışmak diye düşünüyorum. Bilmiyorum yeteneğimin yüzdesi kaç ama entelektüel birikimin üzerine inşa edilmiş bir emek var. Ben oyunculuğun düşünsel olması gerektiğine kesinlikle inanıyorum yoksa sadece kendini oynayan ve kendini tekrar eden karakterlere hayat verebilirsin. Bu bahsettiğim entelektüel birikimde sadece oturup bir kitap okumak değil gerçekten sanatın bütün disiplinleriyle ilişki içerisinde olmak, artı yaşamın bütün disiplinleriyle içinde olmak, artı psikoloji ve felsefenin de buna inter disiplin olarak girmiş olması. Dolayısıyla sen ne kadarsan oyunculuğun da o kadar oluyor açıkçası. Sen insan olarak ne kadarsan, oynadığın karakter de o kadar.

Ben bir hikaye anlatıcısıyım

Yazıp yönetmenliğini yaptığın yeni projelerinden bahseder misin?

Festivaller için bir kısa film, beş tane de sanat içeriği olan filmler çektim. Yönetmenlik de daha yeniyim kendimi de yönetmen olarak adlandırmıyorum, ben hikâye anlatıcısıyım. Bunu gerekirse oyuncu olarak, gerekirse yazar olarak, gerekirse de yönetmen olarak yapıyorum ama totalde aslında hikâye anlatıcısıyım onun için birbirinden ayırmıyorum. Kendimi hikâye anlatıcısı olarak tanımlıyorum. Ben bir hikâye anlatıcısıyım bugün bunu oyuncu olarak sergiliyorum ertesi günü yazar olarak sergileyebiliyorum başka bir zaman da yönetmen olarak sergiliyorum totale baktığında aynı işi yapıyorum. Bir hikâyeyi birilerine anlatıyorum. Kendi hikâyelerimi çekmek üzerine kurduğum yeni bir yolda da ilerliyorum, bu kendi hikâyemi anlatmak için seçtiğim bir mecra.

‘Art-in Motion’ tarzında içeriğini yazıp yönettiğim projeler çektim

Sanat içerikli filmlerinden bahseder misin?

Bir kültür sanat içerikli dijital bir platform için projeler yazdım ve yönettim. Türkiye’yi uluslararası kültürel anlamda tanıtan bir platform için Türkiye’nin sanat örneklerini daha sinematografik ama daha kompakt bir şekilde izleyebilecekleri bir format doğurup ‘Art-in Motion’ tarzında hareket eden sanat olarak adlandırılan içeriğini yazdığım ve yönetmen olarak benim yer aldığım projeler oldu. Bu projelerden beş tane örnek film hazırladık.

‘Jülyet’in Yolculuğu’ bir şehir masalı  

‘Jülyet’in Yolculuğu’ kısa filmini çektin, hikâyesi ve senin için önemi nedir?

Yapımcılığını Emre Oskay’ın, görüntü yönetmenliğini Deniz Eyüboğlu üstlendiği benim hem yazar hem de yönetmen olarak içinde bulunduğum ayrıca küçük de bir rol oynadığım bir kısa metrajlı sinema filmi ‘Jülyet’in Yolculuğu’. Bu hikayeyi Amerika’da yazmıştım Los Angeles’ta çekmeyi planlıyordum fakat koronodan dolayı Türkiye’ye gelince planlar değişti ve hikayeyi Türkiye’ye uyarladım.‘Jülyet’in Yolculuğu’ bir oyuncak bebek metaforu üzerinden kadının toplumdaki elden ele geçerek aldığı konumlar üzerine bir gönderme aslında, metaforik bir anlatım. Ben buna bir şehir masalı diyorum Büyükşehir’e yazılmış bir masal. Şiirsel bir anlatım hâkim. Yurt dışı festivallere başvuru süreci başladı inşallah önümüzdeki yıl festivallerde güzel haberlerle dönüşlerini alacağız.

Çıkış noktam kadın ama hümanizme dönüşen bir kadın

Peki bu hikaye nasıl ortaya çıktı, neyi dert ettin de bir masal tadında kısa filme dönüştü?

Benim bütün hikâyelerimde, kitabımda, ‘Muse’ tiyatro oyunumda da olsun kendi ürettiğim hikâyelerde ortak bir nokta var bunu fark ettim. Anthropomorphic diyorlar insan olmaya özenen objeler ya da insan olmayan varlıkların insan olma arzusu üzerine. Bir objeye takıyorum ve objenin, nesnenin hafızası aslında daha çok beni ilgilendiriyor. Tabii ki kadın olduğum ve kadınlar tarafından büyütüldüğüm için bir kadının gözüyle bakıyorum dünyaya. Bir kadının eksiklikleri ya da bir kadının geçtiği acıların gözüyle de bakıyorum ama hiçbir zaman feminizm çığlığı atmak istemedim, kadından hümanizme doğru giden bir yolculuğum var hep anlatımlarımda. Çıkış noktam kadın ama hümanizme dönüşen bir kadın. Cinsiyeti olan ama bütünün bir parçası olduğunu unutmayan bir kadın. Feminist bir yazar ya da hikâye anlatıcısı değilim ama kadına kıymet veren ve kadına önem veren bir hikâye anlatıcısıyım. Ve kadının üreten ve yaratan olduğu için ancak hümanist bir bakış açısı sağlayabileceğine inanan bir kadınım. Bir kadının eline silah ver git öldür dediğinizde o niye diye sorar, işin doğumunun şahidi olduğu için onu yok etmenin ne kadar zor olacağını bilir. Bu biyolojik farklılıkta bizde daha yaratmaya ve var olanı korumaya yönelik bir içgüdü yarattığı için kadının doğru algılayıp kadını doğru yönlendirirsek hümanizm giden yolda çok daha hızlı ilerleyeceğimizi düşünüyorum. Yok edici değil de daha üretici ve var edici bir dünya olabileceğine inanıyorum. O yüzden hikâyelerimin hep ana teması kadınla başlayıp hümanizme kavuşan bir idea üzerinde ilerliyor.

Birinci bölüm bitti şimdi ikinci bölüm başlıyor

Peki kendi filmini nasıl yazabildin üniversite yıllarına dönersen oradaki Fadik’in hayalleri gerçekleşti mi?

Bütün hayallerimi tek tek gerçekleştirdim ve gerçekleştirmeye de devam ediyorum. Hayal ettiğim her şeyin yanına check atıyorum. Baktım şöyle bir dönüp hepsini hayal etmişim hepsini istemişim ve hepsine de cesaret gösterip yapmışım. Birinci bölüm bitti şimdi ikinci bölüm başlıyor.

Daha olumlu düşünen ve daha anda olmayı becerebilen biri olmak

En yakın hayalin ne?

En yakın hayal herhalde daha olumlu düşünen ve daha anda olmayı becerebilen biri olmak. Kişisel bir hayal bu. Daha olumlu ve daha anda olan evet olumluyum andayım ama bunun bir dahası daha var. Bu benim ikinci doğam olan bir insan olmak istiyorum, hayalim bunun üzerine kurulu. O olduktan sonra zaten bütün hayallerin gerçekleşiyor. Onun dozu arttıkça hayallerinin gerçekleşmesi oranı da hızlanıyor.

Önce oyuncuyum sonra hikâye anlatıcısıyım

Öncelikle ben oyuncuyum mu diyorsun yoksa ben artık hikâye anlatıcısıyım diye mi tanımlıyorsun kendini.

Ben öncelikle oyuncuyum sonra hikâye anlatıcısıyım çünkü oyunculuk baba mesleği. Yazarlar ya pastanelerin üstüne 1920’den beri diye önce evet pastacıyım yani oyuncuyum babamın dükkânını devraldım. Babam da yazardı, yönetmendi ama hep derdi ki oyunculuk önce. Önce oyuncuyum sonra hikâye anlatıcısıyım.

Ortada bir miras var ve bu mirası en iyi şekilde yaşatmalıyım

Devralmak çok güzel bir duygu ama aynı zamanda büyük sorumluluk. Hayran olunan baban önemli bir isim olunca onun çocuğu diye anılmaktan kurtulamıyor insan ömür boyu. Bir hazinenin içindesin ve devralıyorsun, bu durum nasıl bir sorumluluk getiriyor?

Çok enteresan ben babama hayranlık duymadım neden adam o kadar akıllı ki bana küçücük yaşta onun bana hayran olduğunu öğretti. Yolda yürürdük babama “sizi nereden tanıyoruz” derlerdi “kızımdan dolayı tanıyorsunuz” derdi. Küçük yaştan itibaren ben hep babamdan “esas ben sana hayranım” mesajını aldığım için babam hiçbir zaman hayranlık duyduğum bir adamdan öte bana hayranlık duyan bir babam olduğu için ondaki her şeyin bende olduğunu bilerek yaşadım. Yani yetenekleri, yazarlığı, başarısı dolayısıyla aslında onun bir uzantısı oldum. Ona benzemeye çalışan değil, onunla bir ve tek olan bir şey olduğum için hiçbir zaman babamdan daha iyi olmalıyım ya da ona layık olmalıyım gibi bir kaygı da olmadı. Ne yaparsam yapayım ben oydum zaten. “Kızımdan dolayı tanıyorsunuz beni” diyerek başarısını bana atfettiği için o başarı aslında bir nevi sorumluluğu da şöyle getirdi; ortada bir miras var ve bu mirası en iyi şekilde yaşatmalıyım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi