2022’de Türk Dış Politikası: Denge ve Dolar Arayışı

2022’de Türk Dış Politikası: Denge ve Dolar Arayışı
Türkiye ekonomik bir darboğazdan geçiyor olmasaydı dış politikadaki tercihleri yine aynı mı olurdu sorusunun kolay ve birkaç cümle ile verilecek bir cevabı yok. Ancak seçimlere ekonomik darboğazda girmenin Türkiye’nin dış politikadaki...

Türkiye ekonomik bir darboğazdan geçiyor olmasaydı dış politikadaki tercihleri yine aynı mı olurdu sorusunun kolay ve birkaç cümle ile verilecek bir cevabı yok. Ancak seçimlere ekonomik darboğazda girmenin Türkiye’nin dış politikadaki seçeneklerini sınırlandırması ve adeta Türkiye’yi belli adımları atmaya mahkûm etmesi memnun olunacak bir durum değil.

Türkiye’nin 2022 yılındaki dış politikasına iki krizi yönetme çabası damga vurdu. Bunlardan birincisi ekonominin altüst olması, ikincisi ise Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesiydi. Bu krizlerin etkili bir biçimde yönetilebilmesi 2023 yılında eşzamanlı olarak yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri göz önünde bulundurulduğunda daha da önemliydi. Seçimlerin kapıda olması belki de kaçınılmaz olarak her iki krizin yönetiminde de kısa vadeli tercihleri ön plana çıkarttı. Bu arada ekonomik kriz Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki seçeneklerini sınırlandırırken, Rusya-Ukrayna Savaşı ironik bir biçimde Türkiye’nin ekonomik krizi yönetmesini kolaylaştırdı.

2021 yılının Kasım ayında Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) siyasi iradenin tercihleri doğrultusunda enflasyon yüzde 20 iken faiz oranını yüzde 15,5’e düşürmesi dövize hücumu başlattı ve Dolar-Türk lirası kuru kısa sürede 18’e yükseldi. TCMB’nin muhtemel bir mali krizin önüne geçmek için Kur Korumalı Mevduat (KKM) aracını devreye sokmasıyla birlikte, bu sefer de enflasyon hızlı bir yükselişe geçti. KKM’nin kamu maliyesi üzerindeki yükünü hafifletmek amacıyla döviz kurunu sabit tutmak için TCMB düzenli olarak döviz satışı yaptı. TCMB rezervleri hızla erirken, yurt dışından döviz akışını sağlamak kısa vadeli dış politika önceliği haline geldi.

2022 Şubat ayında ise uzun vadeli etkileri açısından daha önemli bir kriz patladı ve 2021 bahar aylarından itibaren Ukrayna sınırına yığınak yapmakta olan Rusya, Ukrayna topraklarını işgal etti. Marshall Fonu’nun (GMFUS) gerçekleştirdiği Avrupa Birliği Algıları 2022 Araştırması, Türkiye kamuoyunun yüzde 44’ünün Türkiye’nin çatışmanın dışında kalmasını, yüzde 40’ının Türkiye’nin taraflar arasında arabuluculuk yapması gerektiğini düşündüğünü ortaya koyuyordu. Rusya ile birlikte hareket etmeyi isteyenler yüzde 4’te, Ukrayna ile birlikte hareket etmek isteyenler ise yüzde 8’de kalıyordu. Türkiye, kamuoyunun beklentisine paralel olarak mümkün olduğunca dengeli bir politika yürüttü. Galip Dalay’ın Chatham House için kaleme aldığı Ukrayna’nın Türkiye’nin Uluslararası Geleceğine Geniş Etkisi başlıklı İngilizce makalesinde de belirttiği gibi, Türkiye açıkça Rusya karşıtlığı yapmadan Ukrayna’yı destekledi.

Savaşın ilk aşamalarında Ukrayna henüz Batılı ülkelerden kayda değer bir silah desteği alamazken Türkiye’den aldığı TB2 Bayraktar İnsansız Hava Araçları (İHA) Rus ordusunun Kiev önlerinden geri çekilmek zorunda kalmasında önemli bir rol oynadı. Yine Türkiye’nin henüz Şubat ayında Montrö Sözleşmesi’nin verdiği yetkiye dayanarak Boğazları savaşan tarafların savaş gemilerine kapatması, Rusya’nın Karadeniz Filosu’nu tahkim etmesinin ve belki de denizden yapacağı bir saldırı ile Kiev’i almasının önüne geçti. İlerleyen aylarda Rusya amiral gemisi Moskva da dahil gemilerinin batırılması veya aldığı hasarla devre dışı kalması sonucu zayıflayan Karadeniz Filosu’nu Türkiye’nin Boğazları kapalı tutması sebebiyle tahkim edemedi.

Türkiye Rusya’nın işgalini kınadı, Birleşmiş Milletler’deki kınama önergelerine destek verdi, ancak Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmadı. Türkiye’nin bu kararında birçok faktör rol oynadı. Öncelikle Türkiye, ilke olarak Birleşmiş Milletler Kararı’na dayanmayan yaptırımlara karşı. Geçmişte Irak ve İran’a yönelik yaptırımların Türkiye’nin dış ticaretine verdiği zarar da malum. Zaten ABD’nin ve AB’nin yaptırım paketleri oluşturulurken Türkiye’nin görüşü alınmamıştı. Ancak bütün bunlardan daha önemli olan, Rusya’nın Türkiye’ye misilleme yapma veya tam tersine Türkiye’yi ödüllendirme kapasitesiydi ki bunun önemi daha sonra ortaya çıkacaktı.
Türkiye, savaşın daha başlarında arabulucu rolü oynama niyetini ortaya koyduğunda çok da ciddiye alınmamış, kapasitesi sorgulanmıştı. Ancak önce Rus ve Ukraynalı heyetlerin daha sonra da iki ülkenin dışişleri bakanlarının Türkiye’de buluşması, dahası Rusya ve Ukrayna arasındaki tahıl anlaşmasına ve savaş esiri değişimi anlaşmasına aracılık yapması, Türkiye’nin kapasitesini ortaya koydu. Bütün bunlar Batı’da da takdir gördü ve eleştiri konusu olan dengeci tutumunun meşruiyetini de artırmış oldu.

İki Kriz Birbirini Nasıl Etkiledi?
Gelelim ekonomik krizin ve Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgali sonucu ortaya çıkan güvenlik krizinin birbirini nasıl etkilediğine. 2022’nin bahar aylarında Türkiye’de önde gelen ekonomistlerin ve piyasa yorumcularının büyük çoğunluğu sonbahar aylarında bir döviz darboğazı bekliyorlardı. Ancak böyle olmadı. Bu olumsuz beklentinin gerçekleşmemesinde çok iyi geçen turizm sezonunun ve Körfez ülkeleri ile yapılan Swap anlaşmaları kadar oligarklar başta olmak üzere Rus vatandaşlarının varlıklarını güvenli liman olarak gördükleri Türkiye’ye kaydırmalarının etkisi oldu. Ayrıca, basına yansıyan haberlere göre Rosatom’un Türkiye’deki iştiraki Akkuyu Nükleer’e ihtiyaçtan önce ve fazla para transferi yapması, Gazprom’un BOTAŞ’ın doğalgaz ödemelerini geciktirmesine göz yumması, Türk şirketlerinin yaptırımlar sebebi ile ticaret yapamayan Rus ve Avrupa şirketleri arasındaki ticarete arabuluculuk yaparak döviz girdisi sağlaması da önemli rol oynadı. Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki yaklaşımı farklı olsa ve Türkiye Rusya’ya karşı net bir duruş sergilese, Putin’in Rus turistlerin Türkiye’ye gelişini önlemesi, Rosatom’un Akkuyu Nükleer’e para aktarmaması, Gazprom’un BOTAŞ’ın borcunu derhal ödemesini talep etmesi işten bile olmaz, oligarklar başta olmak üzere Rus vatandaşları menkul değerlerini Türkiye’ye park etmezlerdi. Muhtemelen geçtiğimiz yaz aylarında Türkiye bir döviz darboğazına girmiş ve yaklaşan seçimlerin sonucu çok öncesinde netleşmiş olurdu.

Türkiye’deki ekonomik durumun dış politikaya yansımasını sadece Rusya bağlamında görmüyoruz. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile yapılan normalleşme müzakerelerinde SWAP anlaşmalarının ve yatırımların en başında itibaren masada olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile tokalaşmasının hemen ardından Suudi Arabistan’ın TCMB’ye dolar yatırması da elbette tesadüf değildi.
Türkiye ekonomik bir darboğazdan geçiyor olmasaydı dış politikadaki tercihleri yine aynı mı olurdu sorusunun kolay ve birkaç cümle ile verilecek bir cevabı yok. Ancak seçimlere ekonomik darboğazda girmenin Türkiye’nin dış politikadaki seçeneklerini sınırlandırması ve adeta Türkiye’yi belli adımları atmaya mahkûm etmesi memnun olunacak bir durum değil. Türkiye’nin bir daha asla bu duruma düşmemesini diler, bütün okurların yeni yılını şimdiden kutlarım.