Arap Baharı Sona Mı Erdi?

Arap Baharı Sona Mı Erdi?
Arap Baharı benzeri siyasal ve toplumsal süreçleri ve olayları değerlendirirken farkına pek varmadan düşülebilen tuzaklar var. Mesela tarihin muhakkak daha iyiye ve güzele akmak gibi bir ödevi varmış zehabıyla hareket etmek bunlardan...

Arap Baharı benzeri siyasal ve toplumsal süreçleri ve olayları değerlendirirken farkına pek varmadan düşülebilen tuzaklar var. Mesela tarihin muhakkak daha iyiye ve güzele akmak gibi bir ödevi varmış zehabıyla hareket etmek bunlardan biri. Bir çeşit teleoloji içeren bu bakış açısına göre ne olursa olsun Arap Baharı, kısa vadede değilse orta veya uzun vadede, müjdelediği sonuçları muhakkak doğuracak, doğurmak zorunda. Buna göre, kısa süreli spazmlar yaşansa da artık elde edilen demokratik kazanımlardan geri dönülemez. Cin şişeden çıktı bir kere. Arap halkları katılımcı ve adil siyasal ve iktisadi sistemlere doğru yürüyecek.

Bazen bu tuzağa tersten de düşülebiliyor. Tarihe pesimist bir gizil amaç yükleyen bu diğer okumaya göre ne olursa olsun ‘kötülüğün’ güçleri yolunu bulup galip gelecek, zaten çıkışı ‘şaibeli’ olan Arap Baharı’nı ademe mahkûm edecek ve Arap halkları alışageldikleri otoriter sarmal içinde yaşamaya devam edecekler.
Teslim etmeliyiz ki Arap İsyanlarının onuncu yılını tamamladığı şu zamanda trajik bir momentteyiz. Çünkü siyasal katılım, sosyal adalet, insan onuru gibi evrensel talepleri bayraklaştırarak başlayan bir siyasal dalga daha da otoriter rejimler, iç savaşlar, daha fazla yoksulluk ve daha sistematik hak ihlalleri üretti. Peki bu Arap Baharı’nın iflas ettiğini mi gösteriyor? Arap Baharı başarısızlıkla mı sonuçlandı?

ARAP BAHARI NEYDİ?
Arap Baharı nihayete erdi diye düşünüyorsak bu soruya cevabımız katıksız bir evet olabilir. Fakat acaba Arap Baharı bir hadise miydi yoksa bir süreç mi? Süreç idiyse sona erdi mi yoksa halen devam ediyor mu? Arap Baharı’nın ilk etkileri ya sönümlendi ya da trajik biçimde başka ve daha derin problemlere yol açtı. İran Devrimi sonrası tohumları ekilen mezhebi renge bürünmüş Suud-İran güç çekişmesi daha geniş alanda ve daha kanlı biçimde ortaya çıktı. Suriye, Yemen, Libya ve Irak iç savaşa sürüklendi. Mısır’da otoriter rejim Sisi darbesiyle kendisini muhalefete hiç alan açmayacak sertlikte yeniden kurdu, ekonomik problemler derinleşti. Tunus’ta anayasal meşruiyet kılıflı bir siyasal darbe gerçekleşti. Tüm bu gelişmeler Arap Baharı’nın kısa vadede hedeflerine ulaşamadığını gösteriyor. Arap Kışı ifadesi bu sebeple yaygın bir şekilde kullanıma girdi. Fakat diğer taraftan 2018 yılında Arap Baharı’nın ikinci dalgası, ya da Arap Baharı 2.0 olarak nitelendirilen güçlü bir protesto dalgası başladı ve Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak gibi ülkelerin hepsinde iktidardaki isimlerin düşmesine sebep olacak kadar etkili oldu. Orta ve uzun vade için bu ne ifade ediyor?
Arap Baharı’na sebep olan yapısal unsurlar isyanların onuncu yılında yerli yerinde duruyor. Arap rejimlerinin ‘otoriter sosyal sözleşmesinde’ devlet vatandaşların siyasal rızasını ya da boyun eğişini istihdam, sosyal yardımlar ve gıda, enerji gibi alanlardaki sübvansiyonlar karşılığında satın alıyordu. Arap Baharı bu zımni sözleşmenin artık sürdürülemeyeceğinin, rejimler için ‘performans meşruiyetinin’ iflasının ifadesiydi.
Arap isyanları ‘ekmek, özgürlük, sosyal adalet, insan onuru’ sloganları etrafında örgütlenmişti. Fakat artık Mısır’da otoriter rejimin kendini yeniden tesis etmesi ve Suriye, Yemen ve Libya’nın iç savaşa düşmesiyle ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel siyasal haklar berhava olmuş durumda. Otoriter rejimler beka stratejilerini ve muhalefeti sindirme taktik repartuvarlarını yeni şartlarda ‘update’ ettiler. Mısır internet üzerindeki kontrolünü artırdı, alternatif medyayı kapattı ve birçok gazeteciyi hapse gönderdi. Körfez ülkeleri Arap dünyasının en yaygın sosyal hareketi olan Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan ederek tüm siyasal katılım ve değişim taleplerini güvenlikleştirdi.
Ayrıca Arap dünyasının son on yılında yaşanan tecrübe bir kez daha açıkça gösterdi ki otoriter bir rejimin çökmesi ile demokratik bir rejimin kurulması çok farklı iki süreç. Birincisi çoğu zaman ikincisi için gerekli olsa da yeterli değil. Toplumun artık taşıyamadığı bir rejimi alaşağı etmesi için gerekli olan toplumsal altyapı ve enerji ile farklı toplumsal grupların fiziki şiddete başvurmadan müzakere ve güç paylaşımını kurumsallaştırmalarını mümkün kılmaları için gerekli olan toplumsal, siyasal, iktisadi, kültürel, ideolojik ve uluslararası koşullar farklı.
Mesela, Mısır’da, ve kısmen en son Tunus’ta, diktatoryal rejimlerden kurtulmak için muhalefet cephesinde gösterilen ortak eylemlilik, yeni düzenin nasıl olması gerektiğine dair sorular gündeme gelince devam edemedi.

DEĞİŞİM TALEBİ ESKİ SİSTEMİ TAHKİM ETTİ
Ortadoğu jeopolitiği de Arap Baharı’nın idealleriyle taban tabana zıt şekillenmiş durumda. Bir monarşiler kulübü olan Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, Arap Baharı’nın katılımcılık talebini kendi rejimleri için hayati bir tehdit gördüler ve bu ideali her yerde söndürmeyi hedef edindiler. Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen, Sudan ve en son Tunus’ta bu blok ya gerçekleşen devrimleri akim bıraktılar ya da gerçekleşmemesini sağladılar. ABD-İsrail çizgisinin desteğindeki bu devletler grubunun karşısında pozisyonlanan Rusya-İran çizgisindeki rejimler ve paramiliter unsurlar da Suriye’de olduğu gibi demokratikleşme taleplerinin önünü tıkadılar. Değişim taleplerini destekleyen Türkiye ve Katar bu her iki blok tarafından da tehdit addedildi. Körfez ülkelerinin henüz daha yeni yumuşayan Katar ablukası, Türkiye’ye karşı Akdeniz’de oluşan Mısır-İsrail-Yunanistan ittifakı bu tehdit algısına verilen tepkinin diplomatik sonuçlarıydı.
Bugün bu jeopolitik durum değişmiş değil. Sadece bölgesel aktörler değil, bölgeye dışarıdan müdahil olan küresel aktörler de demokratikleşme gibi bir gündemi kendi realpolitik hesaplarıyla çelişir buluyorlar. Bu da mevcut rejimlerin değişim dalgalarını bastırmak için dış destek yoluyla daha fazla kapasiteye erişebildiği anlamına geliyor. Fakat on yıl önce Arap Baharı başladığında da mevcut rejimlerin benzer bir dış desteğe sahip olduğunu göz önünde tutmak gerek. Dolayısıyla toplumsal rahatsızlık aktörler nezdinde değişim için ağır bedeller ödemeyi göze aldıracak boyuta ulaşınca devrimler yine ihtimal dahiline girebilir. Bu açıdan daha uzun vadeli bakıldığında, onuncu yılında sona ermiş bir Arap Baharını değil de, ilk on yılı geri gelen otoriter rejimler ve kanlı iç savaşlarla geçmiş daha uzun bir Arap Baharı sürecini görmek mümkün. Halklar bu rejimleri sırtlarından atabilir yahut bu rejimler değişim taleplerini soğurabilir ve baskılamaya devam edebilir.
Bu çerçevede dikkate değer olan hususlardan biri yapılan kamuoyu araştırmalarında Arap halklarında demokrasi talebinin halen yüksek olduğunun görülmesi. Demokrasiye geçiş sürecinin getirdiği siyasi ve ekonomik dalgalanmaların oluşturduğu belirsizliğe karşı halkta otoriter yönetime özlem hissi oluşabilirdi. Fakat yapılan çalışmalar Arap halklarının halen demokrasi talebinin yüksek olduğunu gösteriyor.

Onuncu yılında Arap Baharı kendisine koyduğu hedeflere ulaşamadı, aksine trajik biçimde bu isyanlar iç savaşların, vekalet savaşlarının, kitlesel şiddetin, mezhebi gerginliklerinin ortaya çıkmasına, ekonomik krizlerin derinleşmesine, devlet yapılarının çökmesine yahut isyanların öncesinden daha otoriter şekilde rejimlerin kendini ikame etmesine yol açtı. Bu kara tabloda bile Arap Baharına taziye yazmak için henüz çok erken. 2018 yılında başlayan ve küçümsenemeyecek siyasal sonuçlar üreten ikinci protesto dalgası da gösteriyor ki kalkışmanın yapısal şartları devam ettikçe isyan bir ihtimal olarak her zaman arka planda olacak. Arap Baharı bu kapıyı açtı. Fakat bu siyasallaşmanın 2011’deki gibi olmasını beklemek bir hata olur. Hem rejimler hem de halklar ve aktivistler için artık radikal bir şekilde dönüşmüş bir siyasal-toplumsal zemin var. Artık halklar hak ve katılım taleplerini sokağa taşıdığında devletin çökme ihtimalinin bedelini de hesaba katmak zorunda kalacaklar.

Mısır’da ve kısmen Tunus’ta İslamcı muhalefet ile seküler muhalefet arasında isyanların ilk dönemlerinde varolan beraberlik yerini sert bir ideolojik-sosyal kutuplaşmaya ve karşılıklı olarak birbirlerini suçlamaya bıraktı. Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Yemen’de ve Mısır’da etnik-mezhepsel-dini eksende gerilimler ve çatışmalar tırmandı. Halklar artık başlarındaki diktatörlerden kurtulduklarında herşeyin iyi olacağını düşünmüyor, fakat yine de demokrasinin ideal olmasa da en iyi yönetim biçimi olduğu fikrini koruyorlar. Tüm bu korkuları, bölünmeleri ve çekinceleri mevcut rejimler muhalefetin blok olarak hareket etmesini engelleyecek ve siyasal mobilizasyona ket vuracak şekilde kendi lehlerine maharetle kullanıyor. Arap dünyasında siyasal katılım, sosyal adalet ve insan onuru için mücadele edenler bu değişen ve ağırlaşan şartlar altında mücadelelerini sürdürmek durumunda olacaklar.

İsmail Yaylacı: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı.