Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Aynadaki Virüs

Daha çok uçak uçsun, hep gezelim istiyoruz. Tonlarca balık tutulsun, ucuza yiyelim diye bekliyoruz. Duş almak gibi sıradan bir eylemde bile dünyanın kaynaklarını tükettiğimizi unutuyoruz. Ama işte tabiat annemiz Koronavirüs oluyor, müsilaj oluyor, sel oluyor ve bize kendini hatırlatıyor!

Geçen hafta Alman basınına yansıyan bir haber ilgi çekiciydi. Haberde geçen yıl saç bakım ürünlerinin yanı sıra jöle ve köpük gibi kozmetik malzemede satışların hayli düştüğünden söz ediliyordu. Elbette bu durum, artık insanların evden çalışması, barlara ve restoranlara gidememesi; yani kısaca Covid-19'la alakalıydı.
Ardından Maria Cramer imzasıyla The New York Times'ta yayınlanan "duş" dosyası, salgın zamanında değişen banyo alışkanlıklarımıza ışık tutuyordu. YouGov'un anketine göre, örneğin Britanya'da, halkın yüzde 17'si her gün duş almayı bırakmıştı. Dahası... Eve kapanan insanlar neden her gün duşa girdiklerini de sorgulamaya başlamıştı! Sürekli yıkanan insanın cildi doğal nemini kaybettiği gibi, aşırı su ve sabun kullanımı doğaya zarar veriyordu. Yale Üniversitesi'nden Dr. James Hamblin'e göreyse insanlardaki "duş saplantısı", kentleşmenin bir sonucuydu.

BİR PRESTİJ YARIŞI: DUŞ!

Endüstri devrimiyle birlikte 20. yüzyıl başında kentlere yerleşen Amerikalılar, o keşmekeşte kendini daha kirli hissedecekti. Böylece herkes daha sık yıkanmaya başlarken önce sabun, ardından kendini daha da "ayrıcalıklı" hissetmek isteyen burjuvazi için şampuan endüstrisi patlama yapacaktı. Yani artık banyo bir statü simgesi, sık duş almaksa adeta bir zenginlik göstergesi, bir "prestij yarışı"ydı.
Meredith College'den sosyoloji profesörü Lori Brown da her gün duş almanın biyolojik değil "sosyal bir ihtiyaca" dönüştüğünü vurguluyordu. Çünkü bize öğretilen "güzel kokmamız" ve bunun için de çeşit çeşit ürün satın almamızdı! Ah Korona, nasıl da altüst etmişti piyasaları?!..

DENİZLERİN KATİLİ: TROLLE AVLANMA


Sosyolog Süreyya Su içinse her gün duş almak bir "kültürel ihtiyaç" değil, daha çok "uygarlığın huzursuzluğunun bir semptomu"ydu. O huzursuzluk ki sadece sekiz dakikalık bir duş boyunca 64 litre su tüketimine yol açıyordu!..
Aynı gün The Independent gazetesinde bir makale kaleme alan çevre denetçisi Donnachadh McCarthy, trolle balık avlamanın gezegen için nasıl bir tehdit haline geldiğini anlatıyordu. Endüstriyel balıkçılığın karbon salınımında havacılık sektörünü yakaladığını vurgulayan McCarthy; başını İngiltere, Rusya, Çin ve İtalya'nın çektiği ülkelerin dev gemilerle sadece havayı kirletmediğini, ayrıca kullandıkları ağlarla her yıl yaklaşık iki buçuk milyon kilometrelik deniz zeminini tahrip ettiklerini söylüyordu!
Sonuçta güzelim karideslerden ve envaiçeşit okyanus canlısından geriye ölü bir kum ya da McCarthy'nin tabiriyle "deniz çölü" kalmaktaydı! Bu böyle sürerse gezegenin sonu yakındı!..

VE MARMARA'DA İLK 'SALYA'...

McCarthy, Nature dergisinden derlediği bu yeni bilgilerle trolün acilen yasaklanması için gerekli mercilere başvurduğunu ama tatmin edici bir cevap alamadığını açıklıyordu. Belli ki İngiliz yetkililerin daha önemli gündemleri vardı!


Tıpkı bizdeki gibi!.. Türkiye'de de şu sıralar Marmara'da ilk kez görülen "deniz salyası"na (müsilaj) dair haberler basına yansıyordu. Suyun yüzeyine çıkan ve yer yer kıyılara vuran deniz salyası, sadece "çirkin bir görüntü" oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda bizi son kez uyarıyordu. Kirlilik ve küresel ısınmanın yarattığı bu kalın ve yapışkan madde hem balıkları öldürüyor hem de balıkçı ağlarına takılarak avlanmayı engelliyordu. Sonuç?.. Masmavi plajları kaplayan gri bir çamur ve kışın kilosu 40 liraya ulaşan hamsi fiyatlarıydı! Kaldı ki önlem alınmazsa, Marmara'nın "dip ölümü" kaçınılmazdı.

DOĞANIN KORONASI, SALYASI, SELİ!..


Ama olsun!.. Şu sıralar bizde de yetkililerin çok daha acil işleri var! Onlar şimdi kıyıları karış karış gezip denetliyorlar ve eğer denizden çıkan kişi Türkiye vatandaşıysa ceza kesiyorlar! Böylece Koronavirüs'e karşı cansiperane bir savaş yürütüyorlar!
Aynı zamanda Tiktok'a video çeken gençleri "Türk pasaportunu aşağılama" suçundan gözaltına alırken, sırf Avrupa'dan turist gelsin diye bütün turizm sektörünü aşılamayı vadediyorlar, "Tek bir aşısız Türk karşınıza çıkmayacak" diyorlar! 
Ve "Verilecek bir karış toprağımız yok!" retoriğiyle durmaksızın yeni taş ocakları, altın madenleri, rüzgâr enerji santralleri, "mega projeler" ve "kalıcı eserler" üretiyorlar (!), kesilmedik ağaç bırakmıyorlar!
Ama işte siyaset affetse de doğa kendine yapılanı unutmuyor. Koronavirüs oluyor, uçakları, trenleri, yolcu gemilerini durduruyor! Salya oluyor, denizi "trolleyen" balıkçı teknelerinin motorlarına yapışıyor! Sel oluyor, beton blokları basıyor!
İnsanlık aklını başına devşirir mi; bilinmez... Nitekim Japonya'da yurt içi mikro-seyahat modası başlarken ABD'de insanlar aşılanmalarına rağmen doğa turizmine yöneliyor, kiralık karavan bulmak giderek zorlaşıyor.
Şimdi sıra bizde... Musluğu her açtığımızda, her balık aldığımızda ve tabii oy kullanırken önce "aynadaki virüs"le yüzleşmemiz gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi