Bileşik kaplar

Bileşik kaplar
Biz kurumlar arasında bozulan dengeleri değiştirebilecek, yeni bir toplumsal denge tesis edebilecek miyiz? Yoksa hepimiz “25 sene önce doktorlar bizi azarlardı. Şu an biz doktor dövüyoruz. Şu an doktorları beğenmiyoruz, doktor dövüyoruz....

Biz kurumlar arasında bozulan dengeleri değiştirebilecek, yeni bir toplumsal denge tesis edebilecek miyiz? Yoksa hepimiz “25 sene önce doktorlar bizi azarlardı. Şu an biz doktor dövüyoruz. Şu an doktorları beğenmiyoruz, doktor dövüyoruz. O rahatlıktayız. Bunun daha ötesi yok” diyen kadın vatandaşı idolümüz olarak mı kabul edeceğiz?

Sosyolojinin, daha doğrusu sosyal bilimlerin fizik, kimya gibi evrensel yasalara sahip olmadığı bilinen bir gerçektir. Sosyolojinin kurucusu August Comte, sosyolojiyi doğa bilimlerine yakın bir bilim dalı olarak görüp, tüm bilimlerin kraliçesi olarak ondan doğa bilimlerinde uygulanan yöntemleri kullanmasını beklemiştir. Bu, kuşkusuz ki, toplumların işleyişini yönlendiren kuralların bilimsel yöntemlerle anlamlandırılması ve evrensel toplumsal yasaların keşfedilmesinin bir koşuludur.
Ancak sosyolojide her an ve her yerde geçerli olan evrensel kuralları keşfetmek mümkün değildir. Belki de sosyolojinin güzelliği burada yatıyor; zaman ve coğrafi mekân arasında gizlenip kalmış farklılıkları anlama gayretinde.
Bununla birlikte, doğa bilimlerinde geçerli olan bazı ilkelerin sosyolojide de geçerli olduğu aşikârdır. Bu benzerliğin en bilinen örneği, bileşik kaplar prensibidir.
Uzun ayrıntılara girmeden bu temel ilkeyi şöyle özetlemek mümkün: Bu prensip, sıvıların birbirine bağlı kaplarda aynı seviyede dengelendiğini ve bir kapta yapılan basınç değişikliğinin diğer kaplarda da aynı basınç değişikliğine neden olduğunu belirtir.
Bu ilkeyi toplumsal olayları ya da toplumsal grupları anlamak için bir metafor olarak kullandığımızda, şu tür örneklerle karşılaşmamız mümkün oluyor: Farklı toplumsal gruplar arasındaki etkileşim bileşik kaplar gibi düşünülebilir. Bir toplumsal grupta meydana gelen değişim, diğer toplulukları da etkileyip zaman içinde yeni bir toplumsal dengeye ulaşılmasını sağlayabilir. Bunun yanı sıra bu prensip, toplumsal yapıların ve kurumların birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu, bunların arasındaki etkileşimin mevcut toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve tek bir değişikliğin bile nasıl derin bir toplumsal etki yaratabileceğini göz önüne sermektedir.
Birbirine görünmeyen iplerle bağlı olan toplumsal kurumların (hukuk, eğitim, aile, siyaset vb.) biri üzerinde meydana gelen olumlu ya da olumsuz yöndeki bir değişim, tüm diğer toplumsal kurumlar üzerinde de etkili olmakta ve toplumu yeni dengelere doğru yönlendirmektedir.
Türkiye’nin son yıllarına en çok damga vuran toplumsal sorunlardan biri giderek yaygınlaşan ve yoğunlaşan şiddet konusudur.

Bu sorun esasında toplumsal kurumların özündeki çözülmenin ve toplumsal dengedeki bozulmanın doğal bir ürünü olarak karşımızda bulunuyor.
Bundan birkaç ay önce bu köşede paylaştığım Üçüncü Sayfa başlıklı yazımda da söylediğim gibi, bu ülkede hukuk sistemine duyulan güvensizliğin ve adalet yoksunluğunun öncelikli kurbanları uzun zamandır kadınlar, çocuklar, LGBTİ+ bireyler ve hayvanlar oldu, oluyor ve maalesef olmaya devam edecek.
Ancak şiddet olgusunun giderek farklı kurumlara da sirayet ettiğini biliyoruz. Başta doktorlar olmak üzere, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin onlarca örneğini son yıllarda çeşitli haberlerde görüyoruz ve okuyoruz. Öğretmenler Günü’nün kutlandığı kasım ayında öğretmen şiddetine maruz kalan çocukların görüntüleri hepimizin hafızasında yer etmiş bulunuyor.
Şiddet konusu, toplumsal gündeme en son Fair Play ödüllü Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın eylemiyle girdi. Koca, maçın ardından hakem Halil Umut Meler’i sahada yumrukladı ve bunun ardından, diğer bazı görevliler yere düşen Meler’i tekmeledi. Ankaragücü taraftarları da başkanları Koca’yı destekleyen tezahüratta bulundular. Zincirleme şiddet eylemi.
Kuşkusuz ki, bu, sporda karşılaştığımız ilk şiddet olayı değil. Bu ülkede, hem seyirci şiddeti eşliğinde maç yapan takımlar hem de çeşitli şiddet olaylarına karışıp cezalandırılmayan birçok ünlü futbolcu bulunmaktadır.
Hakeme yönelik şiddet büyük bir toplumsal infial yarattı ve hepimiz günlerdir bu olayı konuşuyoruz. Bakalım konu kaç gün daha gündemde kalacak? Her şeyden önemlisi nasıl sonuçlanacak? Hukuk kurumu bu şiddet karşısında nasıl bir sınav verecek?
Nihayetinde adına ister bileşik kaplar prensibi deyin isterseniz konuyu “hangi turşu kavanozunun içindeysen ona benzersin” diyerek özetleyin, meselenin özü tek bir soruda yatıyor. Bu sorunun yanıtı toplumsal geleceğimize yön çizecek: Biz kurumlar arasında bozulan dengeleri değiştirebilecek, yeni bir toplumsal denge tesis edebilecek miyiz? Yoksa hepimiz “25 sene önce doktorlar bizi azarlardı. Şu an biz doktor dövüyoruz. Şu an doktorları beğenmiyoruz, doktor dövüyoruz. O rahatlıktayız. Bunun daha ötesi yok” diyen kadın vatandaşı idolümüz olarak mı kabul edeceğiz?