Bir Tablonun Anlattıkları “Christina'nın Dünyası”

Bu hafta sizlere çalışmalarını çok beğendiğim bir ressamı ve onun eserlerinden birisini tanıtmak istiyorum.

Andrew Wyeth, 1917 yılında Pennsylvania’da doğmuştur. Sanatçı bir ailede yetişen Wyeth çocukluğundan beri resimle ilgilenmiştir. Realist üslubunu bütün hayatı boyunca bırakmamış olan Wyeth, zaman zaman sanatın değişen akımlarına hiç ilgi göstermemesi ve hep aynı tarz resim yapmasıyla eleştirilmiştir. ABD Realist resminin en büyük isimlerinden biri olmuş, foto gerçekçilik akımının kurucusu olarak görülmüştür.

Ancak Andrew Wyeth fotoğrafla çalışmayan bir ressamdı. Resimlerini tamamen düş gücüyle yapardı. Resimlerinin detaylıca işlenmiş gerçekliğine baktığımızda Wyeth’in sanatının gücünü görüyoruz. 1940 yılında Betsy James ile evlenir. Bu andan sonra Andrew’in evliği ve kariyeri el ele yürümüştür. Çünkü Betsy, babasının yerini almıştır. Her zaman kocasını destekleyen ve sanatçı kişiliğinden ödün vermeden bildiği yolda yürümesini sağlayan da odur.

Baba Wyeth’in oldukça tartışmalı ve trajik ölümü Andrew üzerinde derin bir etki yaratmıştı. O andan sonra eserleri daha trajik, daha ciddi ve hüzünlü olmaya başladı.

Daha sonra Christina’nın Dünyası adlı yapıtında da göreceğimiz tepe, Andrew’in bütün resimlerinde babasının nefes alıp veren göğsünü simgelemektedir. Andrew, babasından kaçarak ruhunu kurtarmaya çalışıyordu.

1948’de ise Christina’nın Dünyasını yapmaya başladı. Andrew, Christina Olsen ve kardeşinin yaşadığı eve serbestçe girip çıkabiliyordu. Kimse ona bir şey demiyor ya da bir şey sormuyordu. Sabahın erken saatlerinde geliyor ve evin üst katını stüdyo olarak kullanıyordu.

Bir gün Andrew evin üçüncü katında epeydir dostluk ettiği Christina’nın tepe boyunca sürünerek eve ulaşmaya çalıştığını gördü. Christina, teşhis edilemeyen bir kas hastalığının kurbanıydı ve hareket kabiliyetini gün geçtikçe yitiriyordu. O sıralarda belden aşağısı felç olmuş durumdaydı ve sadece kollarının gücüyle hareket edebiliyordu. O gün de odasını süslemek üzere topladığı çiçeklerle eve ulaşmaya çalışıyordu. Andrew üçüncü katın penceresinden bu manzarayı gördü.

Kendi sözleriyle, o günlerde karısının bir ev yaptırması yüzünden öfkeliydi; çünkü babası gibi bir mekâna kök salarak oranın kölesi olmak istemiyordu. Öfkesini resmine aktarırken bir yandan da Christina’nın trajedisine şahit olmaktaydı.

Aylar boyunca tepedeki saplarının sonu gelmez örüntüsünü boyadıktan sonra, nihayet zirvedeki evlerden çoğunu kaldırarak sadece ikisini bırakmaya karar verdi. Christina’yı da daha önce tarif ettiğimiz gibi, sırtı bize dönük, gayret sarf eden kollar, otları kavrayan eller ve ölü bir çift bacakla, siyah saçları rüzgârda dalgalanırken boyamaya karar verdi. İşin ilginç tarafı, bu resimde Christina’ya ait olan tek şey elleri ve kollarıydı.

Christina’ya engel olan tepedeki her bir ot, her bir çöp tek tek boyanmıştı. Bu da resme neredeyse soyut ve sembolik bir hava veriyordu.

Sonunda resmi bitirdiğinde büyük bir yorgunluk ve tükenmişlik duygusu kapladı içini. Resmi götürüp evin bir duvarına astı, hiç kimse dikkat bile etmedi ona…

Resim hakkında hiç kimse yorum yapmadı ve resim hakkında tek kelime bile edilmedi. Hatta karısı resmi beğenmemişti bile.

Andrew, aylar sonra çok fazla iki boyutlu bulduğu bu resmini diğer yapıtlarının arasına katarak New York’taki küçük bir galeriye gönderdi. Birkaç gün içinde New York sanat borsası bu resmin söylentileriyle çalkalanıyor, herkes bu resmi görmeye geliyordu. İki hafta sonra resim Ulusal Metropolitan Müzesi tarafından satın alınmıştı bile.

O günlerde epey popüler olan yabancı eserlere inat, Christina’nın Dünyası müzenin en çok ilgi gören yapıtı olmayı başarmıştı. Kısa bir süre içinde müzenin satın aldığı fiyat olan on sekiz bin doların çok daha fazlasını sadece reprodüksiyonların satışından kazanmıştır. Resmin bugünkü değeri milyonları geçmektedir.

İnsanlar bu resimde kendilerinden ne buluyorlarsa, onu çok sevdiler ve Christina’nın evine akın etmeye başladılar. Bu durum Christina’yı da şaşırtıyordu. Bir gün Andrew ona resmin sembolik anlamını açıkladığında Christina’nın yanıtı: “Bu insanların hepsi aptal,” demek olmuştu.

Bu başarıyı elde ettiğinde Andrew sadece otuz bir yaşında, orta halli bir ressamdı. Bu başarıdan iki yıl sonra ciddi bir enfeksiyon geçirdi ve akciğerlerinden biri alındı. İyileşme sürecinde hasar gören omzunu bir süre hiç kullanamadı.

Yetmiş yılın üzerindeki sanat kariyeri boyunca Andrew Wyeth hem çok sevildi hem de çok tartışıldı. Bir eseri bir Amerikan müzesi tarafından yaşayan bir sanatçıya ödenen en büyük miktar olan elli üç bin dolardan satın alınmıştı. Ancak, eleştirmenler tarafından sevildiği kadar nefret de edildi. Onun sahte olduğunu, basit Amerikan düşüncesinin renksiz ve sıkıcı manzaralarını yansıttığı iddia edildi. Hatta Metropolitan Müzesinin bir küratörü ondan o kadar nefret ediyordu ki basılan katalogda Christina’nın Dünyası’na yer verilmemişti bile.

Kendisine yöneltilen bütün eleştiriler ve görmezden gelmelere karşın, yaşayan sanatçılar arasında en çok sevilen, takip edilen ve hayran olunanlardan biri olmayı başarmıştı. Bir gece uykusunda öldüğü güne kadar resim yapmaya ve kendini aşmaya devam etmiştir. Andrew Wyeth, kaderin bir cilvesi olarak Christina’nın Dünyası’nı yaptığı noktaya gömülmüştür. Mezar taşında kendisiyle ilgili hiçbir tanımlayıcı sıfat bulunmaz.

“Çok düş kurarım. Resim yapmadığım zaman daha fazla resim yaparım. Bilinçaltında…” Andrew Wyeth

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kubilay Kaptan Arşivi