BİR YAŞAM TARZI HIRÇINLIĞINA DOĞRU

Yaşam tarzı savunusunun yaşam tarzı hırçınlığına dönüştüğü garip bir dönemden geçiyoruz. Haklı sebeplere dayanan kişisel mutsuzluklar kendini toplumdan soyutlama, kitlelere öfke, herkesten, her şeyden ve özellikle politik olandan umudunu kesme, ülkeden kaçıp gitme veya uzak kırsala yerleşme arzusu şeklinde dışa vuruluyor.

Memleketimizin 80 sonrasında zuhur eden gençlik kuşaklarını kabaca üçe ayırdığımızda toplumun arayışlarında ve mücadelelerinde nasıl bir seyir takip ettiğine dair bazı izlenimler edinebiliriz. X kuşağı politik ve kültürel bir boşluğun içine doğmuş bir kuşak olarak daha ziyade arayarak ve savrularak geçirmişti gençliğini. Y kuşağı X kuşağının el yordamıyla bulduklarını anlamlandırmaya çalıştı. Z kuşağı ise ne aramakla ne de anlamlandırmakla meşgul, onların sıkıntısı gerçekten de bambaşka. Bu kuşağa da, bir imkanlar bolluğu içinde önüne konulmuş şeylerin ellerinden alınması ihtimaline veya fırsatlara erişmelerini engelleyen politik ve yasal kısıtlamalara karşı mücadele etmek düştü, düşecek. Çünkü onların içine doğduğu dünya herkesin ve her şeyin aynı anda her yerde olabildiği akışkan bir dünyaydı; tüketme mutluluğuyla donatılmış, bir şeyden kolayca vaz geçip anında diğerine koşabildiğimiz, sıkıldığımız kimliklerden soyunuverip yepyeni kimliklere yelken açtığımız, gusto, statü, prestij, özgünlük pompalayan bir seçenekler dünyası… Ama ilginçtir, bu dünya öyle sert ve kararlı bir biçimde düştü ki önümüze, bütün bu arayışlar, anlamlandırmalar, bütün o çılgın serüvenler çok çabuk unutuldu, kuşaklar bu çok çekici tatlı hayat konseptinde buluşuverdi. Türkiye orta sınıfı 2000’lerden itibaren topyekûn, muhafazakarıyla, laikiyle ve de tüm kuşaklarıyla birlikte dünyeviliği kucakladı ve sekülerliğin bize özgü post modern evrenine hızlı bir giriş yaptı. Günümüz Türkiye’sinde, özellikle muhalif toplum kesimlerinin huzursuzluklarını büyük oranda bu serüvenin gelip tıkandığı yerde arayabiliriz. Kurmaya ramak kaldığımız yaşam tarzı cennetimizin politik ve ekonomik bir saldırı altında olduğu duygusu işleri fena halde karıştırdı. Koca bir orta sınıf ekonomisiyle, kültürüyle, tüketme heyecanıyla ve umutlarıyla birlikte gümbür gümbür çökerken geride yalnızca garip bir yaşam tarzı hırçınlığı kaldı.

TOPLUMSAL MUHALEFET İÇİN PARTİCİLİĞİN SONU MU?

Gezi Parkı protestolarının toplumdaki hangi rahatsızlıkların sonucunda meydana çıktığı konusunda genel bir kanı oluştuğunu söyleyebiliriz sanırım. O günleri hatırlayalım, bütün olarak bir yaşam biçimi tedirginliğinin kuvvetlenmeye başladığı bir süreçten geçilmekteydi. Demokrasinin geliştirilmesi için atılan adımlar, AB katılım sürecinin hızlanması, açılım ve toplumsal barış söylemleri gibi bir dereceye kadar liberal diye tanımlanabilecek tavır ve davranışlardan dönüşün yarattığı kaygılar toplumun seküler merkezinde tereddütlerin oluşmasına neden olmuştu. Siyasal iktidarın ve devleti ele geçirmek için yola çıkan bir cemaatin ideolojik eğilimlerini siyasal ve hukuki gündemlere dönüştürmeye başladığının ilk somut emareleri hissedilmeye başlayınca toplumsal muhalefet Gezi Parkı protestolarında kuvvetli bir ses çıkarma yoluna gitti. Bu protestoların itici gücünü politik muhalefet değil toplumun geniş kitlelerini bir araya getiren daha kuşatıcı bir ideolojik tercih oluşturmuştu. Gezi Parkı protestolarını en geniş anlamıyla bir yaşam savunusu hareketine dönüştüren de bu kuşatıcı ideolojik yönüydü belki. Bu durum ayrıca toplumsal muhalefetin particiliğe mahkumiyetini; sandık hedefleri ile biçimlenen parti siyasetleri gündemine bağımlılığını da bir nebze olsun ortadan kaldırdı. Toplumsal muhalefet geleneksel partilerin söylem ve eylemlerinin ötesine geçen kitlesel bir ses çıkarabileceğini gördü ve partilerin arkasına takılmak yerine partileri arkasına taktı, sürükledi. Gezi Parkı protestolarının en kalıcı mirası belki de, daha önce de var olmakla birlikte bu sürecin içinden güçlenerek çıkan kadın hareketi, çevre hareketi ve kent hakkı hareketi gibi toplum yaşamını doğrudan ilgilendiren konularda aşağıdan gelen destek ve ilgiyle politik gündem oluşturma kabiliyetine sahip yeni bir muhalefet kültürü yaratmasıydı. Günümüzde yeni toplumsal hareketlerin, siyasal partilerin, iktidar partisi de dahil olmak üzere seçimi kazanmak için geliştirdiği stratejilerde önemli ve etkili bir değişken olmadığını söyleyemeyiz herhalde. Henüz radikal bir politik dönüşüm yaratamamış olsa da, toplumsal muhalefetin sırtını yasladığı tüm bu hareketler toplumun değişim isteğinin ve yepyeni arzuların, taleplerin gizli tınılarını taşımakta.

BİR YAŞAM BİÇİMİNDE KAYBOLMAK

Fakat bir de madalyonun diğer yüzü var elbette. Toplumsal muhalefetin günlük siyasetin diline bel bağlamaksızın inşa etmeye çalıştığı kolonlar ağır ağır yükselirken, diğer yanda, özellikle gençleri, öğrencileri, yeni orta sınıfa mensup belli başlı kesimleri kasıp kavuran bir sahipsizlik ve kaybetmişlik duygusu da git gide yayılıyor. Gezi Parkı protestolarının bastırılmasından bu yana gittikçe ağırlaşan ve tek tek bireylerin üzerine çöken ağır bir hava mevcut. Zira Gezi olayları, içinden yeni bir muhalefet tarzı çıkarmış olsa da, yaşam tarzı savunusunu siyasallaştıramayan, talep ettiği hayata dair isteklerini yaşam hakkı hareketleriyle bütünleştirememiş, özlediği hayatın hayaline esir düşmüş yalnız, kırgın, kaygılı, içe dönük ve umutsuz kalabalıklar da bıraktı arkasında. Bugün memleketimizdeki en büyük çarpışma umutla umutsuzluk arasında yaşanıyor. Meselenin politik olduğu kadar sosyal psikolojik bir yönü bulunduğunu da, özellikle bu kesimlere ve onların politik tepkilerine bakarak kolayca anlayabiliriz. Yaşam tarzı savunusunun yaşam tarzı hırçınlığına dönüştüğü garip bir dönemden geçiyoruz. Haklı sebeplere dayanan kişisel mutsuzluklar kendini toplumdan soyutlama, kitlelere öfke, herkesten, her şeyden ve özellikle politik olandan umudunu kesme, ülkeden kaçıp gitme veya uzak kırsala yerleşme arzusu şeklinde dışa vuruluyor. Aşağıda, toplumun kılcal damarlarında ne olup bittiğiyle pek ilgilenmeyen, gözünü yukarıya, siyasal partilerin karar ve tercihlerine dikmiş, yaşam planlarını siyasal iktidar mekanizmasının ilk seçimde nasıl şekilleneceğine göre yapmakta olan hırçın ve sabırsız seküler yeni orta sınıfın karamsarlığı ciddi bir sosyolojik vakaya dönüşmüş durumda bugün. Politik iktidardan deli gibi korkan, muhalefet partilerinden de cehenneme dönüşmüş olduğuna inandığı yaşamını kesin ve net bir kararla kurtarmasını bekleyen bu kesimler, toplumda belli bir yaşam tarzını korumaktan çok daha yakıcı, çok daha karmaşık ve yılgınlık üreten sorunlar olduğunu görmezden gelme eğilimindeler. Bunlar ayrıca yıllar içinde, hayatlarına almış oldukları ölümcül darbelerle politik bilinç kaybına uğramış olmalarına rağmen yaklaşmakta olan seçime karşı aşırı duyarlılık geliştirmekteler. İstemeden de olsa, kurtarılmayı bekleyen hayatlar olarak “ya şimdi ya hiç” keskinliğine kapılmış halde seçim atmosferine yoğun bir bungunluk pompalıyorlar. Önümüzdeki seçimler çok şeyi değiştirebilir, evet, ama her şeyi bir anda değiştiremez. Özlenen buysa eğer, gerçek bir değişim için dayanışma, sabır ve mücadele gereklidir. Hangi hayatı yaşamak istiyorsak isteyelim, bunun bir bedeli vardır. Hırçınlığı bir kenara bırakarak kuşaklar boyunca üzerinden atladığımız mücadeleleri, arayışları ve anlamlandırma çabalarını yaşam tarzı cennetimizin bir parçası yapabilmeyi denemek önümüzdeki dönemin ruhunu belirlemek açısından her şeyden önemli olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güney Arşivi