Xanadu

Han her hafta kuşlarını görmeye gider; parkta  dolaşırken onu, atının sağrısından ayrılmayan bir leopar izler kimi zaman, ve eğer gözüne kestirdiği bir hayvan olursa leoparı bu avın üzerine salar ve oyun, öldürülen hayvanın kafesteki şahinlere yem olmasıyla sona erer

Geçen yazıda rüyalardan söz etmiş ve onları konu edinen birkaç önemli resmi paylaşmıştık. Bu hafta rüyada yazılan bir şiirden, Samuel Taylor Coleridge’in “Kubilay Han”ından başlayalım ve serbest çağrışımın peşinden gidelim.

Batılıların Kubilay Han’a verdiği “Kubla Khan” adını taşıyan şiir 1797 yılında bir yaz günü yazılır. Öyküsü kısaca şöyle; Coleridge, İngiltere'nin güneybatısındaki Exmoor bölgesinde bulunan çiftlik evinde Samuel Purchas’ın bir kitabını okumaktadır. Dizlerindeki şişliğin verdiği ağrıyı azaltmak için doktorunun önerisiyle birkaç yıl önce başladığı fakat bir süre sonra bağımlısı olduğu sıvı afyonu kullanmıştır okumaya başlamadan hemen önce. Kitapta Kubilay Han'ın sarayının anlatıldığı bölüme gelince üstüne bir ağırlık çöker. Afyonun da etkisiyle daldığı üç saatlik uykudan uyandığında şaşkındır; rüyasında gördüğü Kubilay Han ve sarayıyla ilgili -uykusunda- yazdığı 200-300 dizelik şiirin tamamı aklındadır. Hemen kaleme sarılır ve şiiri kağıda geçirmeye koyulur. Elli dört dizeyi yazmıştır ki  Porlock’tan bir konuğu çıkagelir. Onunla geçirmek zorunda kaldığı bir saatin ardından yeniden yazmaya döndüğünde fark eder ki şiirden geriye kalan herşey aklından uçup gitmiştir. O ve izleyen günlerde ne denli uğraşsa da diğer dizeler bir daha belleğinin karanlık dehlizlerinden gün yüzüne çıkmayacaktır.

KUBİLAY HAN

Xanadu’da Kubilay Han,

Buyurdu yapılmasını bir keyif kubbesinin,

Kutsal Alf’in aktığı,

Ucu bucağı olmayan mağaralardan geçerek,

Karanlık bir denize aktığı o yerde.

Çevresi kulelerle ve surlarla çevrilmiş

İki çarpı beş millik verimli topraklarda,

İçinden kıvrılan parlak derelerin geçtiği o bahçeler,

Çiçeklerini yeni açmış mis kokulu ağaçlar;

Ormanlar, şu tepeler kadar kadim,

Güneşli çimenleri kuşatan.

Ama, ama o derin romantik kanyon,

Yemyeşil tepelerden sedir ağaçlarına uzanan,

Her zaman kutsal ve tılsımlı, o vahşi yer!

Kaybolan perili ay ışığında,

Sevgilisi şeytanın yasını tutan o hayalet kadın.

Ve uçurumdan durmadan kaynaşan bu karmaşada,

Toprağın hızlı ve derin soluması gibi,

Birden güçlü bir kaynak fışkırdı:

Kesintili ve hızlı patlamalarıyla,

Dev parçalar fırladı, yere çarpıp tekrar zıplayan dolular gibi,

Veya harmanda düvenin altındaki kepekli tahıl gibi.

Ve durmadan ve durarak dans eden kayaların altından

Aniden fışkırdı kutsal nehir.

Beş mil boyunca dolaşarak kıvrımlı yollarda,

Kutsal nehir aktı ormanlardan ve vadilerden,

Sonra ulaştı ucu görünmeyen mağaralara,

Ve sonra gömüldü cansız okyanusun derinlerine:

Bu hengamede uzaklardan duydu Kubilay,

Atalarından yükselen savaş çığlıklarını.

Keyif kubbesinin gölgesi

Yüzüyordu ortasında dalgaların;

Orada duyuluyordu birbirine ahenkle karışan,

Kaynaktan ve mağaralardan yükselen sesler.

Görülmeyecek bir mucizeydi,

Güneşli keyif kubbesi ve buzdan mağaralar!

Düşümde görmüştüm,

Santur çalan genç kızı;

Habeşli bir genç kızdı bu,

Ve santurunu çalarak,

Söylüyordu Abora Dağı’nın şarkısını.

Zihnimde tekrar canlandırabilir miydim,

Çaldığı müziği ve şarkıyı,

Bana derin bir haz versin diye,

Gür sesle söylenen o uzun müzikle,

Kubbeyi havada inşa edecektim,

O güneşli kubbeyi ve buzdan mağaraları!

Ve bunu duyan herkes onları orada görecekti.

Herkes haykırmalı, Aman! Aman!

Şimşek çakan gözleri ve dalgalanan saçları!

Çevresini üç kez tavaf edin,

Ve kapayın gözlerinizi korku dolu bir hayranlıkla,

Çünkü o çiçek özleriyle beslendi,

Ve cennetin sütünü içti. (1)

[Coleridge’ten bu yana Xanadu, “altında her türlü dünyevi zevkin tadılabildiği bir cennet bahçesi” imgesiyle özdeş; bugün bile tüm dünyada  bu adı taşıyan pek çok gece kulübü, disko, otel ya da bar var ve müşterilerine aynı zevkleri vaat ediyorlar.]

Marko Polo

Coleridge’in okurken uyuyakaldığı bölüm, Samuel Purchas’ın 1614’te yayımlanan “Purchas his Pilgrimes – or Relations of the World and the Religions Observed in All Ages and Places Discovered, from the Creation unto this Present(2) adlıkitabında Marko Polo’dan alıntı yaptığı kısımdır. Purchas’ın Xandu adıyla andığı bu kent gerçek bir yerdir. Marko Polo, “Seyahatler”de(3) Chandu adlı bu kentten şöyle söz eder:

“Son şehirden yola çıkıp kuzeydoğudan kuzeye doğru üç gün at sürdüğünüzde Chandu denilen ve şimdiki Han tarafından kurulmuş bir kente varırsınız. Burada, tüm odaları altınla kaplanmış Mermer Saray vardır; odalardaki tüm duvarlar, görende sevinç ve şaşkınlık uyandıracak kadar ustaca çizilmiş  insan, canavar, kuş, çeşitli ağaç ve çiçek resimleriyle süslüdür.

Bu sarayı on altı millik bir alanı içine alan bir duvar çevreler. İçeride fıskiyeler, dereler, ırmaklar ve İmparator’un kafeste tuttuğu akdoğan ve şahinleri beslemek için yetiştirdiği -yırtıcı olmayan- her türden hayvanla dolu güzel çayırlar uzanır. Diğer şahinleri hesaba katmazsak, buradaki akdoğanların sayısı iki yüzden fazladır. Han her hafta kuşlarını görmeye gider; parkta  dolaşırken onu, atının sağrısından ayrılmayan bir leopar izler kimi zaman, ve eğer gözüne kestirdiği bir hayvan olursa leoparı bu avın üstüne salar ve oyun, öldürülen hayvanın kafesteki şahinlere yem olmasıyla sona erer. Han bunu eğlence için yapar.”

Batı dillerinde Xanadu ya da Xandu adıyla bilinen Shàngdū, Kubilay’ın yazlık sarayı olarak 13. yüzyılın ortalarında inşa edilen bir kent; Çin Seddi’nin kuzeyinde, İç Moğolistan denilen bölgede bulunuyor (günümüz Çin sınırları içinde).  

[Shàngdū, Çincede “Yukarı Başkent” anlamına geliyor. Moğol Hanı’nın, imparatorluk başkentini, Çincede Zhōngdū (“Orta Başkent”) ve Moğolcada Hanbalık olarak adlandırılan günümüz Pekin kentine taşımadan önce kullandığı bu sarayın Marko Polo tarafından 1275’te ziyaret edildiği düşünülüyor.]

Borges

Borges’in “Coleridge’in Rüyası”(4) denemesinde, Kubilay’ın Shàngdū’daki sarayı yaptırma nedeninin gördüğü bir rüya olduğunu söylemesi işleri daha da ilginç bir duruma getiriyor. Borges’in savı, Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî’nin(5), 14. yüzyılın başında yayımladığı ve bugünkü anlamda ilk “Dünya Tarihi” derlemesi olan “Cami’üt-Tevarih”(6) adlı önemli eserine dayanır. Şöyle der Reşîdüddîn: “Kubilay Han,  Shàngdū’da, rüyasında görerek aklında tuttuğu plana uygun bir saray yaptırdı”. Bir Moğol imparatorunun rüyada görerek yaptırdığı bir sarayın, 550 yıl sonra -bundan haberi olmayan- bir İngiliz şairin rüyasına da konu olması ilginç.

Bu arada Xanadu, Orson Welles’in 1941 yapımı önemli filmi “Yurttaş Kane”deki ana karakter Charles Foster Kane’in devasa şatosunun da adı. İçinde müzeleri dolduracak kadar sanat eseri, kuşlar, balıklar, kara hayvanları ve ormanlar bulunduran bu muhteşem malikane, filmde Nuh’tan bu yana en çok hayvan türünün bir araya toplandığı bir yer ve piramitlerden beri inşa edilmiş en pahalı anıt olarak anlatılır. Filmde şiirine yapılan göndermelere bakılırsa, Welles’in esin kaynağı Coleridge’tir.

[Bitirmeden, Coleridge’in asıl önemli eserinin “Kubla Khan” değil, ondan bir yıl sonra William Wordsworth’le  ortak yayımlanan ve yazında İngiliz Romantik akımının başlangıcı sayılan “Lyrical Ballads” derlemesindeki “The Rime of the Ancient Mariner” (Yaşlı Denizci/Yaşlı Denizcinin Ezgisi) olduğunu da ekleyelim.]

Tabii Kubilay Han ve Marko Polo’ya rol veren başka bir yazın eseri daha var, İtalo Calvino’nun “Görünmez Kentler”i. Bir başyapıt olan bu eser aslında diğerlerinden daha ilginç ama hakkını vermek daha doğrusu vermeye çalışmak ancak uzun bir yazı dizisiyle mümkün.

Belki ileride şansımızı deneriz…

  1. Çev. Kürşat Başdemir, 2016.
  2. Purchas’ın Hacıları ya da Yaratılıştan Bugüne Dek Keşfedilen Bütün Yerlerin ve Görülen Bütün Dinlerin İlişkileri.
  3. Aslında kitabın İtalyanca özgün adı “Il Milione”dir ve “Milyon” anlamındadır, Marko Polo’nun takma adı “Emilione”den gelir.
  4. 1937-1952 yılları arasında yazılmıştır.
  5. İranlı Reşîdüddîn Fazlullah-ı Hemedânî (d.1247 ila 1250, ö.1318), Yahudi bir ailede dünyaya gelse de 30’lu yaşlarında İslamı seçer. Yaşamının son yıllarında İlhanlı hükümdarları Gazan Mahmud ve Olcaytu’ya vezirlik yapmıştır.
  6. “Tarihlerin Toplamı” gibi bir anlama gelir ama “Bütün Tarihler” daha uygun olur diye düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi