Kayıp Kuzenlerimiz: Denisovanlar

Güney Sibirya’da uzanan Altay Dağları’ndaki soğuk ve karanlık bir mağaranın derinliklerinde, binlerce yıl boyunca fark edilmeden kalmış küçük bir kemik parçası yatıyordu. Adını 18. yüzyılda mağarada inzivaya çekilmiş Denis (Dyonisiy) adında bir Rus keşişten alan Denisova Mağarası’nda(1) 2008’de gün yüzüne çıkarılan bir kemik parçası, insanlık tarihine tüm bakışımızı değiştirdi.

“Denny” adı konulan ve yaklaşık 90.000 yıl önce yaşamış 13 yaşındaki bir kıza ait bu kemiğin genetik incelemeleri sonucunda, annesinin bir Neandertal, babasının ise sonradan Denisovan olarak adlandırılacak yeni bir Homo alt türü olduğu ortaya çıktı.

Denny, şimdiye kadar keşfedilen en eski insan türleri arası melez birey. Onun öyküsü, iki farklı türün yalnızca coğrafi olarak değil, biyolojik olarak da iç içe geçmiş olduğunu gösteren bir örnek.

Üç İnsan Türünün Paylaştığı Mağara

Denisova Mağarası paleoantropoloji tarihinde eşi benzeri olmayan bir yer. Çünkü burada, farklı dönemlerde üç ayrı insan türü yaşadı: Denisovanlar, Neandertaller ve günümüz insanları. Dünyada başka hiçbir yer, bu üç akraba türün izlerini aynı mekânda barındırmıyor.

[Son araştırmalar, Denisovanların yaklaşık 300.000 yıl önce mağaraya ilk yerleşenler olduğunu doğruluyor. Bu yerleşik topluluk 130.000 yıl önce ortadan kayboldu; 30.000 yıl sonra onları, mağarada bulunan taş aletlerin çoğunu yaptığı düşünülen diğer bir Denisovan topluluğu izledi. Mağarada Neandertallere ait ilk izlerse yaklaşık 170.000 yıl öncesine tarihleniyor. En son gelenler, yaklaşık 45.000 yıl önce mağaraya yerleşen günümüz insanlarıydı. Araştırmacılar, o döneme karşılık gelen toprak tabakasının üç insan türünün de DNA örneklerini içerdiğini belirtiyor(2).]

İlk bulunan parmak kemiğini daha sonra bir azı dişi, birkaç kemik parçası izledi. Bu kalıntılar sayesinde yalnızca yeni bir tür tanımlanmadı; aynı zamanda, insan evriminin aslında birbiriyle kesişen türlerin ortak öyküsü olduğu da anlaşıldı.

111111111.jpg
Denny (canlandırma)

Tibet’ten Pasifik’e

Başlangıçta Denisovanların yalnızca kuzeyin buzul ikliminde yaşamış ve soğukta hayatta kalmaya uyumlanmış bir tür olduğu düşünülüyordu. Ancak yeni bulgular, onların çok daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını gösterdi.

2019 yılında Tibet Platosu’ndaki Baishiya Karst Mağarası’nda bulunan bir çene kemiği, Denisovanların oksijenin daha seyrek olduğu yüksek irtifalarda yaşamaya uyum sağlayabildiğini gösterdi. Yaklaşık 160.000 yıl öncesine tarihlenen bu fosil, Sapiens’in henüz Afrika’da olduğu bir döneme ait. Denisovanlar, o sırada dünyanın çatısında çoktan kendi yaşam alanlarını kurmuştu.

[Yüksek rakımlarda yaşayan Tibetliler’de EPAS1 geninin mutasyona uğramış özel bir varyantı bulunur. Everest Dağı zirvelerine rehberlik ve hamallık yapan şerpaların, yabancı dağcıların fiziksel olarak çok zorlandıkları yüksekliklerde bile oksijen azlığından daha az etkilendikleri biliniyor; bunun nedeni, taşıdıkları ve oksijeni çok daha verimli kullanmalarını sağlayan EPAS1 varyantıdır. Bu mutasyonun en erken Denisovan fosillerinde de görülmesi, Tibetlilerin bunu Denisovanlardan miras aldığını düşündürüyor.]

Daha da şaşırtıcı olanı, Tayvan açıklarında bir balıkçı ağına takılan çene kemiğinin, yapılan protein analizleri sonucu Denisovanlara ait olduğunun anlaşılmasıydı. Bu şaşırtıcı keşif, Denisovanların soğuk Sibirya topraklarından Asya'nın bunaltıcı tropik kıyılarına uzanan geniş bir coğrafyada yayıldığının ipuçlarını veriyor.

1111111111111111111111111.jpg
Denisova Mağarası’nın konumu

Genetik Miras

Elimizde bulunan fosil örneği az, ama bunlardan öğrendiklerimiz bile Denisovan genlerininin günümüze kadar ulaşmayı başardığını gösteriyor. Bugün Melanezya Adaları yerlileri ve Avustralya Aborjinleri DNA’larının yaklaşık %5-7’sinin Denisovan kökenli olduğunu biliyoruz. Biraz daha düşük oranlarda Denisovan genleri tüm Doğu Asya halklarında da bulunuyor. Aynı şekilde, bazı Asya ve Okyanusya topluluklarında bağışıklık sistemini güçlendiren gen varyantlarının da Denisovan kökenli olduğu biliniyor. Evrim burada bize bir rekabetten çok işbirliği öyküsü anlatıyor; türler arası gen alışverişi, yaşamı sürdürebilmenin ve çoğalmanın anahtarı haline gelmiş gibi görünüyor.

[Ama evrimsel mirasın bir bedeli de yok değil. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Denisovanlardan kalma bazı genlerin günümüz insanındaki otizm ve şizofreni gibi nöropsikiyatrik bozuklukların kaynağı olabileceğine işaret ediyor.]

Buz Çağı’nın Zanaatkârları

Denisova Mağarası’nda bulunan 40.000 yıllık klorit(3) bilezik, tarihin bilinen en eski süs eşyalarından biri. Taş, deneyimli bir Denisovan tarafından dikkatle şekillendirilmiş, delinmiş ve parlatılmış. Bu kadar incelikli bir işçiliğin, yalnızca Homo Sapiens’e özgü bir yeti olduğu düşünülürdü bugüne dek; ama belli ki Denisovanlar da Sapiens kadar karmaşık kültürel davranışlar geliştirmiş bir türdü.

Aynı mağarada bulunan kemik süsler ve taş aletler, Denisovanların yalnızca hayatta kalmaya değil, anlam yaratmaya da önem verdiğini düşündürüyor. Belki de onlar estetik algıya ve simge dünyasına kapı aralayan ilk insan türüydü.

22222.jpg
Denisova Mağarası

Yakın Akrabalarımız

Şimdilik elimizde Denisovanlardan kalan, yalnızca birkaç kemik, bir avuç gen dizilimi ve mağara duvarlarına sinmiş izler var. Ama aslında onlar hâlâ bizimleler, bağışıklığımızda, hücrelerimizin derinliklerinde.

Bugüne kadar genel kabul gören görüş, Homo Sapiens’in de atası olan Homo Heidelbergensis’in (ya da ona yakın bir türün) 600-500 bin yıl önce Afrika’dan çıkarak Avrupa ve Asya’ya yayıldığı ve buralardaki soğuk iklime uyum sağlamak için Homo Neanderthalensis’e evrimleştiği yönündeydi. Denisovanların gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, bu kolun Neandertaller ve Denisovanlar olarak iki farklı türe evrimleştiği anlaşılıyor(4). Homo Sapiens ise, kitlesel göçe başlayacağı 100-70 bin yıl öncesine dek Afrika’da kalarak evrimini sürdürmüş olmalı.

Önceleri, Avrupa ve Asya’ya yayılan ve muhtemelen zihinsel becerileri Sapiens kadar gelişmemiş olan diğer türlerin, sert bir rekabet süreci sonunda ortadan kalktığı düşünülmekteydi. Oysa bugün biliyoruz ki her birimizin genomunda %1-4 oranında Neandertal geni de saklı. Denisovanlardan gelen mirasla birlikte düşünüldüğünde, belki de yaşanan bir "ortadan kalkma" değil, farklı insan türlerinin bir birleşme ve kaynaşma süreciydi; biliyoruz ki Sapiens, Neanderthalensis ve şimdi de Denisovan, birbiriyle çiftleşip çoğalabilecek kadar yakın genetiğe sahip akraba türler.

Denisovan DNA’sını ilk çözümleyen bilim adamı Svante Pääbo’nun sözleriyle bitirelim, “Geçmişte asla yalnız değildik, bugün yaşayan her insan, başka insanlardan izler taşıyor. Bu, birbirimizden ne kadar farklı olsak da aslında ne kadar benzer olduğumuzu hatırlatıyor.”

  1. Denisova Rusçada “Denis’e ait” anlamına gelir. Bu mağara yerel Altay Türkçesinde ise “Ayu-Taş” (Ayıtaşı) olarak bilinir.
  2. Daha önce topraktan DNA çıkarma çalışmalarından yeterli sonuçlar alınmamışken, Denisova’da topraktan çok sayıda DNA örneği elde edilebildi. Bu gelişme, fosil kemik gerekmeksizin, toprağın genetik araştırmalar için bir kaynak haline gelmesinin önünü açtı.
  3. Metamorfik kayalarda bulunan yeşilimsi bir mineral grubu.
  4. Bugüne dek Afrika’da ne Neandertal ne de Denisovan fosili bulunmuştur. Bu iki tür de ilk kez Avrupa ve Asya’da ortaya çıkmış gibi görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi