Ekmek getirir ekmek götürür

Ekmek getirir ekmek götürür
Hükümete itimat edenler, ileri memleketlerin, sanıldığı gibi ileri olmadığına, hemen hepsinin bir vesile bizi kıskandığına inandı uzun süre.Sadece onların mı? Ülke sıfatı kazanmış birçok başka memleketin de birleşerek...

Hükümete itimat edenler, ileri memleketlerin, sanıldığı gibi ileri olmadığına, hemen hepsinin bir vesile bizi kıskandığına inandı uzun süre.
Sadece onların mı? Ülke sıfatı kazanmış birçok başka memleketin de birleşerek bir arada ya da zıp çıktı gibi tek tek hükümetimize, bağımsızlığımıza, külliyemize savaş açtığını düşündü durdu.
Gel gör ki şu virüs ortaya çıktığından beri ki bir yılı doldurdu neredeyse, (Bizde daha 9 aylık, geç geldi bize, karıştırma) hangi memleketin ileri, hangisinin kıskanç, hangisinin içten pazarlıklı, hangisinin şüpheli, hangisinin kuvvetli, hangisinin cılız olduğu meydana çıktı.
Evde oturunca mı daha iyi anlaşılıyor, fırını kesip ekmeği evde yapınca mı, dükkanı kapatıp kirayı düşününce mi, işe gidemeyince mi, orasını bilemedim, hükümetimizin bizim yanımızda olmadığı anlaşıldı.
Haset memleketlerin vatandaşlarının yanında olduğu, “dediğim dedik çaldığım düdük” yerine, aldıkları kararları yurttaşlarını en az incitecek şekilde devreye soktukları ve sandığımızın aksine çok paralarını milletiyle paylaşmaktan imtina etmedikleri görüldü.
Ne yapalım? “Kader” diyelim, öncekiler yanımızdaydı da ne oldu?
Büyük Atatürk bize vatanı armağan etti, İsmet Paşa babasız bırakmadı, ama onun zamanında da yufka açılıyordu en nihayetinde. Paşa’dan sonra gelenler, şimdikiler gibi önce yancılarından başlayarak hep başkalarının yanında oldu.
Virüsün memlekete geldiği değerli basın mensuplarına açıklamasından sonra, muhalefetin 5’li çete dediği müteahhitlerinden birinin 9,5 milyar lira vergi borcunu sildiler. Eskide kalmasın aklın, kalacaksa söyle diyeyim, 9 trilyon 500 milyar lira.
Dedik ki iyi başladılar, müteahhidin 9 trilyon 500 milyar lirasını bir kalemde çizen hükümet, bizim için neler yapmaz? İşini kaybeden, dükkanını açamayan, işe gittiğini sanıp yarım mesai ile dönen, işçisi, memuru, emeklisi, öğrencisi bir heyecanlanıp durduk.
Uçak biletlerinde KDV’nin sıfırlanması da Allah için heyecanımızı arttırmıştı. Alamanlar dümdüz Euro veriyor ahalisine, “Tatile gönderecekler cemi cümlemizi” diyenlerimiz oldu, samimi insanlarız sonuçta.
Aslında hızlı davranıp İBAN numarası vermişti. Kulak asmadık, iyi de yaptık. Nerede ne toplandı, nereye gitti, kime harcandı, duyan varsa gazetemize göndersin ahaliyle paylaşalım. 15 Temmuz şehit ve gazileri için toplanan paralar gibi olmasın da…
Umutla beklerken, halimizi, ahalimizi kıskanmayan 150 memlekete yardım yaptığını işittik hükümetimizin, nutkumuz tutuldu. Gözümüz yok o yardımlarda da “Keşke aralarında biz de olaydık” dedik, Allah şahit.
Neyse uzatmayayım, hükümetin yanımızda olmadığını anladık. Buna karşı gelenleri, pankart yazıp eylem yapanları, polise direnip üstünü başını yırtanları gösterdi televizyonlarımız. Gösterir göstermez, kapatılırız kaygısıyla ya Reis’in konuşmasından “Bunlar” ile başlayan bir bölüm yahut da İçişleri Bakanı’nın ağzından “Teröristler” lafı geçen kısmı gözümüzün içine soktular.
İçimizdeki çok sıkıntılılardan birçoğu yurdun değişik memleketlerinde sokağa çıkma yasağını da unutarak intihara kalkıştı. Devletin ve polisin şefkatli eli anında yanında belirdi. Sivas’ta H.Ç. isimli bir yurttaş, çok şükür intihardan vazgeçirildi. Karakola götürüldü, nasihat edildi. Sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal ettiği için 3 bin 150 TL ceza kesildi, makbuzu eline verilip eve gönderildi. Karakoldan çıkarken, bekçinin “Bu da sana ders olsun anarşik” dediği duyuldu.
Hangisine ağlayalım, hangisine gülelim şaşırdık. İmdadımıza TBMM’de canlı yayınlanan bütçe müzakereleri yetişti. Müzakere denince hemen coşma, atanmışların seçilmişlere fırça atma günleri. Gazetemiz bu durumu dünkü nüshasında, “Bütçe görüşmesi değil fırçalama seansı” manşetiyle görerek, sayın abonelerine duyurmuştu.
Atanmış sayın bakanlar, muhalefetin “Millet aç, aç” çıkışlarına sert mukabele ettiler. Yaptıkları ve yapacakları ultra, mega, silver, gold, platinyum, premium işleri anlatırken, onları can kulağı ile dinlemeyen muhalefet milletvekillerini, zaman zaman kürsüyü yumruklayarak, zaman zaman da yanlarında getirdikleri grafiklerle, fotoğraflarla mahcup etmeye çalıştılar. Baş edemediler.
Muhalifler bağırınca, iktidarı oluşturan sessiz çoğunluk gaza geldi. Kürsüye çıkmaya utanan, yerinden bile söz alıp “bir çuval inciri harcarım” diye korkan iktidara mensup çoğunluk vekiller, bu kez muhalefet sözcülerine laf attılar.
Son örneğini vereyim, TBMM tutanaklarından;
“Engin Altay (CHP): Millet aç deyince hoplamayın arkadaşlar, millet aç, perişan. Evet, herkesin midesine bir şey giriyor. Kuru ekmek giriyor.
Şahin Tin (AK Parti): O zaman aç değil demek.
Engin Altay (CHP): Kuru ekmek… Bu tutanağı alacağım, bu tutanağı alacağım, bak, göreceksin, milletten özür dileyeceksin.
Şahin Tin (AK Parti): Sen kendin dedin, ‘Midesine ekmek giriyor’ dedin.
Engin Altay (CHP): Milletin midesine kuru ekmek giriyor sadece diyorum, beyefendi diyor ki ‘O zaman aç değiller.’”
Hazin. Tek kelimeyle hazin. Utanmanın yer ile yeksan olduğu anlar.
Yandaş müteahhidin 9,5 trilyon borcunu sil, kuru ekmek yiyen vatandaş “Demek ki aç değil” diyerek gerim gerim geril.
Ekmeğe, aşa muhtaç hale getirilenlere bir de kolayından terörist damgası yapıştırılmıyor mu, ben ona yanıyorum.
Süleyman Demirel’in, “Tencerenin götüremeyeceği hiçbir iktidar yoktur” sözlerini, oturduğu yerden laf soktuğunu sanan vekile hatırlatayım.