DİSK 'İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi'ni açıkladı

DİSK 'İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi'ni açıkladı
DİSK tarafından hazırlanan İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi'ni açıklayan DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu, "Yüzyılın emeğini heba edenlere karşı Cumhuriyetin ikinci yüzyılını, emeğin yüzyılını örgütlemek için...

DİSK tarafından hazırlanan İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi'ni açıklayan DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu, "Yüzyılın emeğini heba edenlere karşı Cumhuriyetin ikinci yüzyılını, emeğin yüzyılını örgütlemek için tarihsel bir sorumluluğumuz var" dedi.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından hazırlanan “İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi” açıklandı. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Cumhuriyet, ikinci yüzyıla ancak ve ancak başta örgütlü işçi sınıfı olmak üzere halkın egemenliğiyle taşınabilir. Bizler, insanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için neoliberalizmin ve otoriter rejimin tüm tahribatlarını ortadan kaldıracak ve harcında eşitlik, özgürlük, adalet, barış, kardeşlik ve demokrasinin olduğu, emeğin Türkiye’sini ve dünyasını kuracağız. Yüzyılın emeğini heba edenlere karşı Cumhuriyetin ikinci yüzyılını, emeğin yüzyılını örgütlemek için tarihsel bir sorumluluğumuz var” dedi.

DİSK, “Emeğin yüzyılında demokratik sosyal cumhuriyet” sloganıyla dün İstanbul’un Fatih ilçesinde Ali Emiri Kültür Merkezi’nde program düzenledi. DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu, “İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi”ni açıkladı. Cumhuriyetin 100’üncü yılını kutlayan Çerkezoğlu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm kurucu kadroları saygıyla ve sevgiyle anarak konuşmasına başladı. Sanatçı Altan Gördüm’ün de Nâzım Hikmet’in şiirleriyle eşlik ettiği konuşmasında Çerkezoğlu, şunları söyledi:

“YÜZYILIN EMEĞİNİ UNUTMAYACAĞIZ”

“Cumhuriyet onların, adı sanı tanınmayan, teba ve kul olarak kabul edilenlerin yurttaş olmasının, kendi kaderinde söz ve karar sahibi olmasının yollarının açılmasıdır. Büyük şair Nâzım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nın başlangıcında onları anlatmıştı. Bugün Cumhuriyetin 100’üncü yılını kutlarken onların emeğini, yüzyılın emeğini unutmayacağız. Cumhuriyeti kurma iradesi gösteren kurucu kadrolar yanında Cumhuriyetin yükünü taşıyan emekçileri unutmayacağız. Bugün Cumhuriyetin uğradığı tahribatın nedenlerini tartışırken onların yenilgilerini de hatırlayacağız. Bugün Cumhuriyeti demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet olarak yeniden inşa etmekten söz edeceksek onların ağır ellerini toprağa basıp doğrulmasının yollarını arayacağız. Peki, onlar kim? Onlar, yani biz, yani bu salon, yani işçiler, emekçiler, ücretiyle çalışanlar, yani sanayi kolundan, iş kollarından işçiler ve emekçiler. Bu topraklarda üretilen, var edilen ne varsa Cumhuriyetin bütün değerlerini ve birikimlerini yaratan emekçiler... Geçtiğimiz yıl bu tarihlerde, Cumhuriyetin ikinci yüzyılının arifesinde DİSK olarak İşçilerin Yüzüncü Yıl Bildirgesi’ni açıklamıştık. O bildirgede, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında emeğin Türkiye’si için demokratik ve sosyal cumhuriyet hedefimizi hep birlikte ilan etmiştik. Aradan çok değil, bir yıl geçti. 100 yıllık Cumhuriyet serüveninde bir yıl, kısa bir süre ama bir başka yönden de o bir yıl, çok önemli bir dönem.

“İŞÇİ SINIFI OLMADAN CUMHURİYET OLMAZ”

Çünkü biz o bildirgede Cumhuriyeti halk egemenliğiyle güçlendirmek ve geleceğe taşımak için, Cumhuriyetin tüm dayanaklarını ortadan kaldıran, deyim yerindeyse taşıyıcı kolonlarını yıkan egemen politikanın değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştik. Geçtiğimiz bir yılda Cumhuriyetin dayanaklarını tehdit eden egemen politikayı değiştiremedik ancak biz de değişmedik. Değerlendirmelerimiz, hedeflerimiz ve iddiamız da yerli yerinde duruyor. Aksine, zaman bizi doğruladı. Bir kez daha söyleyelim. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan, memleketin bütün değerlerini ve güzelliklerini üreten işçi sınıfı olmadan Cumhuriyet olmaz. Demokratik bir Cumhuriyet hiç olmaz. Bu yüzden bugün burada, Cumhuriyetin 100’üncü yılında bir yandan yüzyılın emeğini değerlendireceğiz. Öte yandan önümüzdeki yüzyılı, emeğin yüzyılı olarak örgütlemek, ülkemizi emeğin Türkiye’si olarak yeni baştan inşa etmek ve demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet mücadelemizi büyütmek için kararlılığımızı ortaya koyacağız. Cumhuriyet, hepimizin bildiği gibi özünde halkın egemenliğine işaret eder. Cumhuriyetle egemenliğin kaynağı artık bir hanedandan, sülaleden gelmez. Babadan oğula geçmez. Cumhuriyette egemenliğin simgeleştiği yerler, saraylar değil, meclislerdir.

“SERMAYENİN EGEMENLİĞİ, CUMHURİYET FİKRİNİN ALTINI BOŞALTTI”

Egemenliğin kaynağıysa halktır ancak ülkemizde bugün yaşanan gerçeklik maalesef bundan oldukça uzak. Sermayenin giderek artan egemenliği, başta işçi sınıfı olmak üzere halkın geniş kesimlerini dışlayarak Cumhuriyet fikrinin altını boşaltmıştır. Oysa işçi sınıfının sınırlı bir güce sahip olduğu, savaş ve yeniden kuruluş koşullarında dahi işçi hakları yönünde önemli adımlar atılmıştır. Cumhuriyetin kurucu kadroları, daha Cumhuriyetten de önce Kurtuluş Savaşı yıllarında işçi hakları konusunda önemli adımlar atmışlar. Türkiye işçi sınıfının en köklü hakları olan asgari ücret, sosyal sigorta, kıdem tazminatı gibi haklarımız bugün hâlâ iş hukukumuzun temel dayanakları durumundadır. Bu dönemin kamucu ve halkçı yaklaşımları, kendisini sanayileşme hamlesinde de göstermiş ve bir tarım toplumu olan ülkemizin sanayileşmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Cumhuriyetle kamu iktisadi teşekkülleri, kamu işletmeleri hem sanayileşmenin ve istihdamın hem de yoksullukla mücadelenin araçları oldular. Bireysel işçi hakları konusunda atılan adımlar, ardından 1961 Anayasasıyla sendikal haklar ve toplu işçi hakları anlamında önemli mesafeler kat etti. Sendika hakkını tanımasıyla başta grev ve toplu iş sözleşmesi olmak üzere sendikal haklara anayasal bir statü kazandırmasıyla 1961 Anayasası, çalışma ilişkilerinde köklü dönüşümler ortaya çıkardı.

“BU YÜZYILIN EN ŞANLI SAYFALARINDAN BİRİ DİSK’İN KURULUŞUDUR”

60 ve 70’li yıllar, bunun ardından yükselen sınıf ve sendika hareketinin çalışma ilişkilerini daha fazla demokratikleştirmesini sağlamış ve bunun sonucu olarak da dönüşüm ilişkileri iyileşmiş, düzelmiştir. Kuşkusuz bu yüzyılın Türkiye işçi sınıfı açısından en şanlı sayfalarından bir tanesi 1967’de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun, DİSK’in kuruluşudur. İşçi sınıfı olarak bizlerin bu önemli kazanımları, özellikle 12 Eylül 1980’deki askeri darbeden bu yana işverenler ve dönemin iktidarları tarafından tırpanlanmak istenmektedir. Özellikle son 20 yılda, erken Cumhuriyet döneminde elde edilen kazanımlar bir bir yok edilmeye çalışıldı. Cumhuriyet fabrikalarının, kamu işletmelerinin, kamu arazilerinin neredeyse tamamı satıldı. Özelleştirmelerin yüzde 80’i son 20 yılda, AKP döneminde yapıldı. Yani 100 yılın emeğine, halkın birikimine büyük bir darbe vuruldu. Bugün, düzenin tüm çarkları emeği ucuzlatarak rekabet gücü kazanmak için, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmak üzerine kuruldu. Çalışma hayatında güvencesizlik arttı. Esneklik uygulamaları ile işçi sınıfının kazanımları ve iş hukukunun temelini oluşturan koruyucu düzenlemeler zayıflatıldı. Öyle ki bugünkü ülkemizde 65 milyon çalışma çağındaki nüfusun sadece 22 milyonu kalıcı ve tam zamanlı istihdamda. Çalışma yaşamı sadece güvencesiz değil, aynı zamanda güvenliksiz bir hâl aldı.

“CUMHURSUZ CUMHURİYET PROJESİ ADIM ADIM HAYATA GEÇİRİLDİ”

Çalışırken ölüm, iş cinayetleri muazzam bilimsel ve teknik ierlemelere rağmen azaltmak bir yana, daha fazla arttı ve bu durum, dini değerler ile çarpıtılarak kader olarak sunuldu. Mezarda emekliliği dayatan, emeklilikte insanca yaşamı imkansız hâle getiren, kıdem tazminatına el uzatan politikalar olağanüstü çabalarla hayata geçirilmeye çalışıldı. Sadece gelirde değil, vergide de büyük bir adaletsizlik yarattılar. Sermayeden, şirketlerden, zenginlerden vergi almayan, alamayan dönüp dolaşıp işçinin, emekçinin, halkın cebine el atan bir vergi düzeni oluşturdular. Bütün dünyada bezirgan saltanatlarının acı sonuçlarına tanıklık ediyoruz. Bu bezirgan saltanatlarını elleriyle yıkacaktır işçi sınıfı. Her yerde ve her tarihsel dönemde sendikalar başta olmak üzere emeğin örgütlü gücü zayıfladıkça, genel olarak halkın örgütlülüğü engellendikçe demokrasi de geriye gitmiştir. Türkiye de bu gerilemenin en çarpıcı ve hızlı yaşandığı ülkelerden birisi oldu maalesef. İşçi sınıfı örgütlerinin dağıtıldığı, etkisizleştirildiği, halkın hakkını arayıp soracağı tüm demokratik kanalların ortadan kaldırıldığı darbe koşulları bizi bugünlere getirdi. İşçi sınıfı başta olmak üzere halkın söz ve karar hakkının kısıtlandığı bir düzen, yani cumhursuz bir Cumhuriyet projesi adım adım hayata geçirildi.

“BAŞKANLIK REJİMİYLE TÜRKİYE AĞIR BİR DEMOKRASİ KRİZİNE GİRDİ”

Ardından başkanlık rejimiyle Türkiye ağır bir demokrasi krizi içine girdi. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı. Tüm kuvvet tek bir kişide toplandı. Denge ve denetleme mekanizmaları işlemez oldu. Yargı bağımsızlığını tamamen yitirdi. Bugün Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir hukuksuzluk hâkim kılındı. Uluslararası anlaşmalar bir kenara atıldı. Seçme ve seçilme hakkına dahi el uzatıldı. Özetle küçük bir azınlığın egemenliği, tek kişide cisimleşti. Başkanlık Sistemi’nin sonuçlarıysa çok ağır oldu. Bugün ülkemizde bütün rakamlar, göstergeler Cumhuriyet tarihinin en derin bölüşüm krizini yaşadığımızı gösteriyor. Bu tablo, kuşkusuz tesadüfen ortaya çıkmadı. Aksine, Başkanlık Sistemi ile hedeflenen tam da buydu. Cumhurun büyük çoğunluğuna karşı küçücük bir azınlığın, sermayenin yıkıcı egemenliği... Bilinmelidir ki, sayısal olarak nüfusun çoğunluğu olan ve ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üreten işçi sınıfı olmadan Cumhuriyet olmaz. Bir kez daha kalın çizgilerle altını çizmek istiyoruz ki, işçi sınıfı olmadan Cumhuriyet olmaz. Emek olmadan, halk olmadan. çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü temellere dayalı gerçek bir demokrasi olmadan Cumhuriyet hiç olmaz. Cumhuriyet, ikinci yüzyıla ancak ve ancak başta örgütlü işçi sınıfı olmak üzere halkın egemenliğiyle taşınabilir. Bizler, insanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için neoliberalizmin ve otoriter rejimin tüm tahribatlarını ortadan kaldıracak ve harcında eşitlik, özgürlük, adalet, barış, kardeşlik ve demokrasinin olduğu, emeğin Türkiye’sini ve dünyasını kuracağız. Yüzyılın emeğini heba edenlere karşı Cumhuriyetin ikinci yüzyılını, emeğin yüzyılını örgütlemek için tarihsel bir sorumluluğumuz var.

“EMEĞİN YÜZYILINA YÜRÜYÜŞÜMÜZ KUTLU OLSUN”

Memleketimizin kaynaklarının nasıl kullanılacağına, neyi, nasıl üreteceğimize, ürettiğimizi nasıl paylaşacağımıza dair söz ve karar sahibi olabildiğimiz bir düzen için; emeğimiz, ekmeğimiz ve memleketimiz için mücadeleyi hep birlikte büyüteceğiz. Sermayenin değil, halkın egemenliği için ayağa kalkıyoruz. Toplumsal zenginliğe el koyan küçük bir azınlığın değil, toplumun yararını esas alan, insan onuruna yaraşır, güvenceli bir iş ve ücreti, kamusal, sosyal güvenliği ve emekliliği, eğitim ve sağlık gibi kamusal hakları güvence altına alan yeni bir toplumsal düzen için ayağa kalkıyoruz. Bireyciliği, çıkarcılığı, rekabeti, ayrımcılığı, kutuplaştırmayı, savaşı, şiddeti değil; işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini, çok sesliliği, çoğulculuğu, toplumsal cinsiyet eşitliğini, bir arada kardeşçe yaşamı, yurtta, bölgede ve dünyada barışı esas alan demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet için mücadelemizi büyütüyoruz. Unutmayalım ki, yüzyılın emeğini heba edenlere karşı Cumhuriyet artık bir mücadeledir. Cumhuriyet, işçiler için örgütlenme, hak mücadelesidir. Cumhuriyet, gençlerimizin gelecek mücadelesidir. Cumhuriyet, kadınlar olarak bizim evde, sokakta, iş yerinde şiddet kaygısı yaşamadan, eşit biçimde çalışma hayatına ve toplumsal hayatta var olabilme mücadelemizdir. Cumhuriyet, sermayenin yağmasına karşı taşını, toprağını, deresini, ormanını savunan köylülerin mücadelesidir. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve eşit yurttaşlık isteyen halkımızın Cumhuriyet mücadelesi kutlu olsun. Bizim, yani bu ülkenin gerçek sahiplerinin, bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin Cumhuriyet mücadelesi kutlu olsun. Yüzyılın emeğinden aldığımız güçle emeğin yüzyılına yürüyüşümüz kutlu olsun. Yolumuz açık olsun.” (ANKA)