'Yapılması gereken yakanları değil insanları korumaktı'

'Yapılması gereken yakanları değil insanları korumaktı'
Gökçer Tahincioğlu T24'teki yazısında, 3 Ekim 1993 tarihinde 9 kişinin yakılarak öldürülmesine ilişkin görülen Vartinis Katliamı davasının 4 Aralık'ta görülen duruşmasında zaman aşımı gerekçe gösterilerek dosyanın...

Gökçer Tahincioğlu T24'teki yazısında, 3 Ekim 1993 tarihinde 9 kişinin yakılarak öldürülmesine ilişkin görülen Vartinis Katliamı davasının 4 Aralık'ta görülen duruşmasında zaman aşımı gerekçe gösterilerek dosyanın düşürülmesini yazdı.

Gökçer Tahincioğlu T24'teki yazısında, 3 Ekim 1993 tarihinde 9 kişinin yakılarak öldürülmesine ilişkin görülen Vartinis Katliamı davasının zaman aşımı gösterilerek düşürülmesine tepki gösterdi. Tahincioğlu'nun yazısında "On insanın bile isteye yakılması insanlığa karşı suç değilse nedir? İnsanlığa karşı suç, hukuki teknik tanımlar da dahil, başka nasıl tanımlanabilir? Yapılması gereken cesur davranmaktı. Yakanları değil, insanları korumaktı." ifadeleri yer aldı.

Tahincioğlu'nun yazısının bir bölümü şu şekilde:

Bir dava düşünün… Tam 30 yıldır, tanıklara, herkesin gözü önünde olan bitenin yaşanmasına rağmen sonuçlandırılamasın…

Düşünün ki 30 yıl sonra, bugün, davada konuşulan ne varsa, aslında 30 yıl önce açığa çıkmış ancak sümenaltı edilmiş olsun.

On insanın bir eve kilitlenip, bir köyün önünde yakılmasına, yardım etmek isteyenlerin herkesin gözü önünde engellenmesine ilişkin bir davanın neden 30 yılda sonuçlandırılamadığını anlamak imkansız.

Ancak daha garibi, 30 yıl sonra, memleketin en üst mahkemesi Yargıtay tarafından bu cinayetlerin tespit edilmesine, suçlunun belirlenmesine rağmen dosyanın kapatılması.

O suçlu için tutuklama kararı vermeyen mahkemenin, firar etmesinden hemen sonra “ifadesinin alınmadığı” gerekçesiyle davayı bitirmemesi ve zamanaşımı kararı vererek elini kolunu sallayarak gezmesine müsaade etmesi…

Sıkılmadan, bıkmadan, usanmadan bir daha anımsatalım yaşananları…

Yargı kararıyla sabittir.

Muş'a bağlı Altınova beldesinde, yani yaşayanların diliyle Vartinis'te 3 Ekim 1993'te, gece 03.30'da bir ev yakıldı.

İlgisi olsa da "evi yakma" bir sonuç olamaz ancak evdekilerin herhangi bir suçla yakından ya da uzaktan ilgisi yoktu.

O evin içerisinde Mehmet Nasır Öğüt, eşi Eşref Oran, çocukları Sevim, Sevda, Aycan, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Cihan ve Cinal ile Eşref Oran'ın karnındaki bebek yanarak öldüler. Biri henüz dünyaya gelmemiş on insan…

Geriye, anne ve babasının, kardeşlerinin yanarak ölmesini izlemek zorunda kalan Aysel Öğüt kaldı.

O gün yapılan alışıldık basın açıklamasına göre dokuz terörist çatışmada öldürülmüştü. Evdekiler çatışmaya giren teröristlerdi…

Ve inanılmaz biçimde aynı beldeden dokuz kişi hakkında dava açıldı.

Nasır, Eşref, Sevim, Sevda, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Cihan, Aycan ve Cinar Öğüt yangında hayatını kaybetti.

1995'te Diyarbakır DGM, hakkında nedensiz dava açılan köylülerin beraatlerini kararlaştırdı.

"2 yaşındaki kardeşimin ölümü kimsenin yanına kalmasın istiyorum"

Aysel Öğüt, 2003'te bir kez daha suç duyurusunda bulundu.

Şöyle anlatıyordu o geceyi:

"Amcamın evinde uyumuştum o gece. Araba ve silah sesleriyle uyandık. Gece 3.00'tü. Evime gitmek istedim. Bırakmadılar beni. Panzer evin önündeydi. Ne kadar girmek istesem de bırakmadılar. Ailemi yakarak öldürdüler. Annem 5 aylık hamileydi. İnşallah, Allah'ın izniyle ailemin, kardeşlerimin davası iyi biter. Belki biraz içim rahatlar. Yoksa tutuklasalar da assalar da ailem geri gelecek değil. Onları ellerimle öldürsem de içim rahat olmaz ki. Sadece yanlarına kalmasın istiyorum. 2 yaşındaki kardeşimin, kardeşlerimin ölümü kimsenin yanına kalmasın istiyorum."

Yargılama zaten ilginçti, 10'dan fazla tanık, beldede çatışma çıktığını, Jandarma Komutanı Mustafa Uçar'ın şehit düştüğünü, aynı gün Karakol Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu'nun araçla beldeye geldiğini, araçta o sırada yaralı haldeki Uçar'ın ve öldürülen bir PKK'lının olduğunu anlatmışlardı.

Bütün tanıklara göre, Karaoğlu akşam gelip beldede kim kaldıysa evlerini yakacaklarını söylemişti.

Ne hikmetse, tam da o akşam karakola, beldede PKK'lıların bulunduğu ihbarı gelmişti.

Beraat kararı veren mahkemenin yeni tamamlanan gerekçeli hükmünde bu tanıklarla ilgili yaptığı yorumlar ise daha ilginç.

Gerekçeli karara göre, çok sayıda tanık arasından olayın yaşandığı dönemde 11 ve 13 yaşında olan iki kişinin ifadesi kuşkuluydu.

20 yıl geçmişti, çocuklardı, nasıl hatırlayacaklardı?

Mahkeme, Adli Tıp'a sormuştu.

Ama Adli Tıp, hatırlamalarının önünde engel olmadığı sonucuna varmıştı.

Mahkemeye bu da yetmedi, ikisinin ifadesini kuşkulu bulduğunu gerekçeli kararına yazdı.

Diğer tanıklar mı? Boş verin, ne önemi vardı?

Ama mahkemenin önemsediği tanıklar vardı.

Sanık Bülent Karaoğlu, dört tanık göstermişti, dört isim de o dönemde askerdeydi ve komutanın "muhafızıydı."

Dört tanığın tamamı, Bülent Karaoğlu'nun o gece operasyona katılmadığını anlatmıştı.

Mahkemeye göre, bu tanıkların beyanı, diğer tanıkların beyanlarını kuşkulu kılmıştı.

Ama bir de aynı dönem askerlik yapan üç tanık vardı.

Gerekçeli karara sadece birinin beyanları yazılmıştı.

Üç tanığın tamamı, o dönemki operasyonu Karaoğlu'nun yönettiğini anlatmıştı.

Ama mahkeme için bunun da önemi kalmamıştı. Sadece aksi yönde ifade verenlerin beyanlarını esas aldı.

Mahkemeye göre, Bülent Karaoğlu, o akşam yaralı bir askeri taşıyordu ve hastaneye yetişme çabası içerisindeyken beldede "Akşama gelip beldeyi yakacağım" demesi de hayatın olağan akışına aykırıydı.

Kararın sonu en vurucu kısmı.

Mahkemeye göre, PKK'nın alan hakimiyeti kuramadığı yerlerde köyü yakıp güvenlik güçleri yakmış intibası vermeleri de zaten bilinen bir gerçekti.

Gerekçeli karar, evrensel hukuka atıf yapan muazzam yorumlarla tamamlandı:

"Olayda 9 vatandaşımız feci biçimde hayatını kaybetmiştir. Yaşama hakkı evrensel ve kutsal bir insan hakkıdır. Faillerin bulunması da devlet olmanın gerektirdiği yükümlülüklerden bir tanesidir. Ancak olayın dramatik oluşu, haklarında şüphe bulunan ancak açık, net ve tereddütsüz delil bulunmayan sanıkların mahkumiyetlerine de neden olamaz. Sırf bir ya da birkaç fail bulmuş olmak ve facia karşısında mahkûmiyet hükmü oluşturmak için de kişiler cezalandırılamaz."

Karşı oy kullanan üyeye göre ise asıl hayatın olağan akışına aykırı olan Jandarma Bölük Komutanı'nın jandarmanın yaptığı bir operasyona katılmamasıydı.

(Yazının tamamı için tıklayın)

Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi, bu katliam davasını zamanaşımına soktu.

On insanın bile isteye yakılması insanlığa karşı suç değilse nedir?

İnsanlığa karşı suç, hukuki teknik tanımlar da dahil, başka nasıl tanımlanabilir?

Yapılması gereken biraz olsun dünyaya kulak vermekti.

Devletin sağladığı zırhı bir yana bırakıp, hukuktan yana hareket etmekti.

Yapılması gereken cesur davranmaktı.

Yakanları değil, insanları korumaktı.

Hiçbiri yapılmadı. On insanın yakınlarına, "Tırnak ucu kadar değeriniz yok" denildi.

Peki bunun bir karşılığı yok mu?

Buna yol açanların, bu zamanaşımı kararlarına neden olanların sorumluluğu yok mu?

İnsan yakılmasına sessiz kalan bir düzende bu kadarını beklemek elbette saflık.

Ama sormadan da olmuyor.

Gerçekten biraz olsun birileri bu olan bitenden rahatsızlık duymuyor mu?"

(Yazının tamamı için tıklayın)

Ne olmuştu?

Muş’un Korkut ilçesine bağlı Altınova (Vartinis) Beldesi’nde 3 Ekim 1993 tarihinde evleri askerler tarafından ateşe verilerek aynı aileden 9 kişinin yakılarak öldürülmesiyle ilgili olayın davası, Yargıtay’ın bozma kararı sonrası yeniden başlamıştı.

Vartinis Davası’nın karar duruşması bugün Kırıkkale 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkeme heyeti, 4 Aralık'ta verdiği kararla zaman aşımı üzerinden iki aylık süre geçtiğini belirterek, dosyanın düşürülmesine hükmetti.