İbrahim Turhan

İbrahim Turhan

Gönüllü olarak tuzağa düşülür mü?

Kredi derecelendirme şirketi Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir düzeyin beş kademe altına düşürdü. Ne yazık ki çok şaşırmadık. Zaten diğer kuruluşların verdiği notlar da üç aşağı beş yukarı aynı düzeyde. Türkiye varlıklarının, finansal piyasaların terminolojisinde “çöp” kategorisi olarak nitelendirilen spekülatif düzeyde olduğunu biliyorduk. Piyasa etkisi, bütün dünyada doların zayıfladığı bir ortamda TL’nin zayıflamaya devam etmesi oldu.
Yetkililer bu değerlendirmeyi haksız görüyorlar. Benzer durumlarda hep olduğu üzere, ekonominin içinde bulunduğu durumun analizini yapan raporla ilgili; “Türkiye’nin ekonomik başarılarını gölgeleme çabası, dış güçlerin oyunları, komplo, tuzak” gibi ifadeler işittik.
Moody’s raporunda Türkiye’nin bir ödemeler dengesi krizine doğru gittiği gibi iç karartıcı bir tahmin var. Analize rezervlerin düzeyi ile başlıyor. Özetle söylediği; Türkiye’nin uluslararası rezervleri zaten çok yüksek değildi, Merkez Bankasının 2020 başından beri zayıflayan TL’yi savunmak için sürdürdüğü başarısız çabalar sonucu iyice azaldı. Rakam da vermişler; altın hariç rezervler yıl başından itibaren yüzde 40 gerileyerek 45 milyar doların altına düşmüş. Rapor iki hususa dikkat çekiyor. Birincisi bankaların alacakları ve swaplar çıktıktan sonra kalan bakiyenin, yani Merkez Bankasının kendisine ait net rezerv pozisyonunun eksi olması. İkincisi TL’nin değer kaybının ihracatın rekabetçiliği ve büyüme üzerindeki olumlu etkisinin sınırlı kaldığı. Sonuç olarak önümüzdeki dönemde bankaların ve reel sektörün borç ödemelerinin sorun yaratabileceğine, Merkez Bankasının kendisinde emanet olarak duran bankaların döviz mevduatlarını kullanmak zorunda kalabileceğine, bunun sonucu olarak oluşabilecek paniği ve döviz çekilişlerini önlemek için sert kambiyo kontrolleri ve kısıtlamalar getirmekten başka çare kalmayabileceğine, ithalatın finansmanında ciddi sıkıntılar yaşanabileceğine ve büyümenin bütün bu gelişmelerden olumsuz etkilenebileceğine dikkat çeken kötümser bir senaryo.
Şimdi bir an kendimize soralım; raporda yer alan bu hususlar arasında bilmediğimiz, ilk defa duyduğumuz bir şey var mı? Rezervlerdeki olağan dışı duruma ve bunun yol açabileceği sorunlara ilişkin kaç yazı okumuşsunuzdur? Döviz yükümlülükleri düşüldükten sonra Merkez Bankasının net pozisyonunun 13,2 milyar dolar olduğunu ve bu bakiyenin ancak piyasadan swaplar yoluyla 41 milyar dolar sağlanarak oluştuğunu resmi istatistiklerden göremiyor muyuz zaten? Yabancıların finansal piyasalardan 45 milyar dolara yakın çıkış kaydettikleri bir sır mı? Haziran sonu itibarıyla, vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç stokunun, bankaların ve özel sektörün yurt dışı şubeleri ile iştiraklere olan borçları düşüldükten sonra bile 155 milyar dolar olduğu açıklanan resmi veriler arasında yer almıyor mu? En iyimser tahminle ve ilave dış açık olmayacağını bile varsaysak, ayda 10 milyar dolar finansman bulmak zorunda olduğumuz bir gerçek değil mi?
Not indirimine gerekçe olarak sunulan ikinci husus politikaların öngörülemezliği, tutarsızlığı, kurumların gerekli önlemleri almada isteksiz ya da yetersiz kalması ve bu durumun yol açtığı belirsizlik. “Bunu da nereden çıkarıyorsunuz? Asla böyle bir durum söz konusu değildir?” diyebilmek için iktidar yanlısı basında çalışıyor olmak gerekir sanırım. Sadece iki örnek verelim. Bugün hâlâ Merkez Bankasının politika faizi yüzde 8,25 ve hatta gecelik borç verme oranı bile 9,75 ama ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti, yani gerçek faizi 10,32. Faizi artırmış ama artırmamış gibi yapmayı sürdürüyor. Acaba neden? İkincisi; bankaları daha çok kredi vermeye teşvik etmek için zorlayıcı aktif rasyosu getiren BDDK, iki bankaya bu rasyoyu tutturamadıkları gerekçesiyle, bir bankaya da kredi vermede yeteri kadar arzulu davranmadığı için toplam 355 milyon TL ceza kestikten on gün sonra bu uygulamasını esnetti. Üç ay boyunca daha çok kredi verme baskısı yapıp, üzerinden daha bir ay bile geçmeden kredi koşullarını sıkılaştıracak adımlar atmayı nasıl açıklayalım?
Şimdi soralım; bunları “dış güçler” ekonomi yönetimine zorla mı yaptırdı? Merkez Bankasını tamamen komutla çalışan bir kurum haline getirmek, önce faizi ekonominin gerçeklerine aykırı biçimde düşürüp aşırı parasal genişlemeye gitmek, bunun doğal sonucu kurda yukarı yönlü hareket olunca bunu “TL’ye saldırı” olarak tanımlayıp kuru belli seviyelerde savunmaya kalkmak hangi üst akılın önerisiydi? Faizleri enflasyonun altında tutarak TL’ye olan güveni sarsmak, dövize yönelimi bastırmak için gevşek sermaye kontrolleri ve vergiler kullanmak, yabancı yatırımcıyı kovmaktan beter etmek ama bu arada çıkarken ucuz fiyattan döviz almasına olanak sağlamak hangi dış mihrakın komplosuydu? İki yılda 100 milyardan fazla rezerv yakıp Türkiye’yi kısa vadeli döviz yükümlülüklerini karşılayamaz hale, Merkez Bankasını swaplarla kırmızı bakiyeye düşürdükten sonra, “eşekten düşmeseydim de zaten inecektim” diyen Nasrettin Hoca gibi “rekabetçi kur” söylemine sarılan acaba hangi karanlık odaklar? Ekonomiyi yönetirken yukarıda sadece iki örneğini verdiğimiz mantıksız ve tutarsız kararlara başvurmak, bir taraftan oluk oluk parasal genişleme yaparken aynı anda dövize yönelimi denetim ve zorlama ile önlemeye çalışmak, güveni iyice yok ederek altın talebini patlatmak, sonunda parayı sistem dışına çıkmaya, sermaye piyasasında irrasyonel yatırımlara yöneltmek hangi hain planın parçasıydı?
Türkiye’ye zarar vermek isteyebilecek dış güçlere en uygun ortam bizzat ekonomi yönetimi tarafından sağlandı. İzlenen politikalarla; finansal sistem saldırıya açık, ekonomi kırılgan, TL zayıf hale getirildi. “Tuzak kuruldu” diye kıyameti koparanlar –şayet gerçekten bir tuzak varsa– gönüllü olarak bu tuzağın ortasına atladılar. Şimdi, zamanında hatalarını göstererek kendilerini uyaranları suçluyorlar. Hastalığa yol açan yanlış davranışlarda bütün uyarılara rağmen ısrar edip sonra teşhis eden doktoru, tahlil sonuçlarını ortaya koyan laboratuvarı suçlamak gibi bir şey bu. Bu yolla yarattıkları ağır tabloda kendi sorumluluklarını gizleyebileceklerini sanıyorlarsa kötü bir haber vereyim. 1928-1941 arası İngiltere Merkez Bankasında da görev yapmış iktisatçı, girişimci, iş insanı ve yazar Josiah Stamp’ın sözleriyle:
“Sorumluluklarınızdan kaçınmanız mümkündür ama sorumluluklarınızdan kaçınmanın sonuçlarından asla kurtulamazsınız”.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Turhan Arşivi