Bolu’daki yangında oğlunu kaybeden Danıştay 9. Daire Başkanı: ‘Devletim bana gözyaşları içinde evladımın dosyasını okutuyor’
Gazete Pencere- Kartalkaya'daki otel yangınını araştırmak için kurulan Meclis araştırma komisyonunun on üçüncü toplantısında, yangın faciasında yakınlarını kaybedenler konuştu. Yangında oğlu Yiğit Gençbay'ı kaybeden Danıştay 9. Daire Başkanı Abdurrahman Gençbay’ın tarihi konuşması tutanağa girdi.
Danıştay 9. Daire Başkanı Abdurrahman Gençbay "Ben buna organize kötülük diyorum. Sonuçta organize kötülük ortaya çıkmış. Bir tarafından belediye, bir tarafından il özel idaresi, bir tarafından turizm bakanlığı, bir tarafından çalışma bakanlığı. Tamamı bunların sorumlu. Bizim tabii ki bakanlarla bir alıp veremediğimiz yok. Bakanların sorumluluğunun, siyasi sorumluluğu olduğunu bilecek donanımdayız. Biz kimseden turizm bakanını hapse atın ya da işleri bakanını tutuklayın ya da çalışma bakanlığını derdest edin diye bir talebimiz de yok. Bunların bir suçu, kusuru varsa cezai sorumluluğunu, bunu zaten Meclis’in iradesiyle Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi karar verir" diye konuştu.
Danıştay 9. Daire Başkanı Abdurrahman Gençbay’ın yargıya güvenin yüzde 20’lere düştüğünü belirtip kendisinin de diğer mağdur aileler gibi dosyaya okuduğu belirtip şunları anlattı:
“Buradaki kardeşlerim söylediler, kimisi akademisyen, kimisi psikolog, kimisi iş adamı, kimisi kimyager "Ya, bizim burada ne işimiz var? Ya, biz niye acımızı yaşamıyoruz? Biz niye yangın raporu okumanın peşine, iş müfettişi raporu okumanın peşine, Turizim Bakanlığının yetkilerini araştırmanın peşine düşmüşüz? Bizim ne işimiz var ya?" Evet, asıl sorun tam da burada düğümleniyor. Sorun ne biliyor musunuz? Sorun aslında yargıya olan güven sorunu. Dairede benim arkadaşlarım bana taziyeye geldiklerinde önümde dosya görüyorlar tabii -sürekli önümde, müzakerelerden çıkar çıkmaz o dosyayı okuyorum- kimisi diyor ki: Ya, Başkan ne oluyor dosya mı okuyorsun, müzakere bitti hâlâ -benim konum vergi- vergi dosyası mı okuyorsun? "Yok, hayır vergi dosyası okumuyorum, benim devletim bana gözyaşları içinde evladımın dosyasını okutuyor." dedim. Ben evladımın dosyasını okuyorum bir aydır.
Danıştay 9. Daire Başkanı Abdurrahman Gençbay’ın konuşması:
“Komisyonumuzu ve değerli kader ortağı olan ailelerimizi saygıyla selamlıyorum.
Sakin olmaya çalışacağım, tabii kolay değil. Burada hem bir baba olarak hem de otuz beş yıllık bir yargıç olarak bulunuyorum. Önce biraz baba olarak paylaşayım duygularımı ondan sonra yargıçlık konusuna, mesleğimizi ilgilendiren konuya beraber değineceğiz. Biraz da son konuşmacı olduğum için zamanı da biraz sizin de affınıza sığınarak kullanmak istiyorum.
Emine Teyze, sen belki benden küçüksün ama sana teyze diyorum. Rabb'im onların 78'ini de şehit ilan etti, ondan hiç şüphen olmasın, bizim evlatlarımızın hepsi şehit olmuştur zaten. Benim evladım da Nihan kardeşimin dediği gibi, Alp'le beraber şehadete yürüyen Yiğit, intörn Doktor Yiğit Gençbay. Yiğit, bir hafta önce Amerika'dan gelmişti, dünyanın bir numaralı üniversitesi MIT, MIT'de dahiliye ve onkoloji stajı yapmıştı hatta stajını da erken bitirip bir hafta önce gelmişti, demek ki burada bir görevi varmış herhâlde, böyle bir olaya düçar oldu ve o sabah da oradan ayrılacaktı. Yiğit, bütün yaratılanları severdi, insan, hayvan ayırt etmeksizin severdi sonra onun "tweet"lerinden anlıyoruz ki -yavrumu biz, tabii, çok anlayamamışız ama- yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmesini ta 14 yaşında öğrenmişti. Yiğit'im derdi ki: Ya, sen eğer bir kalbî kırarsan ya o kalbî Allah seviyorsa ne yaparsın? Yiğit, öyle bir çocuktu. Ceyhan Hanımın söylediklerine katılıyorum. Yiğit'imi Adli Tıpta DNA testiyle aldım, yüzüne bakamadım. Bir insanın bir yakınını, ölen bir yakınını, vefat eden bir yakınını yıkayıp, paklayıp, koklayıp, öperek toprağa vermesinin nasıl bir nimet olduğunu ben evladımı muşambalara sarılmış kefenle birlikte toprağa verirken anladım, yüzüne bakamadım, bakmaya cesaretim yoktu belki bilmiyorum ya da bakacak bir şeyim yoktu onu da bilmiyorum ama öyle toprağa verdim, onun nimet olduğunu orada öğrendim.
Şimdi, burada, bütün bu kader ortağı arkadaşlarımıza bakıyorum aynı acıları yaşamışız, işin enteresanı tepkilerimiz de aynı ya. Ben hayatımda yüzük bile takmadım oğlumun bilekliklerini takıyorum, bunlarsız yatamıyorum, hâlâ oğlumun yatağında yatıyorum ben ve hâlâ sanki çıkıp gelecekmiş gibi geliyor bana. Baba olarak bunları söyleyeyim artık daha fazla ajite etmek istemiyorum. Acımız çok, bu acımızla biz yaşayacağız, hiç sönmeyecek zaten.
Şimdi, yargıç olarak bir şeyler söylemek istiyorum, otuz beş senesini bu yargıya vermiş bir kardeşiniz olarak bir şeyler söylemek istiyorum. Buradaki kardeşlerim söylediler, kimisi akademisyen, kimisi psikolog, kimisi iş adamı, kimisi kimyager "Ya, bizim burada ne işimiz var? Ya, biz niye acımızı yaşamıyoruz? Biz niye yangın raporu okumanın peşine, iş müfettişi raporu okumanın peşine, Turizim Bakanlığının yetkilerini araştırmanın peşine düşmüşüz? Bizim ne işimiz var ya?" Evet, asıl sorun tam da burada düğümleniyor. Sorun ne biliyor musunuz? Sorun aslında yargıya olan güven sorunu. Dairede benim arkadaşlarım bana taziyeye geldiklerinde önümde dosya görüyorlar tabii -sürekli önümde, müzakerelerden çıkar çıkmaz o dosyayı okuyorum- kimisi diyor ki: Ya, Başkan ne oluyor dosya mı okuyorsun, müzakere bitti hâlâ -benim konum vergi- vergi dosyası mı okuyorsun? "Yok, hayır vergi dosyası okumuyorum, benim devletim bana gözyaşları içinde evladımın dosyasını okutuyor." dedim. Ben evladımın dosyasını okuyorum bir aydır. Peki, niye bu noktaya geldik. Bu mesleğe başladığımda Yargıtayda bir sempozyum vardı, yabancılar da katılmıştı, zannedersem savcıların pozisyonu tartışılıyordu. Bizim yargılama sistemimizde savcılar hâkimlerin yanındadır ya. Orada yabancı bir hâkim, yargıç çok güzel bir şey söyledi, dedi ki: Bir yargılamanın adil olması kadar adil görülmesi de çok önemlidir. Eğer siz bu görüntüyü sağlayamazsanız o vermiş olduğunuz kararın adaletini insanlara inandıramazsınız. O kadar doğruydu ki bu. Ben mesleğe başlarken yargıya olan güven, abartmıyorum yüzde 80'ler civarındaydı. Ben on üç sene Adalet Akademisinde ders anlattım ve o çocuklara en son dersimde... Ki sekiz on sene oldu ayrılalı çünkü o zaman da yargıya olan güveni indirmiştik yüzde 20'lere. Bugün yargıya olan güven yüzde 20'ler seviyesine indi. Ben o derslerine girdiğim arkadaşlara diyordum ki: Bizim nesil sınıfta kaldı yargıya olan güven konusunda. Kimse ben iyi bir yargıcım demesin, takım oyunu hepimiz sınıfta kaldık, yenildik, bizim nesil sınıfta kaldı. Şimdi, gelelim, bu dosyada bizim kimyagerimiz, iş adamımız, psikoloğumuz, hâkimimiz, avukatımız niye bu dosyalara yapıştılar? İşte, bu sorundan dolayı yapıştılar. Kısaca bunlara değinmek istiyorum.
Şimdi, hepiniz orayı gördünüz, gittiniz, Komisyon üyelerimiz de gördü. Kırk seneden önce yapılmış bir otel, önce 4 kat, 3.700 metrekare kapalı alan olarak yapılmış sonra bunun üzerine 8 kat daha konmuş, toplamda 17 bin metrekareye ulaştırılmış bir kibrit kutusu hâline getirilmiş. 1970'li yıllardan itibaren inşaatı yapılmış, Turizim Bakanlığı tarafından buna işletme belgesi verilmiş. Şimdi, oteli değerlendirin. Eni neredeyse 100 metre, yüksekliği 50 metrenin üzerinde bir otelde otelin bir tarafına itfaiye aracı giremiyor değerli Komisyon üyelerimiz, Sayın Başkan. Ya, buna turizim işletme belgesi ki daha sonra 2005'te İl Özel İdareleri Kanunu'yla birlikte 2007 yılında turizim işletme belgeleri, öncesinde alınan işletme belgeleri iş yeri açma ve çalışma ruhsatı yerine geçiyordu. Ya, buna bu belgeyi verirken de sen zaten itfaiyeden "Yangına elverişli" raporu almak zorundaydın.”


Kaynak:Haber Merkezi