Selçuk Kozağaçlı: Anayasal hak mı kadim türsel arzular mı?

Selçuk Kozağaçlı: Anayasal hak mı kadim türsel arzular mı?
6 yıldır tutuklu bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Gazete Duvar için yazdı.2017 yılından beri terör örgütüne üye olmak iddiasıyla tutuklu bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Avukat Selçuk...

6 yıldır tutuklu bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Gazete Duvar için yazdı.

2017 yılından beri terör örgütüne üye olmak iddiasıyla tutuklu bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Avukat Selçuk Kozağaçlı, Gazete Duvar için "Kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel bir zanaat: Anayasalcılık" başlığıyla bir yazdı.

Kozağaçlı yazısında şu ifadeleri kullandı:

"Yok mu yani Anayasal haklarımız?

Yok.

Düşündüğünüz kadar sevimli ve evcil bir şey yok en azıdan. Şimdi bu garip yokluğun -yahut yokluğuyla var olmanın- ortasındaki boşluğu dokuyan geleneksel bir el zanaatı hakkında konuşabiliriz artık: Anayasalcılık.

Aklınızdan salt sahtecilikten söz ettiğimi geçirdiyseniz unutun, ideolojiden konuşuyoruz. Sadece özel olarak kandırılmayı arzu etmediğiniz sürece -aşkta bazen o kadarının da yeterli olduğuna inanılır- arzudan genellikle ihtiyacımızın tatmini talebini kastediyorum. Geçmişte ihtiyacımızı doğrudan doğanın (kendi doğamız da bunun içinde), dolaylı olarak Tanrı'nın, bizzat hükümdarın veya irademizin karşılayabileceğine inandırıldığımız oldu. Neyse ki hiç birine ikna olmadık ve bu sayede koca bir ipek halı dokundu, söküldü ve kanla lekelendi. Bugün de aynı teranenin "Anayasa'da hak olarak yazdığına" inanmaya teşvik ediliyoruz. Yanlış, çünkü onlar hak değil kadim türsel arzularımız dedim zaten ama sırf ikna olma isteğiyle bir yerlerde gerçekten haklarımızın yazıldığını düşünmenizden korkuyorum.

Öyle değil şöyle yazar: '(Anayasa)... hiç kimseye sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleştirilmesini talep hakkı vermez.'

Terbiyesiz bir güzellikte ifade edilmiş. Çevirisi şu: Köpeği sevmeyin, siz onu değil ancak o sizi çağırabilir"

Kozağaçlı'nın yazısının bir bölümü şu şekilde:

Doğada ayrı bir tür altında tasnif edilebilecek hale gelişinden bu yana yaklaşık seksen milyar insan "tekinin" yaşamış olduğunu sanıyoruz. Adına ömür denilen kişisel tarihlerindeki yoksunlukların, coğrafi çaresizliklerin, erken ve toplu ölümlerle iç içe geçmiş tatminsizliklerin; bolca insan kanıyla lekeli bu devasa ipek halının sık örgüsünde soluk birer iplikçik gibi sırıttığı doğruysa da insanlık tarihinin varlığı, en azından türsel topluluk düzeyinde asgari başarıya ulaştığımızı gösteriyor: Evrim bizi elemedi.

Demek ki son zamanlarda sıkça niyet etmiş gibi davrandıysa bile, insan toplumu kendisini -şimdilik- topyekûn ortadan kaldırmadı ve doğanın bunu başarmasına da fırsat vermedi. Hâlâ buradayız. Kıyamet mitleri bu varlığın sonsuz olmayabileceğini uzun zamandır hissettiğimizi, Adalet mitleri ise yaşamaktan elde ettiğimiz tatminin zayıflığını gösteriyor. İnsan tekinin sınırlı imkânı, tarihsel topluluğun yarattığı güç örüntüleri içinde genişleyip daralarak gelişti; ihtiyaçları ve tatmin yolları da öyle.

Anayasal hak mı kadim türsel arzular mı?

Son birkaç yüzyıldır, en azından temel ihtiyaçlarımızın bir Anayasa tarafından güvence altına alınabileceğine hatta korkarım bizzat onun sayesinde sağlandığına, yani "Anayasal Haklarımız" bulunduğuna inanmaya teşvik ediliyoruz.

Yanlış. Çünkü bunlar bizim kadim türsel arzularımız: "hak" değiller ve ne varlıklarının ne de tatminlerinin hukukla dolayımsız bir ontolojik ilişkisi olabilir. Diyelim ki dolayımın kendisini, yani bir olgu olarak hukuksal işleyişi tespit ettik; bu halde bile ikna edilmeye çalışıldığımız faydanın fetiş karakterini ayırt edebilmeliyiz.

Gitgelli ve karanlık tarihinin sonunda, insanlığın arzu ve ihtiyaçlarını hukuksal düzene sokarak güvence altına aldığına mı inanıyorsunuz? Eğer, Tin'in kendisini nihayet dünya tarihinde tanıyarak "özne" olduğu ve yabancılaşmasından kendisine "Anayasal Devlet" halinde geri döndüğü düşüncesindeyseniz; işi Hegel'de bırakmayıp Marx’la devam etmelisiniz. Yoksa akıl zamana sabitlenir ve tarih -hiç değilse sizin için- sona erer.

Yahut şöyle söyleyelim; bu arzuların karşılanması için iradi kararla bir araya gelmiş falan değiliz, bilakis milyonlarca yıldır topluluk halinde evrimleştiğimiz için arzularımızı ifade ve tatmin yollarımız toplumsal.

Bir sözleşme kurgusu -hatta neredeyse simülasyonu- olarak Evrensel Anayasa imgesi tam bu nedenle sahtekârcadır ve hilesi ait olduğu daha büyük bir çağdaş fetişe, hukukun içine gömülü olduğu için kolay kandırır.

Aslında Anayasa, "haklar" meselesindeki sahteciliği bir yana bırakıldığında dahi ciddiyetsiz bir belgedir. Sizi yaptığını iddia ettiği "insan vatandaş özne" safsatadır. Bunun "Herkes" diye çağırdığı veya "Hiç kimse" diye parmak salladığı biz değiliz, bir muhayyel cemaat. Bazen "ulus" da dedikleri bu kavram; "belli bir siyasal iktidarın egemenlik alanında yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olanların tümünü” imleyen bir belgisiz zamirden ibaret.

Islığa dönen iyi vatandaş

Bugün, buradaki-bizden söz edilmediği neredeyse kesindir. Neredeyse diyorum çünkü kalabalığın içinde herhangi bir hakkın çağrısını -ıslık sesi gibi- duyarak "Bana mı seslendiniz?" diye dönen hiçbir politik özneye cevap verilmez ancak yine de her ıslık sesine hukuksal bir özne olarak dönmeniz beklenir. Dönmekle iş bitmez, varlığınızın bir kipi sizi mutlaka güvenli alanın dışında bırakacaktır. Yaşam hakkının engellediği "sizin öldürülmeniz" değildir; vücut bütünlüğünü koruyan hak "sizin bedeniniz" ile ilgisizdir, seyahat hakkının öngördüğü "sizin şimdi oraya" gidebilmeniz değildir. Geçtim etnik, cinsel, kültürel, dinsel, politik hallerinizi, kitabın orta yerinde duran mülkiyet hakki "sizin mülk edinebilmeniz" değil mal sahibinin sizden sakınılması hakkındadır ve açlıktan ölüyor bile olsanız, bu böyledir.

İhtiyaçlarımızın simülasyonu olarak hak, ıslık çalabilen bir hayvandır; o ıslığa dönmek sizi vatandaş yapar. Hatta -meselâ trafik cezası yediğinizde- sistemin çalışıyor olmasına sevinmek sizi "iyi vatandaş" yapar. Eminim iyi vatandaşların da yapabileceği pek çok eğlenceli şey vardır ancak bu ıslık çalan hayvanı çağırıp kafasını okşamanıza izin verildiği anlamına gelmez.

Hayvan oradadır, hep biraz uzakta. Görülmediğinde de duyulabilir. Çağrılmak değil çağırmak konusunda eğitilmiştir ki bu sizinkinden farklı bir terbiyedir. Hak fikri aracılığıyla, hangi kritik anlarda sadece vatandaş değil insan da olup olmadığınıza karar verebileceğini hatırlarsanız, yarı vahşi ve tehlikeli doğasını kavrayabilirsiniz.

Sizi adınızla çağırmak istemediğinde, gaz odasına, pamuk plantasyonuna, toplu mezara, rezervuar alanına, Akdeniz'de lastik bir bota veya basitçe söylenirse öteki dünyaya tesciller. Treblinka'da uyur Gazze'de uyanırsınız.

Yok mu yani anayasal haklarımız?

Yok.

Düşündüğünüz kadar sevimli ve evcil bir şey yok en azıdan. Şimdi bu garip yokluğun -yahut yokluğuyla var olmanın- ortasındaki boşluğu dokuyan geleneksel bir el zanaatı hakkında konuşabiliriz artık: Anayasalcılık.

Aklınızdan salt sahtecilikten söz ettiğimi geçirdiyseniz unutun, ideolojiden konuşuyoruz. Sadece özel olarak kandırılmayı arzu etmediğiniz sürece -aşkta bazen o kadarının da yeterli olduğuna inanılır- arzudan genellikle ihtiyacımızın tatmini talebini kastediyorum. Geçmişte ihtiyacımızı doğrudan doğanın (kendi doğamız da bunun içinde), dolaylı olarak Tanrı'nın, bizzat hükümdarın veya irademizin karşılayabileceğine inandırıldığımız oldu. Neyse ki hiç birine ikna olmadık ve bu sayede koca bir ipek halı dokundu, söküldü ve kanla lekelendi. Bugün de aynı teranenin "Anayasa'da hak olarak yazdığına" inanmaya teşvik ediliyoruz. Yanlış, çünkü onlar hak değil kadim türsel arzularımız dedim zaten ama sırf ikna olma isteğiyle bir yerlerde gerçekten haklarımızın yazıldığını düşünmenizden korkuyorum.

Öyle değil şöyle yazar: "(Anayasa)... hiç kimseye sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleştirilmesini talep hakkı vermez."

Terbiyesiz bir güzellikte ifade edilmiş. Çevirisi şu: Köpeği sevmeyin, siz onu değil ancak o sizi çağırabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yukarıda sayılan arzu ve ihtiyaçların ezici çoğunluğunu “Sosyal ve Ekonomik Haklar" yan başlığında toplar ve henüz metnin girişinde yukarıdaki gerçeği yüzünüze acımasızca ifşa eder. Gerçekleştirilmesi talep edilemeyen belki de temenni edilebiliyordur yahut fantazya? Aşktaki gibi.

Birinizin "Yalnız bunlar ikincil haklar. Yaşam, özgürlük, vücut bütünlüğü falan böyle değil tabii...” demesini bekliyorum. Hukuk fakültesi birinci sınıfta dört kredi Anayasa dersi var sonuçta, bilgi ulaşılamaz değil. Dediyseniz, bizzat Anayasanın her türlü teorik tasnifinizi dağıtacak kadar cüretkâr olduğunu hatırlatmama izin verin:

"(Bu Anayasada düzenlenen hakların)… hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya...” niyetliyseniz kullanılamaz. Hepsi, kısmen veya tamamen durdurulabilir, bunlara aykırı tedbirler alınabilir.

Bu, ayıp veya garip değildir. 1933-45 arasında Faşizm, ünlü 48. Maddesi dışında tek bir maddesine başvurmadan, ihtiyaç duymadan, değiştirmeden ve metni kırıp dökmeden Weimar Anayasası altında çalışmıştır. Bizdeki "niyet sorgusu" onun bir versiyonu."

Yazının tamamı için tıklayınız