Türkiye'de toplumsal kırılganlık hızla artıyor; en büyük stres kaynakları mülteciler ve adaletsizlik
Araştırma kapsamında görüşlerine başvurulan uzmanlar ve kanaat önderlerine göre Türk toplumu gittikçe kırılganlaşıyor. Toplumun tüm kesimlerini doğrudan etkileyen ekonomik kriz; kuraklık ve çölleşme gibi tehditlerle gündeme gelen, ülkenin gıda güvenliğini bile tehlikeye atabilecek çapa ulaşmış iklim değişikliği; iklim değişikliğine ek olarak plansızlık ve göç baskısıyla azalan su kaynakları; içerdikleri tüm sorunlarla birlikte devleşen mega kentler; hızla artan çöp, atık ve sera salınımıyla yoğunlaşan ekolojik bunalım; başta obezite olmak üzere çeşitli sebeplerle bozulan fiziksel sağlığımız; buna eşlik ederek dengesizleşen ruh sağlığımız; bir soruna dönüşen eğitim sistemimiz; hızla yaşlanan nüfusumuz ve buna karşın bölgesel krizler sonucunda ülkemize yönelen yoğun göç gi̇bi̇ faktörler, bu kırılganlığı artıran alarm verici tehditler olarak ön plana çıkıyor.
Her üç kişiden 2'si kendini güvende hissetmiyor
Uzmanlar, Türkiye'de yaşanan işsizlik, ekonomik sorunlar, umutsuz gençler, liyakatsiz iş yaşamının normalleşmesi, insanlarda adalete olan güvenin sarsılması ve sokaklarda güvensizlik hissetmesi gibi sorunların ülkenin direncini zayıflatan faktörler olduğunu belirtiyor. Araştırmanın nicel kısmı da kırılganlık tablosunu teyit eden rakamlara sahip. Verilere göre; toplumun yüzde 65’i kötüleşen ekonomik koşullardan, yüzde 46’sı kontrolsüz mülteci akınından, yüzde 44’ü adaletsizlikten, yüzde 37’si ise eğitim sistemindeki bozulmadan şikayetçi. Tansiyonu artıran bütün bu stres kaynakları karşısında toplumun yalnızca yüzde 36’sı kendini hâlâ güvende hissettiğini ifade edebiliyor. Bu da neredeyse her üç kişiden ikisinin kendini güvende hissetmediği bir kırılganlık tablosuna işaret ediyor.
Umutsuz kesim yüzde 21
Araştırma raporu, bütün bu olumsuzluklara rağmen, toplumun umut ve inancının, başka bir deyişle dayanıklılık potansiyelinin hâlâ güçlü olduğunu gösteren verileri içeriyor.
Araştırmaya katılanların yüzde 48’i, Türkiye’nin söz konusu toplumsal tansiyonlardan sıyrılma kabiliyetinin yüksek olduğunu ifade ederken, yalnızca yüzde 22’lik bir kesim umutsuz bir tutum sergiliyor. Araştırma kapsamında görüşlerine başvurulan uzmanlar ve kanaat önderleri de, bu görüşe destek veriyor. Buna göre büyük bir kriz veya felaket yaşandığında toplum bütün kutupluluğuna rağmen tek gövde haline gelip gerektiğinde kendi çözümlerini de üretebiliyor.
Çözüm için devlet, STK'lar ve markalar inisiyatif üstlenmeli
Öte yandan Türkiye’de toplum, bu tür olağanüstü durumlarda tümüyle seferber olurken, nispeten olağan zamanlarda daha pasif bir tutum sergiliyor. Araştırma raporunda yapılan değerlendirmeye göre, Türkiye’de tek tek insanlar, daha dayanıklı bir toplum inşa etmek üzere sorunların çözümüne bireysel katkı sunmaya hevesliler ancak adım atmak için bir yol gösterici veya kılavuza ihtiyaç duyuyorlar. Bu konuda yol gösterici veya kılavuz olarak merkezi yönetimin, yerel idarelerin, sivil toplum örgütlerinin ve markaların inisiyatif üstlenmesi bekleniyor. Kapsamlı araştırma raporunda Türkiye’de sosyal sorumluluk üstlenme konusunda en çok takdir edilen şirket ve markalara ilişkin skorlara da yer veriliyor. Raporda ayrıca, Türkiye’nin toplumsal dayanıklılığını artırma hedefi doğrultusunda markalara düşen görevlerin yanı sıra hangi markaların hangi alanlarda rol üstlenmesi ve hangi toplum kesimlerine öncelik vermesi gerektiğine ilişkin bir analiz de sunuluyor.
Araştırma sonuçları hakkında yorumda bulunan FutureBright Research Genel Müdürü Karolin Kuyumcu, 'Türkiye Toplumsal Dönüşüm Araştırma'sı ile toplumumuzun dayanıklılığını azaltıp kırılganlaştıran dinamikleri ortaya çıkarmayı, bu dinamiklerin sosyo-kültürel yapımız ve toplumsal kurumlarımız üzerindeki etkilerini anlamayı hedeflediklerini belirtti.
Sustainable Brands Türkiye Ülke Başkanı Semra Sevinç de, sonuçlara göre Türkiye'de dayanıklı bir toplum oluşturmak için markalara pek çok iş düştüğünü ifade etti.
Kaynak:Haber Merkezi