İNSAN HAKLARI ANNESİ

“Gelecek, düşlerinin güzelliğine inananlara aittir. ”
Bu yazımda bu sözün sahibi Eleanor Roosevelt’i yazmak istiyorum.
Hava kapalı henüz güneş parıldamıyor. Gri bulutlar üstümden geçiyor…
Bir kafede buluşacağım genci bekliyor, konuşma notlarıma bakıyorum.
Nefes nefese gelen genç soluklanmadan, konuşmaya başlıyoruz:
“Neden geciktin? Senin yüzünden konferansa geç kalacağım?”
“Ne konferansı?”
“Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü unuttun mu? Öğlenden sonra konferansım var.”
“Olmayan şeyin günü mü olur? Bu ülkede bir de utanmadan insan hakları günü mü kutlanıyor?”
“Ne kutlaması? Konuşmam var diyorum.”
“Sana demiyorum, sabahtan beri insan hakları kavramına uzak yüzlerce insan tivit attı. Şiirler, fotoğraflar paylaştı. Onlara kızgınlığım insan yok ki hakları olsun? Niye geç kaldığımı merak ediyor musun? Polis normal otobüs yolunu bile değiştirince başka yoldan gelmek zorunda kaldım. Geç kaldım. Bu şehirde yaşanan kuralsızlık, vicdansızlık, haksızlık her ne varsa hepsinden nefret ediyorum.”
“Bu öfke patlaması niye?”
“Niye olmasın?”
“Sabah çıktığın yol öğlen kapanır. Trafikte biri dalgınlıkla birinin arabasına vurunca inip kavgaya tutuşurlar. Engelli insanların yaşamını kolaylaştıracağımıza bir dolu engelli kafa büsbütün yaşamlarını engelleriz. Bu ülkede insan hakları yok boşuna çene tüketiyorsun.”
Bak Fidel Castro ne diyor?
“Bizler çoğu kez insan hakları üzerine konuşuyoruz. Ama aynı zamanda insanların hakları üzerine de konuşmalıyız. Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorunda? Diğerleri 70 yıl yaşasın diye neden bazı insanlar 35 yıl yaşamak zorunda? Diğerleri müthiş derecede zengin olsun diye neden bazıları berbat bir şekilde yoksul olmak zorunda? Ben, bir parça ekmeğe bile sahip olamayan dünya çocuklarının adına konuşuyorum.”
“Fidel Castro diyerek gönlümü alıyorsun. Boşuna olur mu? İnsan hakları bilinci vermediğimiz için böyle oluyor. 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi imzalandı. Gün varsa sorun var. Konuşarak sorunları aşarız. Yaşam biçimi yaparız. Öfkeyle yıkıp yakarak, kestirip atarak hiçbir şey yapamayız. Anadolu’da bir söz var biliyor musun? ‘Öfke gelir göz kararır. Öfke gider yüz kararır.’ Bu sözü annem sıkça kullanırdı. Benim öfkemden hep korkardı. Bu sözle ve bir de yaşam deneyimleriyle ile öfkemi terbiye ettim.”
“Ben öfkemi asla terbiye etmek istemiyorum. Öfkemi yok edersem ben olmam.”
“Öfkeni yok et diyen yok. Öfke dozunda olursa güzeldir. İnsanı geliştirir. Öfkeni terbiye et.”
Buluştukları konuyu konuşur, ayrılırlar.
Kadın giden genç delikanlının ardından ona hak verir. Bir başka genç siyasetçinin sözünü anımsar:
“Biliyor musun, bu öfkeleri sağlıklı, örgütleyenler iktidara gelir.”
Güneş doğar, mavi gökyüzünü beyaz bulutlar kaplar…
O dünyayı değiştiren kadınlardan bir kadın. Amerika Devlet Başkanı Franklin Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt yani Amerika’nın baş kadını!
Onun çağında, kadının önemi, değeri eşinin konumuna bağlıdır. O yıllarda genç kızların düşlerini süsleyen, işi ve konumu iyi olan bir erkekle evlenmek iken; o, eşinin katkısıyla, First Lady’liği kendi kişiliği, amaçları, ilkeleri doğrultusunda yeniden tanımlar.
Elenaor, 11 Ekim 1884 günü New York’ta doğar. Ailenin ikinci kız çocuğu olarak doğmak o topraklarda da bizim topraklardaki gibi iyi mi kötü mü bilmiyorum. Bildiğim anne ve baba bütün hünerlerini ilk çocukta uygular, üstüne titrer. İkinci çocukları daha özgür, daha deneyimli yetiştirirler.
New York benim enerjisine vurgun olduğum dünya kentlerinden bir kent. Gökdelenler gökyüzüne uzanır. Dünyanın her yerinden göçmenler bu kente koşar. Sanki Özgürlük Anıtı kucağını açmış onları bekliyor. Kent göçe de göçmene de hazırlıklıdır. Göçmenden ve göçten korkmaz tam tersi göçmen emeğini iyi değerlendirir. Göçmenin emeğini sömürürken uygulamalarıyla da onu Amerikalıyım demeye hazırlar.
Oysa bizim İstanbul göçmeni sevmez çünkü göç politikaları, projeleri yoktur. Gelen göçmen onun dokusunu hor kullanır, tarihini yok eder o da göçmene oldukça hoyrat davranır ikisi de birbirini sevmezler.
“Kendi içinde yenilene kadar, hiçbir insan yenilmiş sayılmaz” diyen Eleanor Roosevelt’in bu sözü yaşam ilkemdir.
10 Aralık 1948 tarihinde imzalanan İnsan Hakları Bildirgesi üstünden onlarca yıl geçmesine karşın, dünyanın en büyük sorunu yine insan hakları sorunudur.
Seni 74 yıl sonra ülkemin insanına, kadınına, gencine tadımlık yazmak istedim.
Bir bulut güzelliğinde bir duru su içiminde o da kim diye okumaya başlayınca, Elenaor Roosevelt bu yazıyla yeniden anımsanacak ve gönüllere akacaktır. Okuyanlar içinden “Vay bee!” diyecekler. Bu dünyadan böyle ele avuca daha doğrusu kabına sığmayan, insanlık adına büyük emekler veren kadınlar geçmiş.
Yazımı İnsan Hakları Bildirgesi ile adını dünyaya duyuran, gönül borcumuz olan Elenaor Roosevelt’in sözüyle noktalamak istiyorum:
“Kimse sizin izniniz olmadan, size kendinizi değersiz hissettiremez.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi