KUTUPLAŞTIRICI SİYASET AKP’Yİ KÜÇÜLTÜYOR

Kılıçdaroğlu gençlere yönelik “Gelecek aylarda her türlü provokasyona maruz kalacağız. Ne olursa olsun, kavga etmeyecekseniz. İnançlısı, inançsızı, imam hatiplisi, şortlusu, başörtülüsü” provokasyona gelmeyin diye uyarıda bulunurken, Karamollaoğlu da “seçimlere doğru giderken dini hassasiyetler üzerinden bir provokasyon yapılacağı endişesi taşıdığını” açıkladı. İktidar bu uyarıları dikkate alıp konunun üzerine gideceğine, her zamanki gibi tam tersini yapmayı benimsedi; 86 milyonun “can ve mal güvenliğinden sorumlu” İçişleri Bakanı Soylu üst perdeden “Yüz bin Kılıçdaroğlu gelse bunu başaramaz” diye meydan okuduğu gibi Kılıçdaroğlu’nu da “toplumu kaosa sürüklemekle” suçladı!

Sorunlar karşısında AKP iktidarının gerçeklerle yüzleşmekten kaçması sonucu değiştirmiyor, ekonomik kriz önüne ne katarsa sürüklüyor ve sonuç sokakta büyük dalgalanmalar yaratıyor. Erdoğan’ın inandırıcılığı büyük yaralar alıyor, şehir efsanesine dönüşen “yaparsa Erdoğan yapar” efsanesi de hızla sona doğru yaklaşıyor. Hem ekonomide, hem de siyasette!

Erdoğan ne söylerse söylesin kendi bakanı bile 5 Milyon ailenin yani yaklaşık 20 milyon kişinin, yani her 4 kişiden birinin su, elektrik, doğal gaz ve telefon faturalarını ödeyemediğini açıklıyor. İcra dosyalarının sayısı 24 milyon 77 bine ulaşıyor, üstelik bu sayı her gün 6 bin 700 kişi artıyor. Gelir dağılımında yaşanan büyük adaletsizlik parti tercihinden bağımsız olarak yoksullaşan, alım gücü düşen bütün seçmenleri doğrudan etkiliyor. Böyle bir dönemde Sedat Peker’in 15-16 aydır dile getirdiği mala çökme, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve rüşvet iddialarının, en son SPK Başkanına, Cumhurbaşkanı ve Başbakan danışmanlarına ulaşmasıyla birlikte iktidar bu alanda da mızrağı saklayacağı çuval bulamıyor. Peker’in iddiaları yalnızca muhalefet partileri tarafından kabullenilmekle kalmıyor, yapılan araştırmalar neredeyse her dört kişiden üçünün bu iddialara inandığını gösteriyor.

İktidarın ekonomik çözüm iddialarının havada kaldığı, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ayyuka çıktığı bir dönemde Kılıçdaroğlu’nun KYK, ÖTV, EYT, faiz ödemeleri gibi elle tutulur, somut ve can alıcı konuları gündeme taşıması ve bu sorunlara iktidarın çözüm için hemen refleks göstermesi ve “kaynak” bulmak zorunda kalması Erdoğan ve ekibini mutsuz ederken kamuoyu yoklamalarına yansıyacak kadar Kılıçdaroğlu’nun da etkisini arttırıyor. Erdoğan’ın en önemli özelliği olan inandırıcılık el değiştiriyor ve Kılıçdaroğlu’nun iş bilirliği ve inandırıcılığı artıyor…

Bu inandırıcılık ve etki, Erdoğan’ın ve AKP-MHP blokunun kutuplaştırma ısrarı karşısında Kılıçdaroğlu’nun ve 6’lı Masa’nın son açıklamasına da yansıdığı gibi “Bu topraklarda; toplumsal kutuplaşma son bulacak, toplumsal barış hakim olacak. Öfke ve nefret dili kaybedecek; nezaket ve karşılıklı saygı kazanacak” vurgusu, inandırıcılığı hem Kılıçdaroğlu hem de 6’lı masa lehine büyütüyor.

ASLA OY VERMEM!
Nitekim AKSOY Araştırma’nın en son araştırmasında bu gerçeğin sonuçlarını da açıkça görüyoruz. Bütün seçmen içinde CHP’ye “asla oy vermem” diyenlerin oranı yüzde 41,8 olurken, seçmenin yüzde 56,2’si AKP, yüzde 61,2’si de MHP için “asla oy vermem” diyor! (Bu oran İYİ Parti için yüzde 49,7, HDP için yüzde 79,5)

Bu sonuç aynı zamanda toplumda bir değişim ve dönüşüm isteğini de yansıtıyor. Çünkü toplumun ezici bir çoğunluğu yıllardır tekrarlanan yalnızca tarihi ve bazen de isimleri değişen kutuplaştırıcı, ötekileştirici siyasetten bıkmış durumda. İktidar değişen Türkiye resmini görmüyor, kentleşmenin birçok kavramı değiştirdiğini, özellikle dinin eski etkisinin kalmadığını görmek istemiyor. Erdoğan’ın “yüzde 30-70 dengesi” üzerine inşa etmek istediği “iki partili sistem” hayali biteli çok oldu, mecliste şu anda grubu olan beş partiyle birlikte tam 14 parti var. Bu nedenle söyleyen Erdoğan da olsa “Gezi kalkışmasında camide içki içildi, camilerimiz yakıldı” yalanı da “Milletimizin mukaddes değerlerine dil uzatıyorlar, provokasyonları ibadethanelerimizi ve imam hatiplerimizi hedef alacak şekilde büyüdü” söylemi de istenilen karşılığı bulmuyor. AKP bırakın kendi seçmenini, kendi kadrolarını bile bu söylemler karşısında konsolide edemiyor, nitekim dört gün önce tutuklanan Gülşen’in dört gün sonra ev hapsi de olsa tahliye edilmesi de bunu işaret ediyor. Aynı şey yasaklanan festivaller ve konserler için de geçerli. Toplum vicdanı bu tür keyfi ve yaşam tarzına müdahale eden yasakları kabul etmiyor, tıpkı Ankara’da hak arayan öğretmenlerin dövülmesinin büyük tepki toplaması gibi…

Aynı tepkiyi şimdi “Musa peygambere bakıyorsun, adamı da tarih bilmiyor, yok öyle birisi. Musevilerin kitabındaki Mısır’dan çıkış olayı da yok” dediği için “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlere alenen aşağılama” suçlamasıyla ve “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağrılan Prof. Dr. Celal Şengör için de yaşayarak göreceğiz. Halkın ezici bir bölümü Celal Hoca’nın yanında yer alacak. Çünkü sağından soluna muhalefet bir bütün olarak dini tartışmaların ve kutuplaşmanın çok dışında kendisini konumlandırmış durumda. Kılıçdaroğlu’nun ve Karamollaoğlu’nun son uyarıları da bu yüzden önemli! Etnik ve dini kimlikler üzerinden demokrasi çıkmaz, aslolan eşit yurttaşlıktır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necdet Saraç Arşivi