MADIMAK’TA TOPLANAN KALABALIK HİÇ DAĞILMADI!

Bugün istedikleri en önemli şey, bu katliamların unutulması ve hatta ‘normalleştirilmesi.’ Çok açık söylemek gerekiyor ki; katiller ve onları organize edenler ölüp gitse dahi, bir gün, bu kişilerin gıyaplarında olsa bile dava yeniden açılmalı ve adalet mutlaka sağlanmalıdır. Çünkü yaşananların hiçbiri sıradan ve normal değil. İşin Öz’ü; bu katliamlara ve acılara adalet gelene kadar; yapılan her kötülük sıradan, işlenen her suç normal ve yakmak için toplanan her kalabalık ‘meşru’ olmaya devam edecek.

Benim bu dünyada bir yerim olmadı,

Kuytu gövdemi saymazsak eğer.

Gövdem ki varla yok arası,

Hem varlığa, hem yokluğa değer.

Ama yüreğim hiç solmadı.

Bir gül koklayayım izin verin de.

Ben yaşama da, ölüme de inandım;

Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.

Çarşıları hep birlikte gezerdik;

Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.

İkisinin adını yanyana andım.

Bir soluk alayım izin verin de…”

(Metin Altıok-İzin Verin De)

Yaklaşık 15 bin kişiydiler. Madımak Otelinin etrafını sardılar. İçeride aydınlar, yazarlar, şairler, gençler ve otel emekçileri vardı. Saldırganlar, yanlarında getirdikleri benzin bidonlarıyla oteli ateşe verdi. Tam 8 saat boyunca asker ve polisler olanları izledi. “Şeriat isteriz, kahrolsun Laiklik. Yakın onları yakın, cehennem ateşi bu!” diye bağırdılar.

Organize kötülük ve cehalet harekete geçmiş, Türkiye’nin en önemli varlığı; yani bu ülkenin akıl damarları, bilgeliği, naifliği, düşünceleri, vizyonu; orada toplanan kalabalık tarafından yakılmıştı.   

Sivas Katliamından 3 gün sonra Erzincan Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde PKK tarafından kadın, çocuk, yaşlı dinlenmeden 33 sivil katledildi. Madımak’ta katledilen 33 aydına karşılık “33 kişiyi öldürdüklerini” savunan karanlık eller, ülkede iç savaş provası yapıyordu. Çünkü baskı, gericilik, yobazlık, zorbalık, mafya ve faşizm için kaos her zaman bulunmaz nimetti. Tarihte birçok kez bu karışıklığı ve kaosu çıkaranların bizzat onlar olduğu da biliniyor.  

Madımak’ta toplanıp aydınları ateşe verenler olaydan birkaç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi işlerine gittiler, dükkanlarını açtılar, düğün yaptılar, sünnet düzenlediler, güldüler, misafirliklere gittiler, tatile çıktılar, çocukları oldu, torunlarını sevdiler. Onlar için kötülük öyle sıradan hale gelmişti ki yapılanın tarihin en büyük alçaklığı olduğunu dahi umursamadılar. Sivas ve Başbağlar katliamlarından bu yana geçen 28 yılda 4 cumhurbaşkanı, 9 başbakan, 20 adalet bakanı değişti. Sanıklardan sadece 124 kişi yargılandı! Davanın 20’inci yılında “Hayırlı olsun” dendi ve dava düşürüldü.

Oysa Sivas Katliamı Davası insanlık suçuydu ve zamanaşımı olamazdı. Dolayısıyla önce insan yandı, sonra da insanlık!..

İçinde bulunduğumuz ‘malum’ şartlarda ne mi yapabiliriz? Bizlerin yapabileceği en güçlü ve en önemli şey unutmamak, unutturmamak ve katliamlarla bu linç zihniyetini ‘normalleştirmemek’!..

O günden bu yana tam on bin iki yüz yirmi iki gündür adalet peşindeyiz! Adalet aradığımız için; acımızı dile getirdiğimiz, bizi yönetenlerin adaletsizlikleriyle bize yaşattıklarını toplumun vicdanına sunduğumuz için, haksızlığı ifşa ettiğimiz, direndiğimiz için işimizden oluyoruz, yargılanıyoruz, hedef gösteriliyoruz, can veriyoruz. Her şeye rağmen şu anda da yarın da şunu söyleyeceğiz; “Ne olursa olsun, susmayacağız!”

Bugün istedikleri en önemli şey bu katliamların unutulması ve hatta ‘normalleştirilmesi.’ Çok açık söylemek gerekiyor ki; katiller ve onları organize edenler ölüp gitse dahi, bir gün, bu kişilerin gıyaplarında bile olsa dava yeniden açılmalı ve adalet mutlaka sağlanmalıdır. Çünkü yaşananların hiçbiri sıradan ve normal değil. İşin Öz’ü şu ki bu katliamlara ve acılara adalet gelene kadar; yapılan her kötülük sıradan, işlenen her suç normal ve yakmak için toplanan her kalabalık ‘meşru’ olmaya devam edecek.

28 yıl sonra yaşananları ve ‘yaşan(a)mayanları’ Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan ile konuştuk:

Sivas Katliamı üzerinden tam 28 yıl geçti. 28 yıl sonra neredeyiz?

Zeynep Altıok Akatlı: Adaletsizlik ve cezasızlık adeta bir düzen ve rejim haline geldi. İktidarın kutuplaştırma dili ve politikası ülkede çok daha derin yaralara yol açıyor. Ben, aradan geçen 28 yıl boyunca, ayrıca milletvekilliğim döneminde de adalet aradım. O günden bu yana tam on bin iki yüz yirmi iki gündür adalet peşindeyiz! Bunca yıllık bir adaletsizlik süreci ve iki ayrı dava var. Bunun birisi “Hayırlı Olsun” denilerek 2012’de zaman aşımına uğratıldı. Firariler var ama bulunamıyorlar! Bu katliamcıların serbest kalması için birçok hazırlık yapıldı. Yandaş medyada kirli propaganda yapıldı, katiller kutsandı. Hatta öyle ki katliamcılardan birisini yandaş medyada manşete taşıyıp ona “mağdur edildi” bile dediler!.. Sanıkları savunanlar bakan, milletvekili, belediye başkanı yapıldı. Yani hepsi ödüllendirildi.

Madımak Katliamından 3 gün sonra da Başbağlar Katliamı yaşandı. O da tıpkı Sivas Katliamı Davası gibi karanlıkta bırakıldı.

Z.A.A.: Temmuz’un acısı, acıları hiç bitmiyor… Acıları yarıştırmadan ve kıyaslamadan adalet istiyoruz. Sivas’ın da acısını paylaşacağız, Başbağlar’ın da yasına ortak olacağız. İnsanlığa karşı işlenen suçların tamamına bütün insanlık olarak karşı duracağız. Hepsi için adalet isteyeceğiz.

Sivas Katliamı Davası başta olmak üzere; insanlık suçlarında adaletin yerini bulmamasının ne tür yansımaları oldu?

Z.A.A.: Sivas Katliamı’nın 28.yılında bir mafya lideri Alevilerin yeniden hedef alınacağı büyük bir katliam planlandığını iddia etti. Üstü örtülü katliamlar, devlet içinde karanlık yapılanmalar, azmettirilen katiller, yolsuzluklar ile ilgili çok ciddi iddialar bir mafya liderinin ifşasıyla gündem oldu. Ancak halen yaprak kıpırdamadı!

Öncelikle cezasızlık teşvik edildi. Yani birileri çıkıp “Onun bu davranışı beğenmedim, şunun siyasetini sevmedim, öbürünün mezhebi kötü, diğerinin tercihi yanlış!” diyerek kolay kolay can almaya devam etti. Ayrıca bu kadar kadın öldürülemezdi. İzmir’de Deniz Poyraz da katledilmezdi. Çünkü onlar bu cezasızlığa güveniyor. Kendi kendilerini infaz etme memuru atadılar. Hukuk da işlemiyorlar. Onun için, yani adalet işleyebilmesi için başka bir hukuksal düzen kuruldu açıkça. Babamı ‘Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’ diye gelen gerici yobazlar, şeriat istiyoruz diyenler öldürdü. Firar edenler var, Emniyet’in karşısında yıllarca yaşayan, kırmızı bültenle arananlar var. Kaçak olanlar askere gitti çocukları oldu. Hapishanedeyken çocuğu olanlar var. Tutuklu gazeteciler çocuğuna dokunamazken, onların hapishanede çocukları oldu. Sivas Davası nasıl zamanaşımına uğratıldıysa aynı şekilde Sivas Katliamı ile ilgili Meclis çatısı altında sorulan sorular ve verilen önergeler de zamanaşımına uğratıldı. Bu da adeta kötülüğü sıradanlaştırdı ve ödüllendirdi.

On bin iki yüz yirmi iki gündür adalet aranıyor. Tam on bin iki yüz yirmi iki gün Metin Altıok’suz geçen zaman…

Z.A.A: Bu yıl babamın öldüğü yaştayım. On sekiz bin dokuz yüz seksen günlük ömrümün yarısından fazlası bir yanım hep eksik, içimde daimi bir sızıyla geçirdim. Yeni acılara uyandığımız her günü en sarsıcı şekliyle yaşıyoruz. Adalet aradığımız için; acımızı dile getirdiğimiz, bizi yönetenlerin adaletsizlikleriyle bize yaşattıklarını toplumun vicdanına sunduğumuz için, haksızlığı ifşa ettiğimiz, direndiğimiz için işimizden oluyoruz, yargılanıyoruz, hedef gösteriliyoruz, can veriyoruz. Her şeye rağmen şu anda da yarın da şunu söyleyeceğiz; “olsun susmayacağız!”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Çubuk’ta katledilmek istendi. Hatta girdikleri evin etrafından birisi “Yakın, ateşe verin evi” diye bağırıyordu. Açıkçası Sivas Katliamı’nda toplanan kalabalık hiç dağılmadı!

Sivas Katliamı, ardından Başbağlar Katliamı ve diğer insanlık suçları aydınlatılabilse ve adalet yerine gelseydi nasıl bir Türkiye’ye uyanırdık?  

Eren Aysan: Eğer Sivas Katliamı ve diğer bütün insanlık suçlarıyla ilgili davalar adil bir şekilde sonuçlandırılsaydı; yani adalet ve hukuk işletilseydi ve gerçekler aydınlatılsaydı çok daha farklı bir ülkede yaşıyor olacaktık. Bu davalara adalet gelseydi bu ülkede asla başka linç eylemleri yaşanamazdı. Bakın linç, adeta bir davranış kalıbı, bir kültür oldu. Havalimanında Barbaros Şansal linç girişimiyle karşı karşıya kaldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Çubuk’ta katledilmek istendi. Hatta girdikleri evin etrafından birisi “Yakın, ateşe verin evi” diye bağırıyordu. Açıkçası Sivas Katliamı’nda toplanan kalabalık hiç dağılmadı! Yine aynı şekilde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Rize’de linç edilmek istendi, evi basıldı. Malatya’da bir vatandaşın evini sardılar o aile zor kurtuldu. Bunun örnekleri hep yaşanıyor. Bunların yeniden oluşmaması adına bir çaba ve politik, toplumsal bir süreç götürmek gerekiyor. Önümüzdeki süreçte başka linç girişimleri de yaşanabilir. Parti binalarına saldırılar, katledilen kadınlar var. Bunlar hep aynı karanlık kafalardan çıkan yansımalar. Cezasızlık, adaletsizlik ve yapanın yanına kar kalmasından cesaret alanlar var. Bakın mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nu linç etmek isteyenlerin evine gidildi ve bazı siyasi parti ilçe yöneticileri o saldırganın elini öperken fotoğraf çektirdi. Bunlar hep benzer şeyler. Hrant Dink katliamından sonra da saldırganla fotoğraf çektirenler hâlâ hafızalarda değil mi?

Bu saldırıların, linç kültürünün panzehri nedir?

E.A.: Adil ve demokratik bir rejim. Öncelikle bu. Ayrıca toplumda bilim aklını, sanatı ve vicdan değerlerini kalıcı hale getirmemiz gerekiyor. Ne acı ki bu sistemli saldırılar, kendi bekalarını güçlendirmek için bir kesimin çabasıyla başlayıp hepimizin temeline dinamit koyuyor. Bu linçle herkes her an karşı karşıya kalabilir. Toplumsal belleğimizi derin ve güncel tutmamız gerekiyor. Bu acılar unutuldukça, cezasız kaldıkça yaşanmış katliamlar kendilerini tekrarlıyor ve yaşamaya devam ediyor.

“Kırgınım/ Saçılmış bir nar gibiyim/ Sessiz akan bir ırmağım geceden/ Git dersen giderim / Kal dersen kalırım / Aynı gökyüzü aynı keder/ Değişen bir şey yok ki/ Gidip yağmurlara durayım/ Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım / Belki sararmış eski resimlerde kalırım / Belki esmer bir çocuğun dilinde / Bütün derinlikler sığ/ sözcüklerin hepsi iğreti / Değişen bir şey yok hiç/ Ölüm hariç / Aynı gökyüzü aynı keder”

(Behçet Aysan- Bir Eflatun Ölüm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi