Emre Tansu Keten

Emre Tansu Keten

Nefret söylemi ve sosyal medya

Böyle bir siyasi atmosferde, Alman yasası birebir kopyalansa bile, bunun, sınırları belirsiz bir suç kavramıyla ve seçici bir işleyişle dört başı mamur bir sansür yasası olarak çalışacağı şüphe götürmez. Bu yasanın engellemeyeceği tek şey ise nefret söylemi olacaktır. Çünkü AKP’nin toplumsal kutuplaştırma siyaseti, tam da bu nefret söylemini besleyen kaynaktır.

Dünya genelinde, ülke içindeki kimlikleri birbirinin karşısına konumlandırarak ve toplumsal kutuplaştırmayı kaşıyarak iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışan popülist liderlerin güç kazanmasıyla doğru orantılı olarak sosyal medyada ırkçı, faşist, kadın ve göçmen düşmanı histeri artıyor. Toplumsal hareketlerin son yıllarda temel mücadele başlıklarından birisi bu nefret söylemi alanının kontrol altına alınması talebi oldu diyebiliriz.
Yaratılan bu baskı sonucu birçok sosyal medya platformu, iyice sivrilen aşırı sağcı isimlerin hesaplarını engellemek zorunda kaldı. Örneğin geçtimiz haftalarda Youtube beyaz üstünlükçü Richard Spencer ve David Duke’un kanallarını kapattı. Reddit iki binden fazla aşırı sağcı başlığı engellediğini duyurdu. Eleştirilerin yoğunlukla yöneldiği isim olan Zuckerberg ise geçtiğimiz hafta sivil haklar mücadelesinin liderleriyle bir toplantı düzenledi. Trump’ın, ABD’deki isyan dalgası sırasında paylaştığı şiddet çağrısı yapan mesajları, Twitter’ın aksine, herhangi bir şerh düşmeden olduğu gibi bırakan Facebook’un sahibi, sivil haklar mücadelesi liderlerine saatlerce vaaz verip, hiçbir gerçekçi vaatte bulunmadan bir şov yapmış oldu.
Nefret söylemiyle “mücadele”
Sosyal medyada üretilen nefret söylemine karşı aslında iki odaktan somut adımlar bekleniyor. Birincisi, tabii ki, bu platform sahipleri. Platform içerisinde geliştirilen mekanizmalarla nefret söyleminin engellenmesi, bunu üreten hesapların silinmesi, bunların yaygınlaşmasının önüne geçilmesi talep ediliyor. Bu konuda özellikle Twitter’ın bazı adımlar attığı biliniyor. Ancak bunlar etkili olmaktan uzak. Bunun birinci sebebi, bu şirketlerin, içerikten çok dolaşıma, yani para kazanmaya odaklanmaları. Örneğin, Twitter için platformda dolaşıma giren içeriğin kaliteli olması değil sayıca fazla olması önemli. Ne kadar paylaşım o kadar veri, ne kadar veri o kadar para. Bu nedenle Twitter dönem dönem binlerce Troll hesabını uçursa da, Facebook yalan haberlere karşı doğrulama şirketleriyle anlaşsa da, bunlar görünüşü düzeltmeye yönelik makyaj çalışmalarından öteye gidemiyor.

2 milyar insanın kullandığı platformların tek bir sahibinin olması (Zuckerberg) gerçekten büyük bir saçmalık. Bir insana bu denli güç bahşedilmesi, siber uzamın bir mücadele alanı olacağını, insanlığın gasp edilen ortak varlığını kazanmak için bu tekellerle savaşması gerektiğini gösteriyor. Ancak bunu bahane edip, kendi diktasını güçlendirmek için harekete geçenlere karşı da uyanık olmalıyız.


Bu konuda yaşanan diğer bir zorluk ise sosyal medyanın yapısı itibariyle içeriklerin denetlenmesinin zor olması. Dünya genelinde, dakikada 500 bin tweet atıldığı düşünüldüğünde, bu tweetleri denetleyecek, bunların gerçekten nefret söylemi olup olmadığına karar verebilecek bir mekanizmanın nasıl mümkün olacağı bilinmiyor. Burada kullanıcıların şikâyetlerine çok iş düşse de, bu şikâyet mekanizması da, insanların karşıt görüşlü insanların bütün mesajlarını şikâyet etmesiyle işlemez bir hale geliyor. Bu nedenle çok paylaşılan, kendi alanında öne çıkan ve gündem olmuş isimler engellenirken, nefret söylemi yüzbinlerce az takipçili hesapta yaşamaya devam ediyor.
almanya’yı
“örnek” almak
Nefret söylemine karşı aksiyon beklenen diğer bir odak ise devletler. Devletlerin burada gerçekleştirilen nefret suçlarına karşı yasalarını düzenlemesi, bunları üretenlere karşı yasal yaptırımlar uygulaması bekleniyor. AKP’nin, hazırlıklarını yaptığı sosyal medya yasası için adres gösterdiği, Alman sosyal medya yasası burada öne çıkıyor. Özellikle neo-nazi grupların sözünün yayılmasını engellemek için çıkartılan bu yasaya göre, kullanıcı sayısı iki milyonu geçen platformlar Almanya’da bir temsilci bulundurmak zorunda. Suç teşkil eden içeriklerin 24 saat içerisinde silinmemesi durumunda ilgili şirketlere elli milyon Euroya kadar para cezası verilebiliyor. Ayrıca kullanıcıların, kendi kişilik haklarının ihlal edildiği durumlarda yaptığı şikâyetler de cevaplanmak zorunda. Şirketler yetkili makamlara yılda iki kez, kaç içerik sildikleri, bunların hangi suç kapsamına girdiği gibi bilgileri içeren bir rapor sunmakla da yükümlü.
Nefret söyleminin bulandırdığı böyle bir ortamda devletlerin üstüne yüklenen bu sorumluluk, birçok sağcı lider için Allah’ın lütfu aslında. AKP’nin Alman yasasını örnek gösterip, bir sansür yasasını meşrulaştırmak istemesi bunun bir örneği. Sosyal medyadaki nefret söyleminin büyük bir oranda sorumlusu AKP kitlesiyken, LGBT+’lar, kadın siyasetçi ve gazeteciler, çeşitli muhalif isimler nefret söyleminin muhatabı olur, ölüm ve tecavüz tehdidi alırken, AKP bu tehlikenin sorumlusu olarak muhalefeti işaret ediyor. Tıpkı Trump’ın yalan haberin müsebbibi olarak muhaliflerini göstermesi gibi.
Böyle bir siyasi atmosferde, Alman yasası birebir kopyalansa bile, bunun, sınırları belirsiz bir suç kavramıyla ve seçici bir işleyişle dört başı mamur bir sansür yasası olarak çalışacağı şüphe götürmez. Bu yasanın engellemeyeceği tek şey ise nefret söylemi olacaktır. Çünkü AKP’nin toplumsal kutuplaştırma siyaseti, tam da bu nefret söylemini besleyen kaynaktır. Nefretin sosyal medyada görünür olmasından daha büyük sorun, bu nefretin iktidarın tepelerinden teşvik ediliyor, cesaretlendiriliyor olmasıdır. Bu nedenle iktidarın tehlike gördüğü yer LGBT+’ları, kadınları, Ermenileri hedef gösteren nefret söylemi değil, mevcut yönetimden rahatsız olan ve sayısı git gide artan insanların ürettiği sözdür. Kendi yarattığı kirlilikten şikâyet edip, bunu karşıtlarını susturmak için kullanmak alışkın olduğumuz bir AKP yöntemi.
Evet nefret söylemi, küresel olarak, insanlık için bir tehdittir. Ancak bu söylemi ve aşırı sağcı hareketleri ortaya çıkaran ya da güçlendiren sosyal medyanın icadı olmadı. Bu platformlar gerçek hayatta egemen olan siyasetin bir yansıması sadece. Bu sorunun üstesinden ancak siyasi mücadele ile gelinebilir. Mevcut durumu düşünürsek, 2 milyar insanın kullandığı platformların tek bir sahibinin olması (Zuckerberg) gerçekten büyük bir saçmalık. Bir insana bu denli güç bahşedilmesi, siber uzamın bir mücadele alanı olacağını, insanlığın gasp edilen ortak varlığını kazanmak için bu tekellerle savaşması gerektiğini gösteriyor. Ancak bunu bahane edip, kendi diktasını güçlendirmek için harekete geçenlere karşı da uyanık olmalıyız. Sonuç olarak, kimlikler arasında düşmanlık yaratan liderlerle, tek amaçları para kazanmak olan sosyal medya şirketleri arasında kategorik olarak bir çıkar çatışması yok. Trump ve Zuckerberg ilişkisi bunun en iyi örneği.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Tansu Keten Arşivi