AB Genişleme Politikasına Geri Dönüyor

AB Genişleme Politikasına Geri Dönüyor
Kulağa tuhaf da gelse AB’nin gelmiş geçmiş en başarılı politikası geçtiğimiz 10 yılda, Brüksel’de pek tutulmadı. Birliğin siyasi ve idari kurumlarının bakış açısıysa artık değişiyor. AB genişlemesi yeniden gündemde,...

Kulağa tuhaf da gelse AB’nin gelmiş geçmiş en başarılı politikası geçtiğimiz 10 yılda, Brüksel’de pek tutulmadı. Birliğin siyasi ve idari kurumlarının bakış açısıysa artık değişiyor. AB genişlemesi yeniden gündemde, gündemde kalmayı da sürdürecek.

AB’nin genişlemesi ve evrimi Avrupa’yı köklü bir şekilde değiştirdi. Altı üyeden oluşan Birliğin günümüzde 27 üyesi var. Başlarda, 20’nci yüzyılın ortalarında, Fransız-Alman uzlaşmasını kolaylaştırmak için kurulmuş olsa da Yunanistan, Portekiz ve İspanya’daki diktatörlüklerin yıkılmasının ardından Güney Avrupa’da demokrasiyi güvence altına almanın aracı haline geldi. Komünizmin çöküşünden sonra ise AB genişlemesi Orta ve Doğu Avrupa’nın büyük bir bölümünü temelden dönüştürdü.

AB refahını, insanların, malların, fikirlerin ve sermayenin serbestçe hareket edebildiği ve eski sınır ve bariyerlerin birçoğunun yavaş yavaş ortadan kalktığı geniş iç pazarına borçludur. Avrupa’nın genişlemesi ve entegrasyonu her zaman kolay olmadı ve bu tamamlanmış bir süreç de değildir. Yine de genel olarak bakıldığında olağanüstü bir başarı.

Başarısına rağmen genişleme nadiren popüler oldu. Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun siyasi çevrelerinde kurumsal sorunlar, bütçedeki olumsuzluklar ve statükonun bozulması hakkında şikâyetler her zaman vardı.  

Bazı önemli üyelerce de paylaşılan bu gibi şikâyetler, AB genişleme sürecinin 10 yıl kadar önce neden durduğunu açıklamaya yardımcı oluyor. Kabul edilen son yeni üye Hırvatistan’dı. 2013’te kabul edildi. Bu süreçte Batı Balkanlar’ın kalanı, 20 yıl önce aldıkları resmî davete rağmen dışarıda bırakıldı (tabii bu ülkelerin bazıları katılım süreçlerinin ilerletilmesine pek de yardımcı olmadı).

Ancak günümüzde, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı bu durumu değiştiriyor. Ukrayna işgalden sadece birkaç gün sonra AB üyeliği için başvuruda bulundu. AB de rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede Ukrayna’nın adaylık statüsünü tanıdı. Daha önce akla hayale gelmeyecek bir şey, birdenbire stratejik gereklilik halini aldı. 2024’ün Haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonraki Avrupa Komisyonu’nun en önemli önceliklerinden birinin genişleme olması bekleniyor.

Bu değişimin riskleri de beraberinde getireceği bir gerçek. Ukrayna’nın katılım süreci, 1990’lardaki Yugoslavya Savaşları sonrasında Batı Balkan ülkelerinin katılım süreçleri gibi durabilir de. Yine de durumun bu kez farklı olduğunu düşünmek için iyi bir neden var. Ne de olsa Ukrayna’yı Birliğe dahil etmemek Avrupa’nın güvenliğini tehlikeye atar ve bu da AB için stratejik bir felaket anlamına gelir.

Zorlu Üyelik Süreci

AB üyeliği basit bir mesele değildir. En iyi haliyle AB müktesebatının 35 faslında yer alan tüm kural ve düzenlemelerin müzakere edilmiş bir biçimde sunulması olarak anlaşılabilecek uzun ve detaylı görüşmeleri gerektirir. Süreç sıkıcı, karmaşık ve kaçınılmazdır. Hiçbir kestirme yol yoktur. İlk altı üyeden sonra Birliğe katılan ülkeler ortalama olarak dört yıl boyunca müzakere yürüttü. Finlandiya ve İsveç tüm fasılları rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede, iki yılda kapatırken, Portekiz ve İspanya’nın adaylık süreçleri tarım politikalarıyla ilgili güçlükler nedeniyle altı yıl kadar sürdü.

Avrupa Komisyonu şimdi bir sonraki adımın ne olması gerektiğini değerlendiriyor. Ekim ayında da bu konuda bir rapor yayınlaması bekleniyor. Komisyon, katılım müzakerelerine devam edilmesini tavsiyesinde bulunur, Avrupa Konseyi de Aralık ayında toplandığında bu tavsiyeye uymayı kabul ederse 2024 gibi hem Ukrayna hem de Moldova ile müzakereler başlayabilir. Bu gerçekleşirse, müzakerelerin müteakip Komisyon’un beş yıllık dönemi içinde sonuçlandırılması ihtimali de olur.

Ancak çok sayıda engel var. Ukrayna’nın reform ivmesini sürdürmesi ve AB’nin de genişlemenin beraberinde getirdiği çeşitli kurumsal sorunları ve bütçe zorluklarını yönetmesi gerekecek. Bunlar hazırlıklı olunursa aşılabilir. İspanya’nın 1986’daki ve Polonya’nın 2004’teki katılımları, uzun geçiş dönemleri ve hassas konuların dikkatli bir şekilde yönetilmesini gerektirmişti ancak iki ülke de nihayetinde başarılı olmuştu.

Ukrayna coğrafi olarak büyük ancak diğer pek çok açıdan küçük bir ülke. Nüfus açısından (yakın zamanda Birlik’ten ayrılan) Birleşik Krallık’tan önemli ölçüde küçük, Polonya ve İspanya’ya yakın nüfusa sahip bir ülke. Ekonomisi önemli ölçüde daha zayıf. Kişi başına düşen GSYİH’si, savaştan önce bile, AB ortalamasının üçte birinden azdı. İşgalden bu yana kabaca üçte bir oranında bir kayıp daha yaşadı. Dolayısıyla Ukrayna’yı AB’ye dahil etmek önemli bir bütçe yükü getirecektir ki bu da yeterli hazırlık ve siyasi irade gerektiğini vurguluyor.

Geleceğe bakıldığında, Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerinin başlatılması, Batı Balkan ülkeleriyle müzakerelerin yenilenmesi çağrılarına da yol açabilir. Bu açmaz aşılırsa AB, 10 yıl içinde 35 üye ülkenin dahil olduğu bir yapı olma yoluna girebilir. 

Daha önceki genişleme dalgalarına hep AB’nin zayıflayacağı korkusunun eşlik ettiğini hatırlamakta fayda var. Oysa Birlik her genişlediğinde daha da güçlendi. AB genişledikçe dünya sahnesinde daha etkili ve önemli hale geldi. Bugün de yeni üyelerin eklenmesinin farklı bir sonuç doğuracağını düşünmeyi gerektirecek herhangi bir neden yok. Ancak bu süreç, Avrupa ilkeleri ve standartlarını koruyacak şekilde dikkatle yönetilmeli. AB genişlemesinin bir sonraki aşamasının nasıl ele alınacağı, önümüzdeki on yıllar boyunca Avrupa’nın kaderini belirleyecek.

Bu yazı, Project Syndicate sitesinde yayımlanmış olup Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.