Ahmet Yusuf Özdemir yazdı: ‘İntifada’dan ‘Aksa Tufanı’na Hamas’ın dönüşümü

Ahmet Yusuf Özdemir yazdı: ‘İntifada’dan ‘Aksa Tufanı’na Hamas’ın dönüşümü
Arap dünyası Filistin-İsrail krizi özelinde ilk modern şoku, Mısır’ın İsrail ile 1978’de imzaladığı Camp David anlaşmasıyla başlattığı “normalleşme” bağlamında yaşamıştı. Hamas, bu huzursuzluk döneminde taban...

Arap dünyası Filistin-İsrail krizi özelinde ilk modern şoku, Mısır’ın İsrail ile 1978’de imzaladığı Camp David anlaşmasıyla başlattığı “normalleşme” bağlamında yaşamıştı. Hamas, bu huzursuzluk döneminde taban buldu. İkinci kırılma ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında en kapsamlı grup olan ve Filistin direnişinin sembolü haline gelen el-Fetih lideri Yaser Arafat’ın 1993’te Oslo Anlaşması’nı imzalamasıyla meydana geldi.

7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e yönelik gerçekleştirilen saldırılar, bölgede uzun bir süredir ilginin azalmaya başladığı bir meseleyi, genelde Filistin sorunu özelde ise Gazze ablukasını uluslararası kamuoyunun tekrar gündemine taşıdı. Filistin ve Gazze sorunu, çoğu zaman şiddet içeren bir şekilde dikkatleri üstüne çeken bir konu olmayı sürdürüyor. Ancak 7 Ekim saldırısı 100 yıla yakındır yaşanan çatışmalardan farklı unsurlar barındırıyor ve tarihi bir kırılmanın ilk adımı olarak görülüyor. Önceki dönemlerde yaşanan füze saldırısı veya intihar saldırısı yerine seçili hedeflere gerçekleştirilen silahlı eylemler söz konusu. Bu duruma sivillere yönelik saldırı iddiaları ve rehin alma benzeri stratejiler de eklenince operasyonun karmaşıklığı kendisini belli ediyor.

Gazze’yi 2006 yılından beri idaresinde bulunduran Hamas ve silahlı kanadı Şehit İzzettin el-Kassam Tugayları bölgedeki en kapsamlı ve tecrübeli yapı olması nedeniyle dikkatleri üzerine çekti ve son yaşanan kriz şimdiden Hamas-İsrail savaşı olarak zihinlere kazınmaya başladı. Bunda elbette cephane kapasitesinin genişliği ve İsrail’e yapılan füze saldırılarının büyük çoğunluğunun el-Kassam Tugayları tarafından üstleniliyor olması da etkili bir unsur. İsrail’in saldırıya karşı başlattığı orantısız karşı güç ile süregelen karmaşanın ardından, Hamas’ın siyasi kanadı olarak ifade edebileceğimiz Halid Meşal’in yaptığı açıklamada “Saldırıyı televizyondan öğrendik” şeklindeki ifade kafaları daha da karıştırmaya yetti. Peki gerçekten neler oluyordu? Hamas bu hareketiyle neyi amaçlıyordu? Sahiden de Meşal’in bu saldırıdan haberi yok muydu? Eğer söylediği politik bir açıklama değilse böyle bir şey nasıl olabilirdi? Bütün bu soruların cevaplarının, filmi başa sararak tekrar izlediğimizde detaylarda gizlenmiş olduğunu göreceğiz.

Hamas’ı Doğuran Filistin

Hamas’ı tarihin ve siyasetin doğru tarafına konumlandırarak başlamakta yarar var. Hamas, içinde çok farklı düşünce ve hareketi barındırabilen “İslamcılık” çatı kavramı içerisinde kendisine yer bulsa da sahip olduğu kendine özgülük belirli ayrıştırmaları gerekli kılıyor. Arap ülkelerinin hemen her birinde olduğu gibi Hasan el-Benna’nın Mısır’da kurduğu Müslüman Kardeşler hareketinin Filistin’de de etkileri vardı. Bu durum öyle bir seviyeye geliyordu ki Müslüman Kardeşler tarihinde ilk defa gönüllülerinin silahlı bir mücadeleye katıldığı tek cephenin 1936-39 yıllarında Filistin olması, bölgeyi ayrıcalıklı konuma koyuyor. Ancak tarihi veriler de gösteriyor ki İslami hareketler nispeten geç bir tarih olan 1976 yılında Şeyh Ahmed Yasin tarafından kurulan İslam Derneği ile kurumsal bir yapı halini almıştır. Bu aşamada daha ziyade hayır kurumu, sosyal faaliyetler ve dini eğitimi ön plana çıkaran dernek, kısa sürede Filistin’in de içerisinde bulunduğu duruma adapte olmayı tercih etti. Öyle ki Müslüman Kardeşler’in mevcut düzenin değişebilmesi için öncelikle toplumun “İslamlaşması” gerektiği düşüncesine olabildiğince sadık kalan Ahmed Yasin, grup içerisinde ayrılıklara dahi neden olacaktı. 1981 yılında ayrılan bir grup İslami Cihad hareketini kurarak silahlı direnişin İslami temellerde yürütülmesinin ateşli savunucusu olmaya başlayacaktı.

İsrail-Filistin çatışmasının tam kalbinde, Gazze’de ve 1987’nin son aylarında patlak veren Birinci İntifada şartlarında Şeyh Ahmed Yasin, beraberindekilerle birlikte özgürleşme için Filistin’in yeniden “İslamlaşması” yaklaşımından uzaklaşarak direnişi önceleyen bir söylem tercih etti. Lidersiz ancak Filistin halkının neredeyse tamamını içine alacak bir eylemler silsilesi başlatan İntifada ortamında kurulan bir yapı olarak Hamas, bir direniş hareketi olarak diğer gruplara karşı alternatif olma iddiasındaydı. Hamas kurulduğu tarihlerde Filistin davasının uzun dönem temsilciliğini yapan, başta el-Fetih olmak üzere, o dönemde diğer Arap cumhuriyetlerinde de etkin ideolojik unsur olan Arap milliyetçisi ve sol yapılardı. Elbette Hamas Filistin direniş sahasında tek İslami söyleme sahip grup değildi ancak kitleselleşmesi bakımından kurulduğu günden bugüne Filistin direnişinin İslamcılaştırılmasının en önemli aktörü olma özelliğini korudu.

Arap dünyası Filistin-İsrail krizi özelinde ilk modern şoku, Mısır’ın İsrail ile 1978’de imzaladığı Camp David anlaşmasıyla başlattığı “normalleşme” bağlamında yaşamıştı. Hamas’ın bu huzursuzluk döneminde taban bulduğunu akıllardan çıkarmamak gerekir. İkinci ve belki de daha büyük kırılma ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında en kapsamlı grup olan ve Filistin direnişinin sembolü haline gelen el-Fetih lideri Yaser Arafat’ın 1993’te Oslo Anlaşması’nı imzalamasıyla meydana geldi. İntifada süreci devam ederken, 1988 gibi erken bir dönemde İsrail ile barış görüşmelerine başlama sinyalleri veren Arafat ile Filistin halk tabanı arasında oluşan ayrım, Hamas başta olmak üzere sürecin farklı bir çözümünü savunan örgütlerin boşluğu doldurması ile sonuçlanacaktı. Dolayısıyla Hamas artık sadece İsrail işgal rejimine değil FKÖ idaresine karşı da direnişini giderek artırmaya başladı.

1987’de yayınladığı tüzüğünde milliyetçiliği dini inanışın parçası olarak gördüğünü vurgulayan Hamas, “Milliyetçilikte hiçbir şeyin, bir düşmanın Müslüman topraklarına ayak basması durumundan daha anlamlı ve derin” olmadığının altını çizmektedir. Bu haliyle Filistin’e olan vurgusuyla “Küresel Cihad” olarak nitelendirilen devlet üstü bir çağrıdan uzaklaşıyor. Bu bağlamda çarpıcı bir örnek, Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali döneminde kaleme aldığı ve kendisinden sonra gelen silahlı mücadeleyi öncelikli yöntem biçimi olarak benimseyen İslami söyleme sahip grupların cihat anlayışını derinden etkileyen Filistinli yazar Abdullah Azzam’ın Hamas’a destek vermesidir. Hamas, bu yakınlığa karşın, el-Kaide ve daha sonrasında IŞİD gibi küresel ölçekli projeleri olan örgütlerle arasına mesafe koymuş ve Filistin ekseninin ötesinde kurumsallaşan bir dava sürdürmemiştir.

Radikalleşme ve Kalkınma Arasında Hamas

Bu ideolojik arka planı akılda tutarak bugüne geldiğimizde ise Hamas’ın 2006 yılında Gazze’de yapılan seçimlerle bölgede iktidar olması, başta İsrail olmak üzere Batı kamuoyunda bir tehdit olarak algılandı ve Gazze ablukası bilfiil başlatılmış oldu. İnsan hareketliliğinin olabildiğince sınırlandırıldığı, bölgeye giriş-çıkışların İsrail iznine tabi olduğu Gazze’de Hamas’ın önünde iki sorun belirecekti, siyasi radikalleşme ve ekonomik kalkınma.

Siyasi radikalleşme ile mücadelede Hamas, Gazze’de bulunan neredeyse bütün gruplara tavrını İsrail’e olan bakışlarına göre belirleme yolunu tercih etti. Öyle ki sadece İsrail’e karşı olmak yetmez, aynı zamanda sınırlarını Hamas’ın çizdiği silahı direnişi desteklemeli, çekimser ve pasifist bir tutum içine girmemeliydiler. Bu durum belli noktalarda Hamas’ı, Gazze’deki İslami davet çalışmalarında bulunan ve (Ceyş el-İslam, Ceyş el-Umma, Cund Ensarullah, el-Tevhid vel- Cihad bunlar arasında sayılabilir) Selefi yorumu benimsemiş gruplara yönelik şiddete varan baskılama yoluna sevk etti. Şiddetin doruk noktasına ulaştığı örneklerden birisi, Ağustos 2009 yılında Cund Ensarullah ve Hamas arasında yaşanan ve 22 kişinin ölümü ile sonuçlanan çatışmaydı. Birer birer bu şekilde önündeki siyasi engelleri aşmaya gayret gösteren ve Gazze’nin mevcut durumunu kabullenmek yerine ablukanın kaldırılmasını hedefleyen Hamas idaresi, kendisine bağlı İzzettin el-Kassam Tugayları ile esas hedefine, İsrail’e odaklanmaya gayret gösteriyordu.

Söz konusu kalkınma olunca abluka altına alınmış bir Gazze’de Hamas’ın önünde iki seçenek bulunduğu söylenebilir. Bunlardan birisi Gazze’nin ellerinden geldiğince yaşanabilir bir bölge olmasına gayret etmekti. Ancak bu tercih işgal rejiminin statükosunu doğrudan veya dolaylı olarak kabul etmek anlamına gelecekti. Diğer yandan, başlatılan abluka ve Gazze’ye girişlerine izin verilmeyen malzemelerin insanların yaşam standartlarını artırmaya yetecek seviyelerde olmadığı da bir gerçek. Filistinlilere yardım amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) 2012 yılında kaleme aldığı raporun başlığını “2020’de Gazze’de” şeklinde atıyor ve alt başlıkta ise çarpıcı bir soru soruyordu; “Yaşanılabilir bir yer mi?” Raporun sonuç kısmından bir alıntı durumun vahametini gözler önüne seriyor; “Güvenli içme suyu kaynaklarına neredeyse hiç güvenilir erişim olmayacak, sağlık ve eğitim standartları düşmeye devam edecek ve herkes için uygun fiyatlı ve güvenilir elektrik vizyonu çoğu kişi için uzak bir anı haline gelecek. Zaten yüksek sayıdaki yoksul, dışlanmış ve gıda sıkıntısı çeken, yardıma muhtaç insan değişmeyecek ve büyük olasılıkla artacak.” Bu satırları akılda tutarak yaşanan süreci tartışmaya devam etmekte fayda var. Zira bu raporun tahminlerinin üzerine 3 yıl daha eklenmiş durumda ve altyapı iyiye gitmek yerine tam tersine daha kötü etkilendi. Raporun kaleme alındığı 2012 yılında  Gazze’de faaliyet gösteren tüneller temel ihtiyaç malzemelerinin işgal bölgesine geçmesini sağlayan can damarlarıydı. 2013-14 yıllarından başlayarak Mısır hükümeti bu tünelleri bombalama politikasına gitti. Bu süre zarfında çatışmalar farklı boyutlarda olsa da hız kesmeden devam etti. Adeta Gazzeliler işgal altında yaşamaya ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu.

Aksa Tufanı’na Giden Yol

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı da belirli bir zaman diliminin ürünü olarak okunmalı. Burada dikkatleri iki isim çekiyor. Birincisi Aksa Tufanı başladıktan sonra Batı medyası başta olmak üzere bu harekatın mimarı olarak nitelendirilen Muhammed Deif. Kendisi Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlamasının ardından yayınladığı ses kaydıyla adından söz ettirmeye başladı. Hakkında o kadar çok bilinmezlik var ki kendisine dair detaylı bir biyografi yazmak o kadar da mümkün olmuyor. Ancak dikkatlerden kaçan ve göz önünde olan bir komutan daha vardı. Savaşın 10’uncu gününde, 17 Ekim’de hayatını kaybettiği açıklanan ve sadece İzzetin el-Kassam Tugayları değil aynı zamanda Marksist örgüt Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin silahlı kanadı Şehit Ebu Ali Mustafa Tugayları’nın da kendisine taziye mesajı yayınladığı, Eymen Nevfel. Nevfel, el-Kassam Tugayları’nın üst düzey komutanlarından birisi ve Gazze Orta Bölge Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Bugüne gelinmesinde örgütlerin “Ortak Operasyonlar Odası” adı verilen çatı altında toplanmasında Nevfel’in çabaları olduğu biliniyor. Dolayısıyla Hamas 2006 yılında başladığı Gazze’yi konsolide etme amacını, Ortak Operasyonlar Odası’nı kurarak ve Gazze’de faaliyet gösteren ancak Batı Şeria’da da bağlantıları bulunan Filistinli neredeyse bütün direniş gruplarını çatısı altına toplayarak gerçekleştirmiş gözüküyor.

2006 yılında sadece İslami Cihad grubunun silahlı kanadı Kudüs Tugayları ve Hamas arasında başlayan birliktelik, 2018’de Ortak Operasyonlar Odası’nın resmî olarak ilan edilmesiyle varlığını duyurdu. Belki de bu, Hamas’ın Birinci İntifada’dan sonra tarihindeki ikinci büyük kırılma noktasıydı. Bu kırılma da tıpkı Hamas’ın kurulmasında olduğu gibi popüler bir protestonun ardından geldi. 2018 yılının Mart ayında başlayan “Büyük Dönüş Yürüyüşü”nde barışçıl bir şekilde sınır hattına yürüyen binlerce Filistinli Gazze’nin hava, deniz ve karadan uğradığı ablukayı protesto etmek ve temel insan haklarını talep etmek için eylemler başlattı. Gazze artık yeni bir politik gerçeklikle karşı karşıyaydı; farklı siyasi yapılardan pek çok insan bir araya gelerek şiddetsiz bir siyasetin de mümkün olabileceğini ve her geçen gün kötüye giden yaşam şartlarına dayanma sınırının eşiğine geldiklerini gösteriyorlardı.

Ortak Operasyonlar Odası böyle bir birliktelik içerisinde doğdu (veya doğmak zorunda kaldı) ve toplamda 12 örgütün yer aldığı bir yapıya evrildi. Her ne kadar İsrail 7 Ekim saldırısının ardından Gazze’ye başlattığı saldırıyı, belki de Hamas’a odaklayarak bir karşı propaganda yöntemi ile meşrulaştırmaya çalışsa da, Aksa Tufanı Operasyonu’na 7 Ekim tarihinden itibaren bütün örgütler kendi kapasitelerince katılım sağlıyorlar. Bugüne gelene kadar örgütlerin önceki İsrail saldırılarından her seferinde yeni bir şey öğrenerek, adeta tecrübe kazanarak geliştiğini söylemek hatalı bir çıkarım olmayacaktır. Öyle ki 2014 yılındaki savaştan sonra el-Cezire Arapça Gazze’den yaptığı yayında beş farklı gruptan temsilciyi bir araya getirdi. Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Ulusal Direniş Tugayları, El-Aksa Şehitleri Tugayları-Şehid Nidal el-Amudi Taburu, Mücahidin Tugayları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Şehid Ebu Ali Mustafa Tugayları ve El-Nasır Selahaddin Tugayları’ndan birer konuşmacının katıldığı yayında benzer şekilde Ortak Operasyonlar Odası’na referans yapılıyor olması, esasında Filistin direniş örgütlerinin birlikte faaliyet gösterme gayretinin giderek arttığının çarpıcı bir göstergesiydi.

Bütün bu tecrübe, birikim paylaşımının yanı sıra Ortak Operasyonlar Odası’nın 7 Ekim’den önce Gazze’de kurdukları maket evler ve tanklarla İsrail’e yapacakları saldırıyı en küçük detayına kadar hesapladıkları süreci geriye sararak okuduğumuzda çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Eymen Nevfel’in Aksa Tufanı başlamadan önce Haziran ayında el-Cezire Arapçaya verdiği demeç bu açıdan ipuçlarıyla dolu.

Yazının başında sorduğumuz sorulara tarihi birikim içerisinde cevap vermeye çalıştığımızda ise Hamas’ın el-Fetih yönetimini FKÖ’deki yerinden ederek sadece Gazze’de değil Batı Şeria’da da etkin siyasi unsur olmaya gayret gösterdiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Hamas’ın Arafat’ın Rabin ile Oslo’da yaptığı barış anlaşmasının ardından geçen 30 yıl içerisinde barışın halen sağlanamamasından payına düşen dersleri aldığı görülüyor. Bu açıdan Hamas’ın politik anlamda sadece kendi destekçileri açısından değil, geniş Filistin tabanındaki çağrıya pragmatik bir şekilde cevap verdiğini ve dönüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.