Türkiye’de Mülteci Algısı
Türkiye’de mülteci algısını oluşturan birbiriyle mündemiç üç ana faktör bulunuyor: Siyaset, medya ve ekonomi. Etkileşim içinde olan bu üç faktör sebebiyle Türkiye’de mülteci meselesinde algı ile olgu arasındaki makas her geçen gün açılıyor.
Türkiye’de her geçen gün mültecilere yönelik nefret söylemi güçleniyor ve toplumdaki etkisini artırıyor. Bu etki ise gücünü; mültecilerin ekonomik krize sebebiyet verdiği, işsizlik oluşturduğu, sosyal dokuyu bozduğu ve toplumu asimile ettiği yönündeki algıdan alıyor.
SODEV tarafından hazırlanan “Suriye Göçünün 10. Yılında Türkiye’de Suriyeli Göçmenler” (1) adlı çalışmada bu algının altı çiziliyor.
“Son 5 yıl içerisinde Suriyelilerden bizzat zarar gördünüz mü?” sorusuna katılımcıların yüzde 77’si “Hayır, zarar görmedim” yanıtını veriyor. “Ailenizden biri zarar gördü mü?” sorusuna yüzde 78’i “Hayır” diyor. Ancak, ironik bir biçimde “Çevrenizde zarar gören oldu mu?” sorusunda oranlar değişiyor; “Hayır, görmedi” diyenlerin oranı bir anda yüzde 41’e düşüyor.
Katılımcıların kendisi ve ailesi mültecilerden zarar görmezken çevresindekilerin zarar gördüğünü söylemesini Türkiye’deki mülteci algısıyla açıklamak gerekiyor.
Mülteci Algısını Oluşturan Etmenler
Türkiye’de mülteci algısını oluşturan birbiriyle mündemiç üç ana faktör bulunuyor.
Birincisi, siyaset.
Kamuoyu araştırmalarında görüldüğü üzere mülteci meselesi AK Parti’nin yumuşak karnı. Örneğin Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi (TEAM) tarafından yürütülen Dindar Seçmenler Araştırması’nda dindar seçmen dahi mülteci meselesi sebebiyle net biçimde AK Parti’yi eleştiriyor. (2)
İktidar ise hem sorunun hem de çözümün ilk elden sorumlusu olarak sorunu görmezden geliyor. Dahası, bu sorunu çözmek için gerekli niteliklere sahipmiş gibi de görünmüyor.
Anaakım muhalefet ise uzunca bir süre sorumluluk bilinciyle kırılgan bir grup olan mültecilerin zarar göreceği düşüncesiyle bu durumu siyasi bir argüman olarak kullanmazken günümüzde bu tavrını yumuşatmış görünüyor. Özellikle Zafer Partisi’nin doğrudan mültecileri hedef gösteren siyasi söyleminin oluşturduğu etkiyle muhalefet eskiye nazaran burada daha şahin bir söylemi benimsiyor. Mülteciler üzerinden muhalefetin iktidarı eleştirmek için ürettiği bu siyasi argümanlar çarpan etkisiyle toplumda daha büyük bir karşılık buluyor.
Diğer taraftan muhalefet, yaşanan ekonomik krize karşı sahip olduğu büyükşehir belediye yönetimleriyle alternatif çözümler üretmek, dayanışmayı ve sosyal birlikteliği canlandıracak mekanizmalar oluşturmak amacıyla iyi niyetli küçük çaplı projeler üretmeye çalışsa da topluma bir umut veya çıkış vaat edemiyor.
Bunun yanı sıra büyükşehirleri yöneten bu belediyeler mültecilerin ulaşım, barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermesine yönelik adımlar atmak yerine bilerek çeşitli bürokratik zorluklar çıkarmayı tercih ediyor.
İkinci faktör ise medya.
Anaakım medya genel itibarıyla iktidarın sorunu çözme kapasitesi olmadığından mevcut durumu görmezden gelme eğilimi gösteriyor.
Muhalefetle ilintili çok takipçili sosyal medya platformları ise iktidarı eleştirmek adına iktidarın yumuşak karnı olarak gördükleri mültecileri doğrudan hedef alabiliyor. Siyasi aktörlere nazaran daha az toplumsal kaygısı olan bu aktörler kırılgan gruplara yönelik daha nobran bir söylem üretebiliyor.
Diğer taraftan, toplumda karşılığı olduğu için medya bu bağlamda daha fazla içerik üretiyor. İçerik ürettikçe daha fazla karşılık buluyor ve karşılık buldukça daha fazla içerik üretiliyor.
Üçüncü ve en önemli faktör ise ekonomi.
Türkiye’de alım gücü her geçen gün düşüyor. Aşağıdaki grafikte yıllar itibarıyla kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) verileri gösteriliyor.
2013 yılında 12.615 ABD doları olan kişi başına gelir 7 yıl boyunca çarpıcı bir düşüş yaşayarak 8.536 ABD dolarına kadar geriliyor. (3)
Buna ek olarak işsizlik artıyor. İşsizlik yalnızca ekonomik değil aynı zamanda sosyal etkileri de olan önemli bir gösterge. Aşağıdaki grafikte yıllar itibarıyla işsizlik oranları gösteriliyor.
2012 yılında yüzde 8,1 olan işsizlik oranı 2021 yılında yüzde 13,4’e çıkıyor. (4)
Bu dönemde işsizlikle birlikte enflasyonda da ciddi oranda bir artış göze çarpıyor.
2013 yılında yüzde 7,5 olan enflasyon oranı 2021 yılında yüzde 19,6’ya çıkıyor. (5) 2022 yılında ise bu oran yüzde 83’lere kadar gelmiş durumda.
Daha birçok göstergeye bakılabilir, ancak görüldüğü üzere toplum ekonomik krizden ciddi anlamda etkileniyor. Bu durum istatistiklere de yansıyor. Aşağıdaki grafikte TÜİK tarafından hazırlanan yıllar itibarıyla geçim zorluğu sebebiyle gerçekleşen intihar verileri gösteriliyor. (6)
Geçim zorluğu sebebiyle intihar eden kişi sayısı 2013 senesinde rekor derece düşük denilebilecek seviyede (221 kişi) iken 2019 senesine gelindiğinde bu sayı rekor derecede yüksek seviyeye çıkıyor (321). TÜİK, 2019 yılından beri bu veriyi açıklamıyor.
Bu dönemde yalnızca Türkiye değil, tüm dünya ülkeleri benzer bir ekonomik gerileme yaşıyor. Ancak Türkiye’nin son dönemde uyguladığı ekonomi politikaları sebebiyle alt düzey ve orta düzey gelir grubu, olması gerekenden çok daha büyük bir boyutta etkilendi ve etkilenmeye devam ediyor.
Ne iktidar ne de muhalefet yaşanan ekonomik krize karşı sahici bir teklif sunabiliyor. Siyaset kurumu üzerine düşeni yapmadığı için de toplum ekonomik ve sosyal krizin faturasını daha kolay lokma olan mültecilere yüklüyor. Siyasetin sorumluluğu da burada önemini gösteriyor.
Birbirini dışlamayan, birbiriyle etkileşim içinde olan bu üç faktör sebebiyle Türkiye’de mülteci meselesinde algı ile olgu arasındaki makas her geçen gün açılıyor.
Yapılan çalışmalar, yıllar itibarıyla Suriyelilerin geri dönüş eğilimi konusunda çarpıcı bir dönüşüm yaşandığını gösteriyor.
2017 yılında gerçekleşen ilk Suriyeliler Barometresi’nde katılımcıların yüzde 16,7’si geri dönmemeyi düşünürken, bu oran 2019’da yüzde 51,8’e, 2020’de ise yüzde 77,8’e yükselmiş durumda. “Suriye’de savaş biter ve bizim istediğimiz şekilde bir yönetim oluşursa dönerim” diyenlerin oranında da radikal azalma göze çarpıyor. Bu oran 2017’de yüzde 59,6; 2019’da yüzde 30,3, 2020’de de yüzde 16 düzeyinde. (7)
Sivil Topluma Rolü Ne Olmalı?
Bu bağlamda sivil topluma önemli bir rol düşüyor. İlk olarak, sivil toplumun mülteci meselesiyle ilgili insan haklarını merkeze alan bir söylem geliştirmesi gerekiyor.
İkinci olarak, Türkiye’deki ekonomik krizin sebebinin mülteciler değil; yerel ve küresel faktörler olduğu vurgusunu geniş kitlelere ulaştıracak çok paydaşlı sosyal etki odaklı çalışmalar yapılması gerekiyor.
Üçüncü ve son olarak, mültecilerin toplumla entegrasyonunun sağlandığı, mültecilerin insan hakları ve kamu imkânlarından eşit faydalanabildiği ve tüm paydaşların üzerinde ittifak edebileceği bir mekanizma geliştirilmesi gerekiyor.
Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’de doğmuş olanlara daha uzun bir oturum izninin verilmesi, belirli şartlara bağlanarak çalışma izin süreçlerinin kolaylaştırılması, yetişkin olduklarında vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması adına bu kişiler için daha farklı bir statünün oluşturulması gibi başlıklarda akademisyen, yerel yönetim temsilcileri ve bürokrasiden kişilerin bir araya getirilmesi gerekiyor.
KAYNAKÇA
(1)