NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR? NEREDE O ESKİ İNSANLAR?

“Cesur ve utanmaz biri oldun mu senden çekinirler. Bütün yumruklar korkak, beceriksiz ve namuslu insanların tepesine iner.” (Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza)

Bir bayram daha geldi. Daha doğrusu; bayram sektörünün bir döneminin daha içerisindeyiz.  Çünkü Kapitalizm, satmayacağı bayramı kutlamaz! Dini vecibelerin tüketim enstitüsü içinde bir pazarlama sürecine sokulmasının ana damarı budur. Bir yanda şatafatlı villalarda kesilen danalar, milyon dolarlık son model jeeplerle kesim yerine getirilen koyunlar ve statü belirtsin diye kurban edilen develer; diğer yanda asgari protein ve A vitamini ihtiyacını karşılamak için son kullanma tarihi gelmiş indirimli tavuk bekleyen milyonlar. Sahi, bu vasatlıkta kurban kim?

Tüm gelirin yüzde 80'ine yakınını elinde tutan küçük bir azınlık neyi kurban etti de bu kadar zenginliğe ulaştı? Acaba işlenen bu kadar günahın karşılığında kaç kurban keserlerse Sırat Köprüsü'nden rahatça geçerler?

Sektör, bir fabrika gibi durmadan kültürel ve inançsal argümanları bir reklam ürününe yapıştırarak metalaştırdı. Ne kadar çok meta varsa o kadar çok kar var. Sektör ve onun karşılıklı beslendiği kolektif gösterişli inanç ritüelleri, inancın kendisinin önüne geçmiş durumda. Yani ibadet etmeniz önemli değil, onu ne kadar çok gösterdiğiniz mühim! Haram yemeniz ve insanların rızklarını ellerinden almanız önemli değil; kestiğiniz kurbanın ne kadar iri olduğu önemli! Çünkü bu reklam saltanatı sizin takvanızla değil; sistem için attığınız taklalarınızla ilgileniyor!

Bu sistem inancınızı Allah’a değil; kendisine göstermenizi ister. O nedenle de Mustafa Ceceli Kabe’de, hem de ihramdayken; yani tamamen Allah’la baş başa kalması gerekirken Cumhurbaşkanının fotosunu öpmeden ibadete başlayamadıklarını eski bir bakan eliyle anlattırıyor. Çünkü Süslümanlık rejiminde Müslümanlık geçmez! Ne diyelim Ceceli; Allah ibadetini kabul etsin.

İnsanların yüzde 80’inden fazlasının yoksulluk, 30’undan fazlasının açlık sınırı altında olduğu ülkemizde sorulması gereken soru kaç kişinin aç olduğu mu, bunun nedeni mi, yoksa kimin bayramda ne kestiği mi?

Popüler-Kültür dalgasında ibadetinin öznesini gösteriş yapanlar karşısında insanlık tarihinde gösterişten uzak bir uygulama da mevcut tabi.

Antropologlar olarak bahsetmekten ayrıca zevk aldığımız Potlaç, bunlardan birisi. Kızılderili kültürü uygulamalarında olan; dünyanın başka yerlerinde gözlemlenmiş bu ritüelde elinde ihtiyaç fazlası mal, yiyecek, giyecek biriktirmiş şef ya da aileler bir şenlikle bunların tamamını dağıtırdı. Burada amaç, ayrıcalığı önlemek ve herkesin eşit kalmasını sağlamaktı. Potlaç ritüelinin olduğu birçok kabilede şefin ayrıcalık talep etmesi, mal biriktirmesi ve bunun için çalışması çok büyük bir suç, utanç kaynağı sayılabiliyordu. Potlaç sayesinde herkes sıradan kalarak mutlu olabiliyordu.

Oysa şimdi göstere göstere kurban kesmek veya ibadetini adeta davul zurna eşliğinde yapmak, sömürü düzeninde elde ettiği ayrıcalığını korumak isteyenlerin bir uygulaması haline geldi. İşte ‘karşılıklı’ sektör ile beslendikleri bir diğer başlık da bu.

NEREDE O ESKİ İNSANLAR, NEREDE O ESKİ BEN?

Zorunlu aramalar, otomatik mesajlar ve kurban etlerinin dağıtılması... Burada kurban kesenlere bir imada bulunmuyorum. Tam aksine, büyük çoğunluğun hal-i pürmelali olan bayramın tadının kaçması hadisesine değiniyorum. Çok sık kullanılan bir önerme vardır; “Kurumların içi boşaltıldı” diye. Bayramların içinin dolu olduğunu kim söyledi peki? Hukukun, kurumların, medyanın, siyasetin ve en önemlisi ‘insanın’ içi boşaltılırken, bayramların bundan nasibini almaması söz konusu bile değildir. İşçisini sendika istedi diye kovan, çalışanlarının sigortasını dahi yatırmayan patronların, sırıtarak kutladığı her kutlama, bayramın içini boşalttı. Yolsuzluk çukurundaki her siyasinin bayram kutlaması, biraz daha; sözde sanatçı geçinen meşhurların kestikleri danaları fakirlere magazin gazetecileri ordusu önünde dağıtması biraz daha...

Vasatlığa olan tutku ve çürüyen her kişi, her şeyin olduğu gibi bayramın da içini boşalttı. 2022’ye geldik, hepimizden çok şey gitti, en çok da sevinç ve heyecanlarımız. Kimse artık eskisi gibi değil; hepimiz “Nerede o eski bayramlar?” derken, aslında “Nerede o eski insanlar, nerede o eski ben?...” demek istiyoruz.

Zarif, eğitimli, ayrıcalık değil; eşitlik talep eden insanları zayıf olarak algılatan bir rejim inşa edildi. Yukarıda bahsettiğim ‘sektör’ ve onun yağmacılarının tam istediği rejim de budur. İşler kötüleştiğinde, insanlar umulmadık biçimde çığırından çıkabiliyor. Zorba, eril, barbar, çürük ve vasat tiplerin cesareti de buradan geliyor. Günlerdir toplumun bir bölümü, bir diğer bölümüne neden doktor ve sağlık çalışanı öldürülmemeli diye anlatmaya çalışıyor. Bu çabanın kendisi bile inanılmaz trajik. Can kurtaran bir mesleğin mensupları can derdine düştü. Cenevre Sözleşmesine göre savaşta dahi sağlıkçılara dokunulmaz. Yani, savaşta dahi, düşman askerlerinin yarasını saranlara dokunulmazken; kendi doktorunu, hemşiresini, sağlık çalışanını düşman askerinden beter görenlerle biraradayız. Konya’da bir imam, Camide doktorlar için “gel de öldürme” ifadelerini kullandı.

Burada vahim olan; bu tiplerin olmasından çok, bu kişilerin bunları söylediklerinde, yani bu suçu işlediklerinde bir kesim tarafından onaylanacak olmalarını ve ceza almayacaklarını bilmeleri. Kadınları, gençleri, hukukçuları, gerçek ‘gazetecileri’ ve ülkenin iyi insanlarını ‘düşman’ gören kolektif bir barbarlıktan söz ediyoruz.

İşin ÖZ’eti; distopik bir çukura düştük, iyi insanlar olarak oradan çıkmaya çalışıyoruz. Ne diyelim; iyi insanların bayramı kutlu olsun...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi