Rümeysa Öztürk’ün Mücadelesi
*Fatıma Tuba Yaylacı
26 Mart Çarşamba sabahının erken saatlerinde güne başlarken ABD’nin Boston eyaletinde doktora eğitimine devam eden bir öğrencimden gelen bir mesajla dehşete düştüm. “Rümeysa’yı evinden almışlar, kimse ulaşamıyor…” Henüz hiçbir detay bilmiyordum ve bu asla beklemediğim bir haberdi; ama bir anda bu mesajın etrafını ören hikâyenin parçaları tüm netliği ile zihnimde birleşiverdi ve çok kötü şeyler olduğunu iliklerime kadar hissettim.
Rümeysa ile en son 22 Mart Cumartesi akşamı görüşmüştük. Ona her şeyin yolunda olup olmadığını sormuştum, yoklamak istemiştim, çünkü hakkında bir doxxing kampanyası olduğunu Mart ayının ortalarında bana yazmıştı. Doxxing, çevrimiçi ortamda kişisel bilgilerini ifşa ederek birini aşağılamak, tehdit ve taciz etmek anlamları taşıyan bir siber saldırı eylemine verilen ad. Rümeysa fazla detay vermeden hakkında böyle bir kampanya olduğundan bahsetmişti. Fakat hangi grupların bu faaliyeti nasıl yaptıklarına dair bir detay vermedi. Rümeysa her konuda çok detaylı ve ince düşünür, yakınındaki insanları korumaya çalışır. Güvenli görmediği için bu kampanyayı yürüten web sitesinin linkini bana göndermediğini düşünüyorum. Zira daha sonraki günlerde bu linke tıklanıp arama butonuna adı yazılan kişilerin de bu sarmala dahil edildiğine dair söylentiler duydum. Hikâyenin önemli bir parçası buydu.
Gazze’de 7 Ekim 2023’ten bu yana şiddetlenen sınır tanımayan yıkım ve soykırıma dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Birleşik Devletler’de de geniş öğrenci kitleleri kampüs protestoları ile itiraz ettiler. Bu süreçte soykırım yanlısı grupların bu öğrencileri fişlediğini duymuştum. Rümeysa’nın herhangi bir protestoya katılıp katılmadığını bilmiyorum, fakat onu tanıyan herkes Gazze’de yaşananlara duyarsız kalmayacağını zaten bilirdi. Bu fişlemelerin bir parçası olarak doxxing kurbanı olduğu ilk akla gelendi. Nitekim sonradan öğrenecektik ki Rümeysa’nın hedef alınmasının tek mesnedi, öğrencisi olduğu Tufts Üniversitesi’nin online gazetesinde 26 Mart 2024’te yayınlanan bir yazısıydı. Rümeysa bu yazıda 4 Mart’ta Tufts Öğrenci Birliği Senatosu’nun üniversitenin Filistin’deki soykırımı tanıması ve İsrail’le doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan şirketlerden yatırımlarını çekmesi gibi talepleri içeren kararlarının uygulanması yönünde rektöre bir çağrıda bulunup, rektörün süreçteki tutumunu eleştiriyordu. Üniversiteye harç ve eğitim masraflarını ödeyen ve lisansüstü düzeyde çalışan öğrencilerin üniversite yönetiminde söz hakkı olması gereken paydaşlar olarak muhatap alınması gerektiğini söylüyordu.
İlk gün Rümeysa’nın nerede olduğunu, kimler tarafından götürüldüğünü, ona nasıl ulaşabileceğimizi anlamaya çalışarak geçti. Türkiye saati ile aynı günün akşamında Rümeysa’nın sokak ortasında, bir iftar davetine katılmak için çıktığı evinden, üç araçla gelmiş maskeli 10 kişi tarafından bir köşede sıkıştırılıp araçlardan birine zoraki bindirilerek tam anlamıyla kaçırılışının görüntüleri medyaya düştü. Rümeysa ICE kısaltması ile anılan Birleşik Devletler Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Müdürlüğü tarafından sokak ortasında gerekçe gösterilmeden tutuklanmıştı. Daha sonra kendi ifadelerinden bu hadise sırasında nasıl dehşete düştüğünü, hatta zehirleneceği endişesi ile saatlerce orucunu açamadığını, yaşadığı korkuyla defalarca astım atağı geçirip ilaç alamadığını, ilaçlarının çok geç verildiğini öğrenecektik.
Onunla benzer şartlarda aynı bölgede yaşayan öğrencilerimle irtibat halindeydim. Hepsi dehşete düşmüştü. Her an gerekçesiz bir şekilde evlerinden ya da sokaktan alınma korkusu yaşıyorlardı. Birkaç gün sonra kutlayacakları Ramazan Bayramı için bir araya gelmekten bile çekinir haldeydiler.
Hadisenin olduğu ilk gün ve sonrasında gece gündüz telefonlar susmuyordu. Amerika’daki ve Türkiye’deki medya kanalları aynı soruyu soruyordu, The New York Times, NPR gibi medya kanallarına Rümeysa’yı yakından tanıyanlar olarak beyanat verirken tek bir soruyu cevaplıyorduk: Rümeysa Öztürk kimdir?
Rümeysa Öztürk, 2014-2015 akademik yılında ders vermeye başladığım İstanbul Şehir Üniversitesi’nde tanıdığım ilk öğrencilerimdendi. Çevresine son derece saygılı, duyarlı, okumaya ve soru sormaya meraklıydı. Edebiyat ve Psikoloji programı olmak üzere çift anadalda lisans eğitimi alıyordu. Onu derslerde sorduğu derin düşünülmüş soruları ve araştırma fikirleri ile tanıdım. Aceleci değildi, sakin, özenli ve emin adımlarla akademik hayatını ince ince işlediğini görebiliyordum. Yeni bir fikri geliştirip, araştırma planı haline getirmeye çalışırken “çok fazla vaktinizi almadan…” diye hep zamana ve emeğe saygısını hissettirerek ve asla rahatsızlık vermek istemediğini hissettiren özeni ile sorular soruyordu. O dönemde ben de henüz doktora çalışmalarımı yeni tamamlama sürecinde ve telaşında idim. Sorularını ve planlarını konuşurduk. Rümeysa’nın ilgileri tek bir disiplinin sınırları ile tanımlanamazdı ama gelişim psikolojisi, çocuk edebiyatı, bilişsel psikoloji ve çocuk medyası gibi alanların kesişiminde özgün bir araştırma programını zamanla şekillendirdi. Henüz bir lisans öğrencisi iken geliştirdiği ölçme yöntemleri ile çocuklarda ölüm kavramının gelişimini araştırdığı bir laboratuvar çalışması yaptı. Bu çalışma kapsamında çocuklara çizgi karakterler üzerinden kurguladığı çeşitli öykülerle oldukça yaratıcı ve zarar vermeyecek şekilde ölüm kavramı hakkında ne düşündüklerini soruyordu. Bir lisans öğrencisi için oldukça ileri düzeyde araştırma becerisi olduğu ortadaydı. Başkasının fikri/yönlendirmesi olmadan bağımsız bir araştırma programına sahip olması dikkat çekici idi. Nitekim bu çalışmasını uluslararası bir konferansta sundu ve daha sonra da yayınladı.
Lisans eğitimini tamamlarken dünyanın en prestijli burs programlarından olan Fulbright Bursunu kazandı. ABD’deki en önde gelen doktora ve yüksek lisans programlarına başvurdu ve hatırladığım kadarı ile en az beş programdan eşzamanlı davet aldı ki bunların hepsi dünyanın en iyi üniversiteleri arasındaydı. Rümeysa, üniversitemizin öğrenci başarılarını duyurduğu online platformlarında ve kurumsal tanıtımlarında bu davetlerin hepsinden bahsedilmesini istemedi. Bu konuda rahat hissetmediğini söylemiş ve hassaten bu başarıları konusunda duyuru yapılmamasını rica etmişti. Çünkü Rümeysa, çok fazla göz önünde olmayı tercih etmezdi. Onu tanıyanlar bunu bilirlerdi. Daha ağır, sindire sindire ve kendini çok fazla dağıtmadan iş yapmayı tercih ettiği izlenimi edinmiştim ve buna çok da saygı duyuyordum.
Kazandığı okullar arasından yüksek lisans için Columbia Üniversitesi’ni seçti. Daha sonra da Tufts Üniversitesi’nde doktoraya devam etti. Columbia’daki ilk yıllarında, Türkiye’de birkaç arkadaşı ile ortak projeler yürüttüğü Kaplumbağanın Heybesi platformunu kurdu (The Turtle’s Knapsack) ve bu platform çatısında laboratuvarımla ortaklaşa bir ekiple Heybemdeki Çocuk Şehri projesini yürüttü. Herhangi bir fon kaynağı tarafından desteklenmeden, tamamen kendi imkânları ile 44 kişilik bir ekibin şehirdeki mekânların çocuk gelişimi açısından uygunluğu konusunda eğitilmesi ve belirlenen mekânların tek tek ziyaret edilerek incelenmesi işini üstlendi. Çocuklara eşlik eden bakım verenlere çocuğa uygun mekânlar konusunda detaylı bilgi verecek şekilde bir rehberin oluşturulması ve hatta bu rehberdeki mekânları içeren bir keşif haritasının erişime açılması projenin ürünleri arasında idi. Aynı zamanda, bu platformda çocuklar için 18 farklı dilde çevirip yayınladıkları bir kitap projesi, çocuklara ve ailelere pandemi sürecinde destek olmak üzere hazırlanan kaynaklar ve yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkilerini azaltma, medyanın çocuklara etkisine dair kanıta dayalı bilgilerin paylaşımı gibi içerikler de yer alıyor. Kaplumbağanın Heybesi, aslında Rümeysa’nın bugüne denk heybesinde biriktirdiklerinden damıttıklarının bir özeti, çocukların iyi oluşunu desteklemeye yönelik ilim, sanat ve edebiyatın yansımalarını gördüğünüz bir medya pratiği. Son yıllarda Journal of Children and Media’da yayınlanan ve mülteci çocukların Amerikan medyasında temsili meselesini ele alan makalesi de aynı konuların kesişimini dert edinmiş. Burada da medyada görünmeyenlerin görülebilmesi, duyulmayan seslerin duyulması vurgusu var. Tıpkı tutuklanmadan önce yazdığı son yazıda Gazzeli çocukların sesini gündeme getirdiği gibi.
Rümeysa ile yüz yüze en son Mart 2023’te Salt Lake City’de SRCD (Çocuk Gelişimi Araştırmaları Derneği) bienalinde görüştük. Oldukça uzun zaman sonra ilk karşılaşmamızdı. Uzun uzun sohbet edebilmiştik ve heyecanla doktora sürecini ve çalışmalarını anlatmıştı. Telefonda son konuşmamızda ise Mayıs 2025’in ilk haftasında Minneapolis’te yine SRCD bienalinde görüşmek üzere vedalaşmıştık. Hatta ona hangi otelde kalacağını sordum, benim kalacağım yerle arasında sadece birkaç blok vardı ve buna sevinmiştik. Birkaç gün sonra onun kendini Louisiana’da bir geri gönderme merkezinde bulacağını, benim bütün bu planları iptal edip endişe içinde bir bekleyişe gireceğimi kim bilebilirdi ki?
İfade Hürriyetinin Sembolü
Kısa sürede Rümeysa’nın davası, ABD’de özgür düşünce ve ifade hürriyetinin sembolü haline geldi. Rümeysa’nın söz konusu yazısında eleştirdiği Rektör Kumar, Rümeysa’ya güçlü bir şekilde sahip çıktı. Burada tüm detaylarını yazmak için sayfaların yetmeyeceği şeyler oldu. İki sene önceki buluşmamızda bize eşlik eden ve Rümeysa ile tanışan Latin kökenli bir meslektaşımızın girişimleri ile global meslek örgütümüz SRCD de Rümeysa’ya destek açıklamaları yayınladı. Bugün Rümeysa’nın Tufts Üniversitesi’ndeki bölümünün web sitesine girdiğinizde karşınıza Rümeysa ve şöyle bir başlık çıkıyor: Öğrencimiz, öğretmenimiz, meslektaşımız ve arkadaşımız Rümeysa: Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek için tıklayın. Tıkladığınızda bölüm başkanından arkadaşlarına, hocalarından Rümeysa’nın hayatına küçücük de olsa dokunduğu herkese, onunla ilgili birbirinden güzel ifadeler okuyorsunuz. Rümeysa’nın insaniyeti, nezaketi, içinde bulunduğu topluluğa anlamlı katkıları, içtenliği ve samimiyeti ile herkesin hayatında bıraktığı izler…
Rümeysa okulun web sitesinde başarılarının duyurulmasını bile istemedi. Ama kader bu ya, şu anda ülkede ve dünyada isminin bir şekilde yayınlanmadığı medya kanalı kalmamış olabilir. Sosyal medyayı çok dikkatli ve nadir kullanırdı. Ama Bernie Sanders’dan Özgür Özel’e, türlü mahallenin trollerinden çoluk çocuğa kadar kimler kimlerin tweet’lerine konu oldu. Dünyanın dört bir yanından insanlar Letters to Rümeysa (Rümeysa’ya Mektuplar) kampanyasına katılıp ona mektuplar yazıyor. Ayrıca insanların yetkili mercilere Rümeysa’nın özgür bırakılmasını talep eden mektuplar yazdığı başka kampanyalar da var. Bu dava faşizmle mücadelenin imza süreçlerinden biri haline gelmiş durumda. Boston Üniversitesi’ndeki bir hoca Rümeysa’ya destek amacıyla açlık grevinde. İlk günden itibaren kampüste hocaları, arkadaşları ve insan hakları aktivistleri sayısız gösteri ile Rümeysa’ya destek oldular.
Bütün bunların yanında maalesef Rümeysa hem ülkemizde hem dünyada tiksindirici bir nefret dilinin de hedefi yapıldı. Ama herkesin birbirinden nefret etmek için hazır beklediği bir konjonktürde bu yazı bu seslerin yankısı olmayacak. Rümeysa’nın hedef gösterilen yazısı James Baldwin’in şöyle bir sözü ile bitiyor: “Eğitimin paradoksu tam olarak şudur: İnsan bilinçlenmeye başladıkça, içinde eğitildiği toplumu sorgulamaya da başlar.” Bu belki de insan olmanın en büyük gereği. Tam da bu sebeple gençler bizi sorguladığında kalkanlarımızı kaldırmak yerine, onları dinlemeyi bir toplum olarak becerebilmemiz gerekiyor. Onların endişelerine kulak vermeyi öğrenmemiz, onlara miras bıraktığımız dünyada söz hakkı sahibi olduklarını kabul etmemiz gerekiyor. Rümeysa, öğrencilerimden sadece bir tanesi. Onun gibi nicelerinin sesi yükseldiğinde nefretin sesinin zaten duyulamayacak olduğuna inanıyorum.
Rümeysa’nın birbirinden ayrı iki mahkeme süreci devam ederken, tutukluluk günleri uzadı, sabır azalıyor ve çok zor şartlarda olduğunu biliyoruz. Bu süreçte aldığı kararlardan bildiğimiz kadarı ile Rümeysa kendisini sınır dışı ettirerek (self-deport) bir an önce özgürlüğüne kavuşmayı değil, davasının haklılığını sonuna kadar savunarak mücadele etmeyi tercih etti. Rümeysa’nın mahkemesinden çıkacak olumlu bir sonuç, onun gibi hakları elinden alınan, ansızın alınıp götürülen, eğitim hakları gasp edilen pek çok öğrenci için umut olacak. Trump Amerika’sında hak ihlallerinin, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının sınırlarını belirleyecek belki de. Bu sebeple de mücadelesi çok kritik ve değerli. Sessiz sessiz heybesinde hikâyeler biriktiren ve masallar anlatan Rümeysa’nın adı şimdi Rumeysa Ozturk vs. Donald Trump başlıklı bir dava dosyasının kapağında. Açıp açıp tekrar bakıyorum bu evraka. Nice sultanların, kralların karşısına dikilenler duyduk ama biz hiçbir masalda böylesi bir kahraman görmedik Rümeysa.
*Bu yazı perspektif.online sitesinden alınmıştır.