SANATTA AŞK

Sanat en güzel anlatıcı ve aktarıcı…
Edebiyatla, müzikle, sanat dalları ile aşk dilsizlere dil olur.
Kaç gönül kıpırdamaz Cemal Süreya’nın aşk şiirindeki: “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun./Git/ Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar./Gitsinler./Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin.”
Sanatçının hevesle başlayan, tutkuyla süren, aşka dönüşen eseri kalıcı oluyor. O aşk insanların gizli duygularını gün ışığına çıkarıyor.
Bir şarkının, bir ezginin, bir ağıtın dizesi koca bir döneme ışık tutuyor. Gönülden gönüle akıyor. Varsın yanan bir babanın ardından oğlunun dilinden dökülen: “Öyle ağırım ki kendime, /Sen benden gittin gideli./ Tenim küs olmuş tenime,/ Sen benden gittin, gideli” ezgisi sevdalı yüreklerin özlemine, yangınına merhem olsun. Ozanın giden oğlu için yaktığı “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu de geçer ağlama,” türküsü bahtsız insanlara bir nebze teselli olsun, umutsuz yüreklerde umudu yeşertsin. Öylesine yaşama sinsin ki kuşaktan kuşağa yüzyılları aşsın gelsin.
Bir fotoğraf sanatçısının, eşiyle söyleşisi kalemime dolandı, kaldı…
“Fotoğraf makinesine benden çok değer veriyor. Ona ‘Sultan Gelin’ diyor. Onu kadifelere sarıyor. Gözünün önündeki bana o kadar değer vermiyor,” diye sitemlerini sıraladı.
Gülerek, eşini dinleyen fotoğraf sanatçısına dönüp: “Olur, mu hiç?” diyorum.
Fotoğraf sanatçısı duraksamadan yanıtlıyor:
“Olur, olur. Fotoğraf makinelerim için her şey olur.”
“Makinelerim benim canım, her şeyim. Her geçen gün sayıları artıyor. Ama bu ‘Sultan Gelinin’ yeri başka. İlk ödülümü onunla çektiğim fotoğraf aldı.
“Onlara bakmak ne kelime, nazlarıyla oynuyorum. Onunla ve onlarla var oldum. Hele ‘Sultan Gelin’ onu o kadar seviyorum ki, ona dokunmadan, tozunu almadan, onunla dertleşmeden, okşamadan yaşayamam.”
“O, gerçekten benim ‘Sultan Gelinim’ Onun kaynanası da anası da yâri de dokunanı da ben olmak istiyorum.”
“Eşim, ‘o dilsiz diye o kadar seviyorsun’ diyor.
Oysa onun dili o kadar güçlü ki, onunla insanlar dünyaya ses veriyor. Onunla çekilen kareler yorumsuz, sonsuz ve ölümsüz…
Ben onlarla ülkeme ses verdim, duyuldum, ödüllendim şimdi de karnımız onunla doyuyor…”
“Kaldı ki Sultan Gelin, dokunmalarıma karşı durmuyor, sıkmıyor, anlamsız kaprisler yapmıyor, kıskanmıyor ikimiz de özgürüz.”
“İnsanoğlunun bozduğu moralimi o düzeltiyor. Onunla ürettikçe her şeyle en önemlisi de sigaramla, kadehimle, kendimle barışıyorum. Onunla buluşacağım günün akşamı da sabahı da güzel geçiyor.”
“Çalışmalarım sonunda karanlık odanın çıkışı nasıl da aydınlık anlatamam. Sultan Gelin, doğal ışıkla oynaşmayı sevse de yapay ışıkta beni hiç mahcup etmiyor.”
“Makinelerime zaman ayırmam, yoğunlaşmam sonunda annemin deyimiyle bir verip, on alıyorum…”
“Gözlerimin gözü Sultan Gelinim… Çocuklarım gibi kıyamadığım makinelerimden sadece biri değil Sultan Gelin. Her sanatçı üretim aracıyla böyle saatlerce kendini unutabilir mi?”
“Onlarla kavgasız, hesapsız, kitapsız pervasız yaşar mı?”
“Söyle Yaşar, yaşar mı?”
“Seninle beni buluşturan o ve onlar…”
“Kitleleri arşive alan onlar…”
“Beni, ölümsüz kılan o ve onlar…”
“Nasıl kadifelere sarmam?”
“Yoksa gözümün gözü, dilimin sözü, sesimin yansıması, çalışmamın ışığı olur mu?
Bak bu Sultan Gelin yıllardır, saatlerce beni ve dostlarımı dinler. Sonra alırım onu, dostlarıma güzellikler yaparım. Yalnızsak dertlerimi anlatırım, dinler. İçimdeki fırtınalar onunla çalışmaya başlayınca diner…”
“Doğaya onunla bir başka bakarım.”
“İnan görmeyi Sultan gelinle öğrendim.”
“Gördüğümü ölümsüz kılmayı da…”
“Sessiz olur mu?”
“Dilsiz olur mu?”
“Tepkisiz olur mu?”
“Yoğunlaşmasam, disiplinli çalışmasam, kendimi onunla çekeceğim karelere vermesem, görmeyi bilmesem, ışığı ayarlamasam, kısacası kendimi işime adamazsam beni öyle acımasız cezalandırır ki…”
“Tanrılar dağı Nemrut’ta saatler yetmedi, günlerce kilitledi. Nemrut’ta onun gönüllü tutsağı oldum. Gün doğdu yetmedi. Güneş dinlenmeye çekildi bitmedi. Ay doğdu. Yıldızları topladı nöbete durdu… Şafaklaştım… Yüreğimde akan nehir, Fırat’la ikileşti. Gümüşi renk oldu. Mavisinde uyandım. Fırat’ı hem hırçın hem sakin gözbebeklerime aldım. Deklanşöre basınca Fırat’ta yakamoz, dünyada ödül olduk…”
“Bu Sultan Gelin var ya bu Sultan Gelin öyle kıskançtır ki kendi dışında bir nesneyle oynamama, dokunmama, zaman ayırmama asla izin vermez… Doğaya kulak vermemi, doğadaki müziği içselleştirmeyi, sessizliğin sesini onunla öğrendim…”
“Onunla çalışırken ona gösterdiğim sabrı, ona verdiğim zamanı hiç kimseye vermedim… Böyle olmasa onunla üretir, ses duvarını aşar mıydım?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi