Suriye’de başlayan adem-i merkeziyetçilik tartışması Türkiye’ye mi sıçradı
Gazete Pencere- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, iktidarın 'Terörsüz Türkiye' adı altında yürüttüğü ve terör örgütü PKK'nin kendini feshederek sembolik olarak silah yakmasıyla devam eden sürece ilişkin dikkat çeken bir açıklamada bulundu.
Habertürk'e konuşan Uçum, Anayasa'daki Türk vatandaşlığı tanımının değiştirilebileceğini söyleyerek ''Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, 'Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır' şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir'' dedi.
“Bu bir devlet inisiyatifidir"
Mehmet Uçum, sürece ilişkin yaptığı açıklamalarda şu ifadelere yer verdi:
''Türkiye’ye yönelik terör tehdidi ilk başladığından itibaren terörün tasfiyesi, Millî Devlet güçleri ve demokratik iradenin daimî hedefi olmuştur. Daha önce de bu hedefe ulaşmak için güvenlik pratiği dışında defalarca hamleler yapıldığı biliniyor. Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye Hedefi” adı verilen bu yeni aşama, terörü bitirmeye ilişkin özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimlerinde devletin geliştirdiği çok yönlü ve çok katmanlı stratejinin son aşaması olarak görülmelidir.
Bu son aşamanın 2024 Ekim ayıyla birlikte başlaması birçok koşulun bir araya gelmesinin sonucudur. Bunlardan bazılarına değinirsek: ülke içinde terörle mücadele pratiklerinin kesintisiz sürdürülerek başarıya ulaşması, terör vesayetinin tasfiyesi için siyasi ve hukuki kararlılığın büyük güç kazanması, bölgedeki terör odaklarından Türkiye’ye yönelik tehdide karşı sınır ötesi güvenli alanların oluşturulması, bölgede hesabı bulunan ve terör örgütünün unsurlarını Türkiye aleyhine kullanmaya çalışan güçlere karşı fiili ve diplomatik başarılar elde edilmesi ve yıllar alan hazırlıkların olgunlaşması öne çıkarılabilir.
"Sürecin adı; çözüm değil, geçiş sürecidir"
Temel fark, terörle mücadelenin hem aktif hem destek unsurlarına yönelik pratiklerini kesintisiz ve kararlı bir şekilde yürüterek bu yeni aşamayı başlatmak oldu.
Yani bu sürecin adı, öncekine benzer şekilde bir “çözüm süreci” değil; bir “geçiş süreci”dir.“
Terörsüz Türkiye”ye geçişe ilişkin bir devlet inisiyatifi ortaya kondu ve bir devlet politikası olarak bu geçiş süreci yönetiliyor. Geçiş sürecinin ön şartları olarak terör örgütünün feshi gerçekleşti ve silah bırakma kararı alındı. Fesih ve silah bırakma kararıyla geçiş süreci somut olarak başladı. Artık geçiş sürecini başarıyla tamamlamak için yapılan çalışmalar söz konusudur.
“Terörsüz Türkiye devrimci dönüşüm dönemidir"
Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini ve birliğini kırk yıldır hedef alan terörü her anlamda ve her mecrada sonlandırmak, demokratik siyasetin sırtındaki yükleri atar. Bu nedenle terörün eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her şartta son vermek için ilgili ve duyarlı herkesin yaptığı çalışma büyük bir değere sahiptir.
En önemlisi, terör vesayetinden kurtulan aktörlerin bağımsız demokratik siyaset yapma imkânına kavuşmasıdır. Bu imkânın kıymetini bilmek ve doğru değerlendirmek son derece önemlidir. Terör riskinin ortadan kalkması demokratik siyasetin fikrî alanını genişletir.
Aktif terör faaliyetinin sona ermesi destek unsurların faaliyetini de bitirir. Bu çerçevede hukuk sınırları içinde yer alma imkânı bulacak enformel yapılara karşı operasyon ve kayyum gibi tedbirlere ihtiyaç ortadan kalkar.
Terörün sonlandığı şartlarda Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü, siyasi birliğini, iç ve dış güvenliğini koruyan ve güçlendiren, Cumhuriyetin temel ilkelerine ve demokratik birikime dayanan, herkesin eksiklik duymadan sahiplendiği yeni bir anayasayı hayata geçirmenin koşulları daha fazla olgunlaşır.
"Etnik değil, hukuki bağ olduğu daha açık ifade edilebilir"
Önce Kürt meselesinin ne anlama geldiğini ortaya koyalım. Türkiye’de 1980’e kadar geçen Cumhuriyet tarihimiz boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çeşitli olumsuz pratikler ile tarihî, kültürel, sosyolojik, ekonomik ve siyasi tartışmalar Türkiye demokrasi tarihinin gelişim sürecinde ve derin münakaşalarında hep önemli bir yere sahip oldu. “Doğu Sorunu” veya “Kürt Meselesi” gibi adlandırmalar bu süreçte zaman zaman öne çıktı.
Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkârı girişimleri ise bir “iç Kürt sorunu” tarifi yapılmasına neden oldu.
Ret ve inkâr politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu. İçeride terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu.
Elbette demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yeni anayasa kapsamında her zaman değerlendirilecek konular olur.
Bu kapsamda;
Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir.
'Başka dillerin öğrenimine ilişkin kanunlar düzenlenecek'
Türkçe'nin devletin dili yani tek resmi dil olması, eğitim dili olması elbette tartışma konusu değildir. Bununla birlikte Türkçe'den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.
'Yerel meclisler güçlendirilecek'
Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir. Ancak bunlar artık tüm toplumun ortak konularıdır. Ayrılıkçı yaklaşımlarla değil, ortak politikalarla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır.''
Adem-i merkeziyetçilik tartışması Türkiye’ye mi sıçradı
Suriye’de adem-i merkeziyetçilik tartışması sürerken Mehmet Uçum’un “Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir” sözleri dikkat çekti.
Türkiye’nin desteklediği Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara adem-i Suriye’de merkeziyetçilik için yeşil ışık yakmıştı.
Anayasa'nın Türk vatandaşlığı tanımı
1982 yılında düzenlenen mevcut Anayasası'nın 66. maddesinde Türk vatandaşlığı şöyle tanımlanmıştır:
''Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.''
Adem-i merkeziyetçilik Erdoğan’ın yıllardır hedefi
AKP’nin iktidara gelmesinden bugüne Tayyip Erdoğan dönem dönem adem-i merkeziyetçilik konusu gündeme getirdi. Adem-i merkeziyetçilik yoğun olarak birinci çözüm süreci döneminde tartışılmıştı. AKP’nin akil insanlar dediği kişilerin toplantılarında adem-i merkeziyetçilik uzun uzun konuşuldu. AKP ile FETÖ’nün barış döneminde de FETÖ’cüler de adem-i merkeziyetçilik savunuyordu.
Erdoğan 2010 yılında adem-i merkeziyetçilik tanımına ilişkin konuşmuştu.
Erdoğan, kendisinin, ademi merkeziyetçiliği savunan birisi olduğunu belirtmişti. Ademi merkeziyetçiliğin üç tanımı olduğunu bunların siyasi, idari ve hizmet tanımı olduğunu söyleyen Erdoğan, "Biz siyasi tanımına karşıyız, idari tanıma da karşıyız. Biz hizmet içerikli olanın yanındayız" demişti. Bu tanımların birbirlerinde ayrı olarak değerlendirilemeyeceğinin bilinmesine karşın Erdoğan’ın böyle bir ayrım yapma ihtiyacı duyması dikkat çekmişti.
Kaynak:Haber Merkezi