Suriye Savaşı Benden İsmimi de Aldı

Suriye Savaşı Benden İsmimi de Aldı
Suriye’ye dair hatırladığım son şey ne yarıda bırakmak zorunda kaldığım üniversitem ne de kapısından çıktıktan sonra bir daha ne zaman görebileceğimi bilmediğim evim. Sekiz yıldır gidemediğim ülkeme dair sadece büyük...
Suriye’ye dair hatırladığım son şey ne yarıda bırakmak zorunda kaldığım üniversitem ne de kapısından çıktıktan sonra bir daha ne zaman görebileceğimi bilmediğim evim. Sekiz yıldır gidemediğim ülkeme dair sadece büyük bir bombardıman hatırlıyorum. Galiba “hafıza” denilen şey kendini bir süre sonra kapatıyor.

 

Ben Sair Avda… Ya da İstanbul’daki Türk arkadaşlarımın deyişiyle Muhammed. Bugün 13’üncü yılına giren Suriye savaşı benden sadece çocukluğumun hatıralarını almadı. Aynı zamanda ismim de değişti. Çünkü Türk arkadaşlarım Sair ismine epey yabancı olduğu için “Bunan sonra senin adın Muhammed olsun” dediler ve beni öyle çağırmaya başladılar. Ben, yıllardır Sair değilim. Muhammed’im.

 

2016 yılında savaş İdlib’e sıçradığında Mekatronik Mühendisliği okuyan biriydim. Haliyle herkesin Suriyeli olduğu bir ülkede kimse kimseye “Suriyeli” demiyordu. Burada, ismi de değişmiş bir “Suriyeliyim”. Ama Suriyelilerin “şanslı” olanlarından. Çünkü çalışma iznim var. İkametim de İstanbul’a kayıtlı olduğu için polis görünce yolumu değiştirmiyorum. Ve çevremde beni tanıyan herkesin sevdiği bir Suriyeli. Bazen “Suriyeli” adındaki bir hayalete kızsalar da “Sen başkasın” dediklerinden. Oysa “başka olmayanlar” da benim gibi.

 

Ben Suriyeliyim.

 

Sadece ismi değişmiş ve cebinde ikamet tezkeresi olan bir Suriyeli değilim ama. Aynı zamanda Türkçeyi altı ayda, hem de çok iyi öğrenmeyi başarmış bir Suriyeli. Çalıştığım iş yerinde Türk arkadaşlarımla futbol muhabbeti yapabilen, Yeşilçam filmleri izleyebilen, adeta her dönemecinde yeni bir labirente girmiş gibi kıvrımlı bir dilde, Türkçe yapılan esprileri anlayabilen ve bu dilde espri yapabilen biriyim.

 

Tarihin gördüğü en acımasız savaşlardan biri olan Suriye savaşı, benim gibi milyonlarca insanı köklerinden koparıp “başkalaştırdı”. Bu hiçbirimizin tercihi değildi. Zaten tercih hakkımız da yoktu. Ya öleceğin ya da öldüreceğin bir savaşı terk edip canınızı kurtarmak için bir bilinmezliğe doğru yola çıkmak sadece zorunlulukla açıklanabilecek bir durum. Benim ve benim gibi milyonlarca insanın yılları kayboldu ama hayatları yerinde. Denizlerin dibinde ya da Suriye’nin çeşitli şehirlerindeki toplu mezarlarda yatan binlerce kişi varken gündelik dertleri çok da sorun etmemeyi öğrendik.

 

Ben Suriyeliyim.

 

Yıllardır kendilerinden bir iz bile bulunamayan arkadaşlarının, akrabalarının ölüm haberlerini aldığı zaman rahatlayan, en azından akıbetlerinden haberdar olan milyonlarca kişiden biriyim. Böyle bir psikolojide hayata tutunmayı öğrenmiş kalabalığın bir parçasıyım.

 

Ama öyle söylendiği gibi bedava sağlık hizmeti almıyorum. İdlib’de bıraktığım okuluma burada bedava devam etmiyorum. Kimseden beş kuruş para almadan, kendi emeğimle İstanbul’da hayata tutunmaya çalışıyorum. Ve bütün bu zor şartlara rağmen bedava hastane, okul ve para yardımı talep etmenin ayıp olduğunu biliyor ve öyle yaşıyorum.

 

Sekiz yıldır İstanbul’da yaşayan, beni tanımayanların “Türk” zannettiği, mekatronik mühendisliğini bırakmak zorunda kalmış bir Suriyeli sığınmacıyım… Ama elbette sadece “sığınmacı” parantezine hapsedebilirsiniz de. Artık kızmıyorum. Ama hâlâ kırılıyorum. Yıllar boyunca yaşadığım bütün bu deneyimler beni daha güçlü biri yapıyor. Bunu da hissediyorum. Ülkesine dair hatırladığı son şey büyük bir bombardıman olan biri olarak, birçok kişi öyle dese de, sadece “sığınmacı” değilim. Kendimi, bütün her şeyle birlikte Türkiye’nin bir parçası olarak hissetmeye başladım. Bu ülkenin bana sağladığı bütün “yeni başlangıçlara” ve “geri dönüşlere” olan minnetim ve bütün kırgınlığımla.