Serhat Güvenç

Serhat Güvenç

Türk’ün F-35 ile imtihanı

Üzerine Türk bayrağı motifi işlenmiş iki F-35, ABD’de, Türkiye’ye törenle teslim edildi. Ancak pilot eğitimleri sürerken S-400 krizi sonrasında eğitim bitti, uçaklar Türkiye’ye getirilemeden geri alındı. Üretimin de bir parçası olan Türkiye F-35 projesinden tamamen çıkarıldı.

1990’ların sonlarına doğru F-16 gerek dünyada gerekse Türk Hava Kuvvetleri’nde kendini kanıtlamış bir savaş uçağıydı. 4’üncü kuşak savaş uçağı tasarımları arasında en başarılı olanlardan biriydi. Ancak teknolojik gelişmeler, 5’inci kuşak savaş uçağı arayışlarını beraberinde getirdi. F-16, analog ve dijital çağlar arasındaki geçiş dönemi ürünüydü. Yeni tasarımlarda görünmezlik (stealth) ve yazılım en kritik gereksinimlerdi.

Türk Hava Kuvvetleri, 2000’li yılların kuvvet hedeflerine,F-16 ile birlikte görev yapacak 5’inci kuşak çok rollü bir savaş uçağı dahil etmişti.
Yeni uçak, Eskişehir ve Malatya’daki filolarda F-4E yerine görev yapacaktı. Ancak ortada fazla seçenek yoktu. Hava Kuvvetleri, 1947’den beri Amerikan Hava Kuvvetleri’nin izinden gidiyordu.

P-47D Thunderbolt pervaneli av uçakları ile başlayan silsilenin son halkasını F-16 oluşturuyordu. ABD Hava Kuvvetleri’nin elindeki en yeni av uçağı F-22A Raptor’u ise kimseye satma niyeti yoktu. Zaten uçağın dudak uçuklatan fiyatı vardı. ABD’nin bütçesi bile sınırlı sayıda F-22A Raptor almaya yetiyordu.
İsveç’in JAS-39 Gripen, Fransa’nın Rafale ve ortak Avrupa projesi Eurofighter Typhoon gibi çok rollü uçaklar geliştirilmekteydi. Tabii bunlar Türk Hava Kuvvetleri’nin mevcut eğitim ve lojistik altyapısında büyük değişikleri zorunlu kılacak seçeneklerdi.

Geriye, ABD’nin Joint Strike Fighter (JSF) seçeneği kalıyordu. Boeing ve Lockheed’in yarıştığı ihale, Lockheed lehine sonuçlanınca, Türk Hava Kuvvetleri’nin tercihi iyice belirginleşti.
F-16 başlangıçta General Dynamics tarafından üretiliyordu ama bu firma Lockheed tarafından satın alınınca, F-16 da bir Lockheed markası oldu. F-35 de Lockheed tasarımı olarak hem üretim hem de işletim bakımdan bir ölçüde süreklilik anlamına geliyordu.

ABD’NİN PLANLARI
Hava Kuvvetleri’nin F-16 birikimi, F-35’e intibakı kolaylaştıracak bir unsur olarak değerlendirildi.
ABD de kendi payına F-16 deneyiminden ders çıkarmıştı. Özellikle teknoloji paylaşımı, ortak üretim ve nihayet offset imkanları bakımından eskisi kadar cömert değildiler. F-16’nın dış satım başarısı, teknolojinin ve üretiminin müttefiklerle paylaşılması sonucunu doğurmuştu.
ABD bu kez müttefiklerinin iplerini elinde tutacak bir model sunuyordu. F-35, üç kuvvetin (hava, deniz ve deniz piyade) harekât gereksinimlerini tek bir platformla karşılamak gibi bir sınama ile karşı karşıyaydı. F-35; örneğin hava kuvvetlerinin F-16, deniz kuvvetlerinin F-18 ve deniz piyadelerinin AV-8B Harrier uçaklarının yerini alacaktı.
Uçağın karşılaması gereken performans kriterleri çok geniş ve sınayıcı bir yelpaze oluşturuyordu. Üstelik ABD ve müttefiklerin elindeki F-35’ler arasında en ufak bir performans farkı olması istenmiyordu. Önceki koalisyon harekâtlarında müttefiklerin elindeki uçaklar yetersiz kaldığı için yükü ABD hava unsurları sırtlamıştı.

PÜRÜZSÜZ BİRLİKTE ÇALIŞABİLİRLİK
Beklenti “seamless interoperability” yani “pürüzsüz birlikte çalışabilirlik” olarak ifade edildi. Yani olası harekâtta taarruz paketinde yer alacak ABD F-35’i arıza nedeniyle göreve çıkamazsa yerini alacak İtalyan, Norveç ya da Türk F-35’i görevi aynı yetkinlikte yapabilecekti.
Bu, uçağın nihai konfigürasyonunun tespitinde ortakların milli önceliklerinin pek fazla dikkate alınmayacağı anlamına geliyordu.
Konu çok hayati ise talep edilen değişiklik ya da ilavenin gerektirdiği tüm maliyet ilgili ortak tarafından üstlenilecekti.
Aslında ABD’nin F-35 ortak üretim modeli, o dönem Türk savunma sanayisi yetkililerinin kafasındaki önceliklerle hiç örtüşmüyordu.
F-16 montajı ile donanım (hardware) konusunda önemli bir mesafe kat edilmişti. Artık öncelik yazılımdaydı. Özellikle uçağın görev bilgisayarına tam nüfuz edilerek F-35’in milli önceliklere uyarlanması ve milli akıllı mühimmatın entegrasyonu hedefleniyordu.

GÖREV BİLGİSAYARINA ERİŞİM SORUNU
ABD, en başından görev bilgisayarına erişime sıcak bakmadığını ortaya koydu. Bu konuda en ısrarcı olanlar İngiltere ve Türkiye idi.
Bu katı tutumunda esneme olmayacağı düşünülürken, F-35 program ortağı olmayan İsrail’e bu imkanın sağlandığı daha sonra ortaya çıkmıştır. Bu da ABD adına kaydedilmesi gereken bir tutarsızlıktır.
Türk savunma sanayisi yetkililerinin bir diğer önceliği de F-16 programında eksik kalan offset taahhütleriydi. ABD, F-35 projesinde offset seçeneğine yer vermemişti. Program ortağı ülkeler, önceki projelerdeki gibi sipariş ettikleri uçak sayısına göre iş payına sahip olmayacaktı. İş payı için “best value” ilkesi benimsenmişti. Bir diğer ifadeyle herhangi bir parçanın üretimi, o parçayı istenen kalitede, en ucuza üreten firmaya verilecekti.
Özetle offset sistemindeki garantili iş payı yerine daha rekabetçi bir sistem getirilmişti. Bu konuda Türk savunma sanayisi yetkilileri görev bilgisayarına nüfuz konusuna göre daha başarılı oldular. Sipariş bedelinin en az % 50’si kadar iş payı hedefiyle girilen pazarlıklardan Milli Savunma Bakanı Akar’ın son açıklamasından anladığımız kadarıyla 11 milyarlık dolarlık iş payı ile çıkılmış. Türkiye, F-35 programına katılarak uzun vadede kendi muharip uçağını üretebilmek için gereken teknolojiyi ve bilgi birikimini elde etmeyi bekliyordu.
Aşağı yukarı 100 adet F-35A sipariş edilecekti. Bütün bunlar olup biterken, F-35 kamuoyunda F-16’nın yarattığı ölçüde bir heyecan ve ilgi yaratmadı. Zarif hatlı F-16’nın yanında görünüş olarak hantal kalıyordu.
2011 yılında Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. kuruluş yıl dönümü için düzenlenen hava gösterisinde bir mock-up Çiğli’de sergilenmişti. Ama dönüp bakan pek azdı. Uzmanlar ve havacılık meraklıları dışında F-35 programına katılım pek gündem oluşturmadı. TBMM’deki tartışmalarda özellikle CHP milletvekilleri görev bilgisayarına erişim olmayışını eleştirdiler. Günün sonunda siyasi gerekçeler, askeri ve teknolojik kaygılara üstün geldi. Türkiye, ABD ile ilişkilerinin yüzü suyu hürmetine F-35 programına dahil oldu.

ALTIN ÇAĞ KISA SÜRÜNCE…
Türkiye bir ara Eurofighter konsorsiyumuna katılmaya davet edilmişti. Bu davet Türkiye-AB ilişkilerinin altın çağı sayılabilecek bir dönemde yapılmıştı. Ancak kısa süre sonra hava bozulunca Ankara yüzünü siyasi ve askeri olarak bir kez daha Atlantik’in öte yanına döndü. Döndü ama F-35 JSF daha uzunca süre beklentileri karşılamaktan uzak, oldukça pahalı bir uçak olarak kaldı. Türkiye de uçağa kuşkuyla yaklaştığı için siparişlerini kesinleştirmede tereddüt ediyordu.
Bu arada ilk büyük iş payını TUSAŞ aldı. 600 civarında F-35 orta gövde bu şirkete sipariş edildi. Böylece bu bölümü üreten iki firmadan biri oldu. 2012’de Türkiye iki adet F-35A sipariş etti. Bunları dört uçaklık bir sipariş izledi.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Rusya’dan S-400 alım kararı, katılım için bunca emek ve kaynağın harcandığı bir projeden Türkiye’nin çıkarılmasına giden süreci başlattı.

KENDİNİ HÂLÂ KANITLAMADI
F-35 hâlâ kendini tam olarak kanıtlamamış bir savaş uçağı. F-16’nın başarısını tekrarlaması da olası gözükmüyor. Onun kadar göz alıcı değil. Daha çok uçan bir bilgisayar F-35. Ağ merkezli harbin gereklerine göre tasarlanmış ve üretilmiş bir platform. Ağ merkezli harp uygulamalarına; iki yıl önce bir Türk F-16’sı tarafından düşürülen Suriye uçağı örneği verilebilir.

İddiaya göre Türk F-16’sı kendi radarı ile kilit atmadan E-7T havadan erken ihbar ve kontrol uçağından aktarılan radar verileriyle Suriye uçağına angaje olmuştur.
Özetle herhangi bir harekât alanında görev yapan platformun sadece kendi üzerindeki sistemlerden elde ettiği verilerle değil, aynı ağdaki diğer platformlardan elde edilen veriyle de beslenmesidir.
5’inci kuşak bir savaş uçağından Türkiye’nin mahrum kalmasından en çok kim memnun olmuştur acaba?
Ege’deki komşu Yunanistan mı?
Bu uçağın bölgedeki ilk ve tek kullanıcısı İsrail mi?
Yoksa dilediği an Suriye hava sahasını Türk uçakları için girilmez hale getiren Rusya mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güvenç Arşivi