Yasama Dokunulmazlığı Tartışmaları

Yasama Dokunulmazlığı Tartışmaları
14 Mayıs TBMM seçimlerinde TİP adayı olarak Hatay’dan milletvekili seçilen Sayın Can Atalay’ın, aradan iki ay geçmesine rağmen halen tutukluluğunun devam etmekte olması, hukuk ve siyaset çevrelerinde yoğun tartışmalara yol...

14 Mayıs TBMM seçimlerinde TİP adayı olarak Hatay’dan milletvekili seçilen Sayın Can Atalay’ın, aradan iki ay geçmesine rağmen halen tutukluluğunun devam etmekte olması, hukuk ve siyaset çevrelerinde yoğun tartışmalara yol açmıştır. Bu süreçte yeni bir aşama, Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’nin tahliye talebinin reddine karar vermiş olmasıdır. Bu yazıda konu, Anayasa Mahkemesi’nin benzer olaylar hakkında vermiş olduğu kararlar (örnek olarak Sabahat Tuncel, Mustafa Ali Balbay, Kadri Enis Berberoğlu kararları gösterilebilir) ışığında tartışılacaktır. Bu kararların en yenisi ve en ayrıntılısı, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun başvurusuna ilişkin 01/07/2021 tarihli ve 2019/10634 başvuru numaralı karardır. Hukuk fakültelerinde ders olarak okutulmaya layık olan bu karar, gündemdeki tartışmaya ışık tutacak niteliktedir. 

Anayasamızın 83’üncü maddesi, yasama bağışıklığının iki türü olan milletvekili sorumsuzluğunu ve milletvekili dokunulmazlığını düzenlemektedir. Milletvekili sorumsuzluğuna ilişkin ilk fıkraya göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.” Maddenin ikinci fıkrası ise milletvekili dokunulmazlığını tanımlamaktadır. Buna göre, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.” Anglo-Sakson literatüründe bu bağışıklıklardan birincisine “söz hürriyeti” (freedom of speech), ikincisine “tutuklanmama hürriyeti” (freedom from arrest) adı verilmektedir. 

Bu bağışıklıklar elbette milletvekilinin şahsına tanınan ve onları hukukî yaptırımlar dışına çıkaran ayrıcalıklar değil, onların yasama görevlerini serbestçe ve korkusuzca yapabilmelerini sağlayan güvencelerdir. Kökleri yüzyıllar öncesine giden bu kurallar, günümüzde hemen bütün Batı demokrasilerince benimsenmektedir. Hele günümüz Türkiye’si gibi yargı bağımsızlığının neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış olduğu bir ülkede, yasama dokunulmazlığının titizlikle korunması gereken bir kural olduğu aşikârdır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararında da güçlü biçimde ifade edilmiştir: “Anayasal bir kurum olan yasama dokunulmazlığı milletvekillerinin bir engelle karşılaşmadan yasama faaliyetlerine serbestçe katılmalarını sağlamaya yönelik bir koruma mekanizması sunduğundan bunun temsilî demokrasinin işleyişi bakımından önemli bir işleve sahip olduğu kabul edilmektedir… Dokunulmazlık asıl olarak milletvekillerine bir ayrıcalık sağlamayı değil onların şahsında yasama işlevinin korunmasını ve böylece kamu yararının sağlanmasını amaçlar. İkinci olarak yasama dokunulmazlığı özellikle Mecliste azınlıkta kalan ve muhalif milletvekillerinin keyfî bir ceza kovuşturması ile geçici bir süre için de olsa yasama çalışmalarını yapmaktan alıkonulabilmesinin önüne geçmeyi amaçlar ve halkın seçilmiş temsilcileri olarak gereksiz müdahale kaygı ve baskısı taşımaksızın demokratik işlevlerini güvenceli bir biçimde ve gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlar. Böylece milletvekillerinin halkın iradesini Meclise tam olarak yansıtarak millî iradenin eksiksiz gerçekleşmesi sağlanmaya çalışılır.” (para. 65-66).

Anayasa Mahkemesi Denetimi

Türk anayasa koyucunun yasama dokunulmazlığına verdiği önem, gerek 1961 (m. 81) gerek 1982 (m. 85) Anayasalarında, Meclisin dokunulmazlığın kaldırılmasına veya üyeliğin düşmesine ilişkin kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi denetimi sağlanmış olmasından da anlaşılmaktadır. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin incelemesi, davanın esasına ilişkin olmayıp dokunulmazlığın kaldırılması işleminin Anayasaya, kanunlara ve İçtüzüğe uygun olup olmadığının incelenmesi ile sınırlıdır. Mahkemeye göre, “Yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararının iptaline ilişkin istemin, suçlamanın ciddîliği, siyasal amaçlara dayanmaması, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönlerinden incelenmesi gerekir… İsnadın ciddi olduğunun kabulü için ağırlığı yeterli görülmeyip gerçeğe uygunluğunun da araştırılması gerekir.” (para. 110-111). 

Yasama bağışıklıklarından milletvekili sorumsuzluğunun “mutlak”, yani kaldırılamaz nitelikte oluşuna karşılık, dokunulmazlık nisbî bir bağışıklıktır. Bir defa dokunulmazlık, milletvekilini ancak milletvekilliği sıfatının devamı süresince korur; bu sıfat sona erince o kişi hakkında yargısal işlemlere girişilir ve bu süre içinde zaman aşımı işlemez. İkincisi, dokunulmazlık Meclis kararıyla kaldırılabilir. Üçüncüsü, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin kendisi, dokunulmazlığın dışında kalan bazı durumları belirtmiştir. Buna göre, “Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.” Bu istisnalardan ilki, mantığa uygundur. Çünkü suçüstü halinde, isnadın asılsız ve ciddiyetten uzak olması ihtimali yok gibidir. Anayasanın 14’üncü maddesinde sayılan durumlar istisnasının kapsamı ise uzun zamandan beri tartışmalıdır. Sayın Atalay’ın durumuna ilişkin tartışma da tam bu nokta etrafındadır. 

Anayasanın 2001 yılında değiştirilen 14’üncü maddesine göre, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” Ancak bu faaliyetlerin ceza mevzuatımızdaki hangi suçlara tekabül ettiği, ne Anayasada ne de başka bir kanunda tasrih edilmiştir. Oysa Anayasanın 13’üncü maddesine göre temel hak ve hürriyetler “ancak kanunla” sınırlandırılabilir. Dolayısıyla bir fiilin, 14’üncü maddede değinilen durumların kapsamına girip girmediğinin sadece davayı gören mahkemenin takdirine bırakılması, açık bir anayasaya aykırılık teşkil eder. Kaldı ki 14’üncü maddenin kendisi, “bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir” hükmünü ihtiva etmektedir. Üstelik Anayasa Mahkememizin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına göre kanunla sınırlandırma halinde dahi kanunun belirli ve öngörülebilir olması şarttır. 

Anayasa Mahkemesi de bu hususun davayı gören mahkemelerin takdirine bırakılamayacağını açıkça ifade etmiştir. “Anayasanın 14. maddesinin genel ifadeler taşıyan metninden hareketle Anayasanın 83. maddesinin ikinci fıkrasında var olan ‘Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar’ ibaresinin yargı organlarınca belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayacak anlamlı bir şekilde yorumlanması mümkün görünmemektedir.” (para. 95). “Hangi suçların bu kapsamda görülüp yasama dokunulmazlığı kapsamı dışında tutulacağını Anayasanın 14. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan genel ifadeler üzerinden belirlemek de güçtür.” (para. 89). 

Anayasa Mahkemesi’nin tereddüde yer bırakmayan bu yerleşik içtihadı karşısında, Yargıtay 3. Dairesi’nin söz konusu kararı, açık bir Anayasa’ya aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü Anayasa’nın 153’üncü maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Bir yargı makamının bu kararları göz ardı etmesi, hiçbir şekilde mümkün değildir.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.