Laiklik ve demokrasi

Laiklik ve demokrasi
AKP lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Yeni Anayasa’ deyince, önce ekonomik sorunlarla boğuşan Türkiye’de gündemi değiştirmeyi amaçladığını düşünmüştüm.Daha da önemlisi, ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi’ üzerine...

AKP lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Yeni Anayasa’ deyince, önce ekonomik sorunlarla boğuşan Türkiye’de gündemi değiştirmeyi amaçladığını düşünmüştüm.
Daha da önemlisi, ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi’ üzerine uzun bir süreden beri kafa yoran ve ‘istişare’ süreci yürüten ‘Millet İttifakı’nın önünü kesmeyi amaçladığı fikrine kapılmıştım. Ancak daha yakından bakınca, ‘vatandaş memnuniyeti’ üretmekte zorlanan ve giderek zemin kaybeden Erdoğan’ın yeni bir hamleye ihtiyaç duyduğunu, bunun da ‘Yeni Anayasa’ hamlesi olabileceğini anladım.
Böylelikle ‘Laiklik’, ‘Kürtçe dili’ ve ‘Güçlendirilmiş Başkanlık’ gibi kavramlar geniş olarak tartışılacak. ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi’de buna paralel olarak gündemde yerini alacak. Sadece bu konular değil, bir Anayasa değişikliği için TBMM içinde en az 360 milletvekiline ihtiyaç olması, dolayısıyla en az 23 milletvekilini ‘kazanmaya’ yönelik siyasi oyunlar vs, uzun bir süre bizi iç siyasete kilitleyecek. Ardından belki referandum ve bunun getireceği hareketli ortam…
Türkiye bu ortama alışık. İç siyaseti, diğer Avrupa ülkeleriyle kıyas bile kabul etmeyecek şekilde yoğun yaşayan bir ülke… Ama bu kez ‘Laiklik’ konusunun dahi tartışma ortamına sürüklenecek olması durumu daha da önemli hale getiriyor.
Yeni Anayasa’ya ‘Devletin dini İslamdır’ yazıp laiklik kavramının çıkartılmasını arzu edenler var ve bunun için içten içe mücadele vermekteler. Halbuki, ‘Laiklik’ olmadan ‘Demokrasi’ olmayacağını bilmek gerekiyor. Böyle söyleyince laiklik vurgusunun sadece ‘Fransa ve Türkiye’de var olduğunu belirtenleri duyar gibiyim. Öyle değil. Ben yıllarca Avrupa’da yaşayan biri olarak şunu söyleyeyim, laiklik ya da seküler sistem olmadan demokrasiyle yönetilen bir ülke yeryüzünde yok…
Avrupa’da, “Laik ülke” deyince Fransa, “Seküler ülke” deyince İngiltere akla gelir. Sekülerlik daha çok, dinsel kökenli örf ve adetlerin, toplumlarla ilişkilendirildiği, bununla yoğrulan devlet-din ve toplum ilişkisini içerir. Laiklik ise genel anlamda dinin ve devletin her birinin kendi alanlarında bağımsız olmasını ifade eder. Başka bir anlatımla laiklik, dinsel alan ile devlete ait kamusal alanın birbirinden ayrılması, devletin belli bir dini temsil etmemesi, dinler ve inançlar karşısında tarafsız olmasını ifade eder.
Sonuçta, laiklik ya da başka bir ifadeyle sekülerlik düşüncesi Batı’da uzun süren mücadelelerin sonucunda gelişti. Bu uzun yolda elbette değişti, dönüştü, farklı yorumları oldu. Ama demokrasinin mutlak bir parçası oldu.
İktidar, kamuoyu yoklamalarında Ayasofya’nın ‘Camiye dönüştürülmesi’ ya da benzer ‘dinsel kışkırtmalarla’ herhangi bir ‘kazanç’ elde edemediğini gördü. Ancak halkın bir bölümü hala ‘Ezanlar susturulmak isteniyor’ dendiği zaman buna inanıyor ve hatta ‘galeyana’ gelebiliyor. Bu kesim ve daha da geniş bir kesimin, ‘Devletin dini İslamdır’ gibi bir ifadenin Anayasa’ya eklenmesini coşkuyla karşılayacağını düşünmek yanlış olmaz. Erdoğan ve beraberindekiler de bunu amaçlıyor olabilir. Bunu ancak ‘Cumhuriyeti’ ortadan kaldırarak yapabilmek mümkün. Çünkü Cumhuriyet hiçbir dini tanımaz. Devlet tüm inançlarla arasına mesafe koyar. Her ne kadar bu durum Türkiye’de belirli bir ölçüde ‘erozyon’a uğrasa da, ‘Laiklik’ vurgusunun kaldırılması, artık Cumhuriyet ve Demokrasi’nin sonunun ilanı anlamına gelir.
Adına ister ister seküler ister laik denilsin, demokratik devletler tarihleri boyunca yaşadıkları deneyimlerin ardından, din ile arasına mutlaka mesafe koymuşlardır. Bu durum, demokrasinin ‘vazgeçilmezidir’…