Milliyetçiliğin Katar’la imtihanı

Dış politika, seçmenlerin parti tercihini belirleyen önemli faktörlerden biridir. Üstüne üstlük bu sadece bize mahsus bir durum da değildir. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında hükümetlerin dış politika tercihleri ile vatandaşların yaşam biçimi ve standartları arasında güçlü bir ilişki olduğu toplumlar tarafından net bir biçimde öğrenilmiştir.
Soğuk Savaş yılları belki çoktan geride kaldı, ama dış politika ile seçmen davranışları arasındaki güçlü korelasyon günümüzde de devam ediyor. Örneğin Birleşik Krallık’ta son seçim de dahil olmak üzere en belirleyici tartışma AB ilişkileri ve Brexit’ti. Üstelik bu gündem hâlâ güncelliğini koruyor ve pandeminin kontrol altına alınmasından sonra yeniden bu konuda büyük tartışmalar yaşanacağını göreceğiz.
AK Parti de iktidara geldiği ilk dönemde AB ile ilgili yürüttüğü çalışmaların olumlu geri dönüşlerinden çok istifade etmişti. Önceleri “Sıfır Sorun” belli bir dönemden sonra “Yeni Osmanlıcılık” ve en son da “Değerli Yalnızlık” şeklinde kodlanan AK Parti’nin dış politikası ilginç bir biçimde seçim başarılarına önemli katkı sağladı.
Evet, bu üç dış politika tarzının birbiriyle çeliştiğinin ve aslında iktidarın tercihlerinde önemli kırılmalar ve kopuşlar yaşandığını ifade ettiğinin farkındayım. Ama hem o dönemler boyunca yapılan araştırmalar hem de seçim sonuçları, AK Parti’nin bu farklı dış politika anlayışlarını kendi seçmenlerine benimsetmeyi başardığını bizlere göstermiştir.
Bu yazıda AK Parti seçmeninin birbiriyle taban tabana zıt dış politika anlayışlarının hepsine birden nasıl ikna edilebildiğini -ilginç bir konu olmakla birlikte- tartışmayacağım. Bundan da enteresan olanı, gerek AK Parti seçmeninin gerekse de tüm seçmenin büyük çoğunluğunun “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” prensibine, farklı dış politika anlayışları dönemlerinde inanmaya devam etmesiydi.
Toplumumuz sadece İsrail ve Yunanistan gibi genellikle sorunlu ilişkiler yaşadığımız ülkeleri değil bir-iki istisna dışında hiçbir ülkeyi Türkiye’nin dostu olarak görmüyor. AB sürecinin hızlandığı, küreselleşmenin ve dünyaya entegrasyonun makbul kabul edildiği dönemlerde bile ne ABD’ye ne AB ülkelerine dost gözüyle bakıldı. Karşılıklı ilişkilerin en iyi olduğu dönemde dahi Rusya “dost” statüsüne yükselemedi. İslam ülkeleri ile seçmenlerimizin yıldızı hiç barışmadı. Hatta Türki Cumhuriyetler bile bu şüpheci tutumdan nasibini aldı.
Toplumumuz darbeci iki general döneminde (Kenan Evren ve Ziya ül Hak) güçlü bir kamu diplomasisi ile pekişen iyi ilişkiler nedeniyle Pakistan’ı ve “iki devlet tek millet” şeklinde konumlandırdığı Azerbaycan’ı dost ülkeler olarak görüyor. Bu iki istisna dışında diğer ülkelere hep mesafeli bakıyor.
Seçmenin diğer ülkelerle ilgili bu kanaatleri, iktidarın dış politikadaki değerli yalnızlığının toplum tarafından en azından olumsuz değerlendirilmemesini de sağladı. 2015’ten itibaren AK Parti’nin milliyetçiliğe yönelmesi ve kendi seçmenini güçlü bir endoktrinasyonla daha çok milliyetçileştirmesiyle paralel bir biçimde, diğer ülkelere olan duygusal mesafe de gün geçtikçe açılıyor.
Son günlerde Katar konusunda yaşanan tartışmalar milliyetçileşen Cumhur İttifakı seçmeni açısından ilginç bir durum ortaya çıkardı. Küçücük bir ülkeye bu seviyede varlık satışı aslında milliyetçi reflekslerin devreye girmesini ve olumsuz tepkiler oluşmasını tetikleme potansiyeline sahip.
Bilhassa CHP’nin Katar-iktidar ilişkilerine yönelik eleştirileri gün geçtikçe şiddetleniyor ve milliyetçi seçmenler nezdinde soru işaretleri yaratma ihtimali var. AK Parti bu tehdidi doğru okumuş olmalı ki, tartışmayı bir anda Katar-iktidar ilişkisinden çıkarıp “orduya dil uzatma” şekline dönüştürdü.
Bu hararetli tartışma, tıpkı bundan öncekiler gibi bir süre sonra sıcak gündem mezarlığına gidecek. Ancak iktidarın Katar ile ilişkileri daha uzun zaman sürmek durumunda. Katar’ın artık ülkemizde çok sayıda mülk ve yatırıma sahip olması ve iktidarın başka yabancı sermaye kaynakları bulmakta zorlanması, küçük bir ülkenin iç siyaset tartışmalarında büyük bir yer işgal etmesini kaçınılmaz kılıyor.
Bu tartışmaların seçmeni nasıl etkileyeceğini önümüzdeki dönemde yapılacak araştırmalar bizlere gösterecek. Bilhassa milliyetçi seçmenler açısından bu tartışmaların kalıcı izler bırakacağını şu aşamada değerlendirebiliriz. Milliyetçilik, ya Katar’a Pakistan ve Azerbaycan’ın yanında bir yer açacak ya da kışkırtılmış milliyetçilik söylemi iktidar için bir bumeranga dönüşecek. Özellikle İYİ Parti’nin bu milliyetçi dalgadan istifade edebilme potansiyeli yüksek. Tabii ki kullanmayı düşünürse…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi