ABD seçimlerinin düşündürdükleri

Milletin sesi hatta kendisi olduğunu iddia ederek iktidar koltuğuna yapışmış olan tüm popülistler gibi, bizde de mevcut rejimin bileşenleri, bu gerçeği reddetme ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma kararlılığı içindeler.
Demokrasinin en asgari koşulunun çalışmasının çeşitli gerekçelerle ve bahanelerle engellendiğini, seçim kaybeden bir partinin iktidarı bırakmamak için neler yapabileceğini ve bunun acı sonuçlarını 2015 yılından beri yaşıyoruz.
Buna rağmen, 6 Ocak günü ABD’de yaşananlar karşısında dehşete kapıldık. Dünyanın en iyi işleyen denge ve denetleme mekanizmasına sahip demokrasilerinden biri olarak bilinen ABD’de yeni başkanın kazandığını ilan edecek Kongre oturumu sırasında yaşananları, tüm dünya nefesimizi tutarak izledik. Trump’ın tutumu, popülist liderlerin hem kendi ülkeleri hem de dünya için ne kadar tehlikeli olabileceğine ilişkin derslerle doluydu.
Trump, kişisel iktidarı uğruna dünyanın en eski demokrasisini hiç tereddüt etmeden ateşe vermeye kalkıştı. Bunu yaparken kurumlarını, halkın iradesini sınırlayan birer vesayet kurumu olarak tanımlamaktan ve o kurumları yok etmek için en radikal adımları atmaktan çekinmedi.
Ne var ki, ABD’de halen ayakta olan güçlü kurumlar, bağımsız medya ve yargı ve tabii topluma, mesleklerine ve evrensel değerlere ve kurumlara saygılı, ahlaklı ve erdemli insanların direnişi, Trump’ın çılgın planını boşa çıkardı.
Biz ise ateşin üzerinde ılık suya atılmış, yavaş yavaş haşlanan ama haşlandığını fark etmeyen kurbağa gibi, anayasa ve yargı başta olmak üzere, tüm kurumlarımızın milletin iradesini sınırlandıran birer vesayet kurumu olarak tek tek yok edilmesini izledik. Durumun farkına vardığımızda kurumlara, hukuka, mesleğinin ilkelerine ve etik değerlere sahip çıkacak pek kimse kalmamıştı ortalıkta. Çoğu ya korkutulmuş ya susturulmuş ya da iktidarın sadık neferine dönüştürülmüştü.
Yine de ABD’den tüm dünyanın çıkaracağı önemli dersler var. En önemli ders, eşitsizliğin popülizme yol veriyor ve besliyor olması. Dolayısıyla eşitsizlikle mücadele etmeden demokrasileri savunamayacağımız çok açık. Kuşkusuz korona salgını eşitsizliğin yakıcı sonuçlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne getirdi. Yoksulların ya salgından ya da açlıktan öldüğü bir dünyanın varlığı, böyle bir sorun yokmuş gibi davranan iktidarların koltuklarını salladı. İlk kurban Trump oldu.
Eşitsizliğin, büyüyen yoksulluğun, açlığın ve artık dünyada ve ülkemizde kurumsallaşmış hale gelen yolsuzluğun dünyadaki birçok popülist iktidarın korkulu rüyası olduğu bir gerçek.
Erdoğan-Bahçeli iktidarı da, bu korku ve endişeyle, demokrasiye bir daha dönemeyecek biçimde, Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri bir tür sultanlık yönetimi altında dizayn etme çabalarına hız verdiler.
Ekonominin genel zayıflığının, artan hane halkı ve esnaf borçluluğunun, işsizliğin, yoksulluğun, çocukların eğitime ulaşamamasının, pandemi döneminde esnafa, halka yeterli gelir desteği vermek yerine iktidara yakın müteahhitlere milyarlarca dolar ödeme yapılmasının ve dış politikadaki başarısızlıkların konuşulması ‘güvenlik’ meselesi parantezine alındı ve devletin baskı ve propaganda araçlarıyla siyasetsizleştirme adımlarına hız verildi. Bazen de doğrudan siyasetçilere ve konuşan, yazan gazetecilere yönelen fiziki saldırılar ile muhalefet susturulmaya çalışıldı.
Bugün siyaset yapmanın vatana ihanetle itham edildiği, siyasetçilerin yerli ve milli olmamakla, dış güçlerin içerideki uzantısı olmakla, hatta teröre yardım ve yataklıkla suçlandığı bir ortam yaratıldı. Böylece iktidar, eleştiri ve itirazların bedelini ağırlaştırarak kitleleri ikna yolunu seçen ama kendini de başarılı olma mecburiyetinden kurtaran bir yapı inşa etme yolunda hayli mesafe katetti.
HDP’nin kapatılması talebinin Bahçeli tarafından ısrarla dile getirilmesi ve HDP’lilerle ilgili fezlekelerin birbiri ardına TBMM’ye gelmesi, Demirtaş’ı ve içerideki HDP’lileri zindanda tutmak için hazırlanan 6-8 Ekim Kobane iddianamesi, doğrudan bu yeni devlet yapısı tasarımıyla ilgili.
Kutuplaştırma ve kimlik siyasetinin tüm alt yapısını hazırlayan ve tüm araçlarını elinde tutan mevcut iktidar, CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere tüm muhalefeti ‘kapatma’ ve Kobane iddianamesiyle doğrudan tutum almaya zorluyor. Şayet muhalefet bu dayatma karşısında pasif ve edilgen bir tutum alırsa, Erdoğan ve Bahçeli’nin hayalindeki tekçi devlet, hayata geçirilmiş ve demokrasi uzun yıllar ufkumuzdan çıkmış olacaktır. Bize göre Türkiye’nin önündeki en büyük risk budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nesrin Nas Arşivi