Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Artık 'güzel güzel' konuşmasak?..

Son dönemde muhalefetin "iktidarın gündemi"ne kapılıp gitmesi, hatta zaman zaman "iktidarın söylemi"ni sahiplenmesi büyük eleştiri alıyor. Peki bu sadece "muhalif" siyasetçilerin bireysel yetersizliklerinden, vizyonsuzluklarından mı ileri geliyor? Ailede, iş yerinde ve sosyal medyada bile "yeni bir şey" söylemek riskliyken belki bu noktada "iktidarın söylemi"ni değil, "söylemin iktidarı"nı tartışmaya açmak gerekiyor.

Bazı ufak tefek hadiseler, "büyük büyük" olayların gölgesinde kalıyor; unutuluyor, gidiyor. Tıpkı geçen ay TRT Çocuk'un canlı yayınına katılan 9 yaşındaki Utku'nun başına gelenler gibi!..
Gözde Çevik'in sunduğu "Haberin Olsun" programına telefonla bağlanan Utku, yayından ayrılmadan önce tekrar söz alıyor ve "Kaz Dağları'mıza şu anda çok büyük bir zarar verilmekte" diyordu. Ve der demez Gözde Çevik tarafından sözü kesilecekti! Tehlikeli bir alana girildiğini hemen sezen sunucu, "çevik" bir refleksle araya girecek ve gülücükler eşliğinde "Utku'cuğum, güzel güzel konuştuk seninle..." diyerek konuyu değiştirecekti. Devlete yönelik "çevreci tehdit", başarıyla bertaraf edilmişti.
Elbette görüntüler ortaya çıkınca sosyal medyada tepki oluyor, sunucu Gözde Çevik eleştirilerin hedefi haline geliyordu. Yoksa "sansür" artık 9 yaşındaki çocuklara kadar mı inmişti? Sorunun cevabı Çevik'in "Güzel güzel konuştuk!" cümlesinde gizliydi...

'ANARŞİST'LİĞİN LÜZUMU YOK!..

Birçoğumuz daha küçük yaşta bizden mümkünse susmamızı, çok gerekliyse de "güzel güzel konuşmamızı" isteyen ailelerde yetişiyorduk. Okullarda bu "güzel güzel konuşma"nın çerçevesi "küçüklerimi sevmek, büyüklerimi saymak" ile çiziliyor, resmin dışına taşanlara hiç iyi gözle bakılmayacağı sezdiriliyordu. Henüz adını koyamadığımız görünmez bir "iktidar", geleceğin "özne"lerini şekillendiriyordu.
Böylece itiraz etmeyen, "hayır" demeyi bilmeyen "yarı birey"lere dönüştürülüyorduk. Hoşlanmadığımız komşuları güler yüzle ağırlıyor, sevmediğimiz yakınlarla "güzel güzel konuşmak" zorunda kalıyorduk. Bir ikramı geri çevirmek ayıptı ve "Korona pozitif" bile olsak kızımızın düğününe katılmak şarttı! Yoksa "laf çıkar"dı!
Neticede "adabımuaşeret" diye bir şey vardı ve "makbul söylem"in dışına çıkanlar en hafifinden "aykırı", "anarşist" diye damgalanırdı. Bu "söylem"i toptan reddeden "deli"ler içinse tam teşekküllü "klinik"ler çoktan hazırdı!

'NAMUS' ÇOK ÖNEMLİ...

Denetimin bu kadar yoğun olduğu bir toplumda "siyasi söylem"in sınırları da kaçınılmaz olarak daralacaktı. Muhalefet dilediğini söyleyebilirdi. Dikkat etmesi gereken tek husus, dikenli telleri geçmemekti.
"Vatanın her köşesi cennet"ti örneğin!.. Hiçbir siyasetçi "Orta Anadolu'nun griliğini sevmiyorum, Sicilya daha güzel!" diyemezdi! Zira "milli irade" incinebilirdi.
Hiçbir siyasetçi çıkıp içki zamlarını eleştiremezdi. Çünkü söz konusu "söylem"se siyah poşete gizlenen birtakım "zevkler" değil, manevi değerler önemliydi.
İster "sağda", ister "solda" olsun; her parti tarihimizle gurur duymalı, ecdadımızı iyi anmalıydı. Zaten artık padişahları konu edinen TV dizileri bile eleştiriden, hatta espriden muaftı!
Ve en önemlisi, siyasetçi dediğin "delikanlı" olmalıydı! LGBTİ+ haklarını örneğin, ancak çok gerekirse yarım ağızla savunmalıydı. Çünkü sokak köpeğini taciz ederken yakalanan amcalarımız ve dayılarımız "namus" ve "erkeklik" konularında çok hassastı! E o dayının oyu olmadan da sandıktan birinci parti çıkmak imkânsızdı.

'İNSAN HAYRET EDİYOR!..' Aslında sadece bizim değil, tüm devletlerin önce sözcüklere hakim olup iktidarını "söylem"le kurduğunu gözlemleyebiliyoruz. Tek fark, bu "söylem"in sınırını esnek tutanlara "demokrasi", dar alana sıkıştıranlara "otokrasi" adı veriliyor. Somali ve Gine'de örneğin, "kadın sünneti" tartışılırken Alman kamuoyunda, "Demokrasi karşıtı Neo-Nazilerin bile miting hakkı olmalıdır!" diyenler çıkabiliyor.
Bizde ise "devletçi - milliyetçi" söylem o kadar kadim ve köklü ki bizzat muhalefet bile o sığ suların tekinliğinden kurtulamıyor, "söylemin iktidarı"na boyun eğiyor. Sadece "Yenikapı ruhu"nda, Suriye operasyonlarında, dokunulmazlık oylamasında değil, hayatın herhangi hiçbir alanında söyleyecek "yeni bir şey"i olmayan Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener gibi siyasiler, "ağır kınama"lar ve "Hayret bir şey!" serzenişleriyle "güzel güzel konuşmaya" devam ediyorlar. Siyasi iktidar da onlara "buzdolabı fiyatları", "camide Çav Bella" (!) gibi "gündem"ler verip "iktidarın söylem"ini kolayca belirliyor.

UTKU GİBİ 'UYGUNSUZ' OLMAK...

Peki ne yapmalı? "Söylemin iktidarı"ndan çıkmak için ille ağzımızı mı bozmalı? İşte Selahattin Demirtaş'ın hafta içi Medyascope'ta Ruşen Çakır'la yaptığı söyleşi, tam da bu soruya yanıt veriyor. "Dışarıda olsaydım bir sabah Başak (Demirtaş) ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve 'Kahvaltıya geldik' derdim" diyen Demirtaş, bir anda siyasi ezberleri bozuyor, gündemi belirleyebiliyor. Çok sade bir "barış" mesajıyla "kayıkçı kavgası"ndan ibaret "söylem"in dışına nasıl çıkılabileceğini bizlere gösteriyor.
Tıpkı Utku gibi!.. Teknoloji sayesinde herkesin her şeyi "konuşabildiği" ama aslında hiçbir yeni sözün söylenmediği 21. yüzyıl ataletinde ne mutlu ki Utku'lar da yetişiyor ve onların cesareti, "söylemin iktidarı"nı paniğe sevk edebiliyor.
"Güzel güzel konuşmak" Kaz Dağları'nı talan eden altın şirketlerinin, şehirleri betona boğan müteahhitlerin, Ankara'da yaz kış takım elbiseyle dolaşan ve birbirine "sayın" diye hitap eden bıyıklı erkeklerin diliyse, bize tam da 9 yaşındaki Utku'nun "uygunsuz söylem"i gerekiyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi