Atom bombasının babası mı yoksa katil mi: Oppenhaimer !

Atom bombasının babası mı yoksa katil mi: Oppenhaimer !
Ohppenheimer”, iddialı bir proje ve beyaz perdede karşımıza geldiği şekliyle yönetmen Nolan’ın da  tek boyutlu ele almadığı son çalışması. Dünya tarihinde az rastlanan dahilerden biri ve komünizmin sempatizanı olan...

Ohppenheimer”, iddialı bir proje ve beyaz perdede karşımıza geldiği şekliyle yönetmen Nolan’ın da  tek boyutlu ele almadığı son çalışması. Dünya tarihinde az rastlanan dahilerden biri ve komünizmin sempatizanı olan J. Robert Oppenheimer (Cillian Murphy), atom bombasının babası diye biliniyor. Nolan, filminde atom hakkında bilimsel çalışmalar yaparken Amerikanın “ali menfaatleri” için çalışmasını bir kitle imha silahına dönüştüren J. Robert Oppenheimer’ın yaşamını her yönüyle mercek altına almış.

İngiliz yönetmen Christopher Nolan, sinemada kimi öne çıkan filmleri, “Tenet” (2020),  “Dunkirk” (2017), “Interstellar” (2014) ve “Inception” (2010) ile, kendisine bu sanatın müptelaları arasında bir yer edindi. Bir film hakkında yazmaya başlarken empatiyi elden bırakmadan bu uğraşı sürdürmeye çalışırım. Bir filmin yapım sürecine kendi yaptığım filmler dahil  içerden bakabildiğim için, bu işin ne denli zor olduğunu bilirim. Uzun bir süreye yayılan akademisyenlik yaşamımda da beni etkileyen, tanımaktan mutlu olduğum ve yetişmesinde ufak da olsa payım var diye düşündüğüm az sayıda öğrencim olmuştur. Bu satırları yazmaktaki amacım büyük bir emek karşılığında gerçekleştirilen bir yapıtı yargılarken, objektif olma düsturuna olanak tanımak gerektiğine dayanak oluşturmak...

Fotoğraf: IMDb

ÇOK BOYUTLU FİLM PROJESİ

Ohppenheimer”, iddialı bir proje ve beyaz perdede karşımıza geldiği şekliyle yönetmen Nolan’ın da  tek boyutlu ele almadığı son çalışması. Dünya tarihinde az rastlanan dahilerden biri ve komünizmin sempatizanı olan J. Robert Oppenheimer (Cillian Murphy), atom bombasının babası diye biliniyor. Nolan, filminde atom hakkında bilimsel çalışmalar yaparken Amerika’nın “ali menfaatleri” için çalışmasını bir kitle imha silahına dönüştüren J. Robert Oppenheimer’ın yaşamını her yönüyle mercek altına almış.

Böylesi bir filmi sinema sanatına dahil edebilmek için, sinema dili aracılığıyla pek çok unsuru başarıyla kotarmak lazım. Bir yandan çağımızın en büyük buluşlarından birisi olan atomun parçalanması ve bu olguyla gelişen bir dizi bilimsel buluş hakkında yansıtmalar yaparken; diğer yandan bu sürecin temel öznesi olan bir bilim adamının iç dünyasını, kafasının nasıl çalıştığını, sosyal ve toplumsal yaşamdaki varoluşunu, komünizm sempatizanlığını ve başına açtığı dertleri, Japonya’ya Başkan Truman’ın emriyle atılan iki atom bombası sonrasında yaşadığı vicdan azabı ve iç hesaplaşmasını da yansıtmanız gerekir; yönetmen Christopher Nolan’ın da yaptığı gibi...

NÜKLEER SİLAH ÜRETİM SÜRECİ

Nükleer enerji dediğimizde aklımıza gelen enerji türü "fisyon" olarak adlandırılan atom çekirdeğinin bölünmesi sonucu ortaya çıkan enerji olarak tanımlanıyor. Bu enerji, ağır bir elementin (örneğin uranyum) çekirdeğinin daha hafif olanlara parçalandığında ortaya salınan enerjidir.  Bir film eleştirisiyle bu açıklamaların ne ilgisi olduğu okuyucunun kafasını karıştırsa da, bu müthiş enerjinin ortaya çıkmasını, Ateş Tanrısı Prometheus’un çağdaş versiyonu olan Oppenheimer’ın ve Almanlardan önce atom bombası yapılması için başkana mektup yazan bir başka dahi Einstein’ın, yaptıklarının anlaşılmasına ufak bir vurgu oluşturmak için yapıyorum. Bu bağlamda aşağıda uranyum çekirdeğinin parçalanması ve beraberinde ortaya çıkardığı enerji salınım şeması görülüyor. 

                                                    Kararsız çekirdek

Füzyon da bir nükleer enerjidir. Füzyon, fisyon olayının tersine, daha ağır olanı oluşturmak için iki hafif çekirdeğin (örneğin iki hidrojen çekirdeği) birleşmesi sürecidir ve bu süreçte ortaya çıkan enerji de füzyon enerjisi olarak adlandırılır. Burada temel problem bu birleşmenin olabilmesi için Güneş'te olduğu gibi çok yüksek sıcaklık gerekliliğidir. Aşağıda iki hidrojen çekirdeğinin birleşerek helyum çekirdeği oluşumu ve enerji salınımı şematik olarak yer alıyor.

Füzyon enerjisinin gücünü anlamak için patlayıcıları örnek verebiliriz. Bilindiği gibi geleneksel kimyasal patlayıcılar çok güçlü ve tehlikelidirler. Ancak kimyasal patlayıcıların gücü İkinci Dünya Savaşı'nı sonlandıran fisyon atom bombası ile karşılaştırılamaz. Öte yandan füzyon esasına dayalı hidrojen bombası da klasik atom bombasını gölgede bırakacak ölçüde büyük bir güce sahiptir. (1)

MANHATTAN PROJESİ

Robert Oppenheimer, 1942'de Manhattan Projesi'ne (ilk nükleer silahları -atom bombası-   geliştirme projesi) liderlik yapması için Berkeley Üniversitesi’nden ayrılırken, öğrencilerinin çoğunu da Los Alamos Laboratuvarına (çölde yapılan yapay şehir) beraberinde götürür; ancak favori öğrencilerinden biri olan Wu'yu ekibine dahil etmez. Amerika’nın geçmişinde siyahilere yönelik yaptığı ırkçı uygulamalar ve kadın hakları bağlamında da çok temiz olmayan sicili, bu büyük ve anlaşılması kolay olmayan ülkenin kara deliklerindendir. Wu'nun hem Çin asıllı ve hem de kadın olması nedeniyle bu projeye dahil olması otoriteler tarafından uygun bulunmasa da, süreç içinde projeye dahil edilir ve önemli katkıları olur. Bununla birlikte yıllarca göçmen bürosu tarafından izlenir ve sınır dışı edilme tehdidi altında kalır. (1)


Christopher Nolan’ın filmine ilişkin yukarıda özetlediğimiz ve aslında film eleştirisinin kapsamında olmayıp, bilimsel makale kapsamında olması gereken olgulara, “Oppenheimer”ın hızlı temposu içinde detayları kaçıran seyircilere rehber olması için de yer verdim. İnsanlığa hizmet ederken zaman zaman insanlığın aleyhine de dönüşebilen kötücül durumlar ise bilimin paradoksal yanı!.. Diğer yandan yönetmen Nolan, Beethowen gibi bir müzik dahisinin notaları hissedip, içselleştirmesi gibi; Oppenheimer gibi bir fizik dahisinin de evrenin gizemini oluşturan unsurları hissedip, içselleştirme başarısını, etkisi tartışmalı özel efektlerle yansıtmaya çalışmış.

DÖNEMİN RUHU SOĞUK SAVAŞ

Nolan’ın filminde nükleer silah üretim sürecindeki çalışmaların sızdığı kadar olmasa da, dönemin ruhu, soğuk savaş atmosferi ve özellikle dünyanın kaderinde küçük veya büyük adamların kişisel hırsları bağlamında oynadıkları roller de öne çıkıyor. Bu sürece kısmen karikatür bir karakter olarak çizilen Albert Einstein (Tom Conti) ve Robert Oppenheimer’ın ilişkileri yansıdığı kadar; bilim dünyasına egemen olan kıskançlık ve yıkıcı hırslar; Oppenheimer’ın İngiltere sonrasında geldiği ve Amerika’da bir çeşit sığınağı olan Berkeley’deki Enstitünün müdürü Lewis Strauss (Robert Downey Jr.) ile aralarında oluşan gerginlik ve Strauss’un ona olan düşmanlığıyla itibarını yok etmek için yaptığı ayak oyunları da filmde yer buluyor.

SÜRESİ UZAMIŞ BİR FİLM

“Oppenheimer”, uzun süresine karşın ilgiyi üzerinde tutmayı başaran bir film. Bu durum süresinin uzun olduğu ve filmin sarkmalara uğradığı gerçeğini örtmüyor. Bir bakıma Amerika’nın başka filmlerde de yaptığı gibi bir özeleştiri, tarihe ve insanlık trajedisine mal olan durumlarla yaptığı hesaplaşmalar, kısacası bağırsaklarını boşaltma çabası filmin dolaylı hedefiymiş gibi görünüyor. 

Christopher Nolan, filmi “Oppenheimer” ile dahi bir bilim adamının yarattığı ölümcül silahın sonuçlarını görmezden gelip, sahip olduğu bencillik ve iç hesaplaşmalarını; siyasetçilerin tarihin her döneminde karşılaştığımız acımasızlık ve bencillikle, Nagasaki ve Hiroşima’da yaklaşık 300.000 insanın ölümüne neden olan durumlarda bile duyarsız bir soğukkanlılıkla emir verme aymazlığını  beyaz perdeden seyircinin zihnine aktarıp, Wilhelm Reich’ın kült kitabı “Dinle Küçük Adam”da yaptığı gibi bir hesaplaşmanın yolunu seyircisiyle diyalektik bir oyuna çevirmeye çalışıyor. Peki Nolan bu hesaplaşmayı başarıya tahvil edebilmiş mi?

OYUNCULUK PERFORMANSLARI ÖNE ÇIKIYOR

“Oppenheimer”, bir başyapıt mertebesinde olmasa da Nolan’ın sinematografisinde ağırlığı olan bir film olarak öne çıkıyor. Filmi bu bağlamda değerlendirdiğimizde, taşıyıcı omurga olarak oyunculuk performansları, ödüllü görüntü yönetmeni Hoyte Van Hoytema’nın filmin gereksinme duyduğu atmosferi yaratan görüntüleri ve yorucu olsa da film müzikleri öne çıkıyor. Özellikle Oppenheimer rolünde Cillian Murphy’nin, En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı elde etmesi şaşırtıcı olmayabileceği gibi, şimdiden filmin En İyi Film Dalında Oscar adayı olacağını tahmin etmek için kahin olmaya da gerek yok. Oyunculuk bağlamında Robert Downey Jr’ın da, Lewis Strauss karakterini başarıyla yansıttığını vurgularken; “Queen” gurubunun efsanevi solisti Freddy Mercury gibi bir pop ikonuna başarıyla hayat veren Rami Malek’in (David Hill), figüran kıvamında bir rolde neden yer aldığı da soru işareti olarak kalıyor.

Nolan’ın filminde oyunculuk bağlamında dikkat çeken gerçek kadın oyuncu performansları ise yok. Oppenheimer’ın eşi Kitty rolünde Emily Blunt, tüm çabasına karşın Cillian Murphy’den rol çalamıyor. Filmin bir dönem projesi olması ve dönemi içinde kadınların rolü gibi saptamalar da bu duruma yeterince karşılık oluşturmuyor.  Oppenheimer’ın yarattığı kavurucu ısı, küresel iklim krizi bağlamında bu sıcak yaz günleriyle çelişki oluşturmasa da, Nolan’ın filmi insan denilen doğanın en tehlikeli virüsünün yapabileceği sınırsız kötülüklere ışık tutması açısından da ilgi çekici bir seyirlik olarak öne çıkıyor. 

KAYNAKLAR

(1)